Duyu organlarımızla içinde bulunduğumuz
rengarenk yaşamı algılıyoruz. Kalpsel sezgilerimizi ve hislerimizi katarak
kavrıyoruz. Düşünüyoruz. Ardından da eyleme geçiyoruz. İşte tüm bunları
yaparken, hepimiz birbirimizden farklı bir portre ortaya çıkartıyoruz.
Hayata karşı yaklaşımlarımız ve olaylara
verdiğimiz tepkiler farklı. Kimimiz rahatız. Kimimiz sıkılgan. Dışardan
bakıldığında ilk dikkat çeken ve aslında çocukluk yıllarımızdan itibaren
şekillenmeye başlayan kişilik özelliğimiz bunlar.
İşte o yaşlardan itibaren; toplumsal
baskıların kıyısında geziniyoruz farkında olmadan. Çünkü alışılagelmiş
beklentiler etrafımızı kuşatmış durumda. Ancak bunların yaşantımızdaki etkileri
yer yer hayatımızı kabusa çevirecek cinsten olabiliyor. Hele hele o
beklentilere uygun bir yapıda değilsek, vay bizim halimize.
İşte yapı olarak; içe dönük (introvert) ve
dışa-dönük (ekstrovert) olmak da bunlardan bir tanesi.
Bazı uzmanlar bu ayırımı çok basit bulsa
da; yapılan araştırmalar; toplumda neredeyse her 2-3 insandan bir tanesinin içe
dönük olduğunu gösteriyor. Bu kadar yoğun bir sayıyla karşı karşıyayız.
İsviçreli psikiyatr ve derinlik
psikolojisinin üç büyük kurucusundan birisi olan; Gustav Jung’ın ‘Psikolojik
Tipler’ kitabındaki tanımlama şöyle. Harekete yönelik olanlar dışa; düşünceye yönelik
olanlar ise içe dönük insanlar.
Peki hangisi daha iyi dersiniz?
İçe dönük olmak mı, yoksa dışa dönük olmak mı? Çoğumuzun dışa dönük olanlara
onay verdiğini biliyorum. Ama gerçekler biraz daha farklı. Çünkü uzmanlar içe dönük olmanın o kadar da
kötü olmadığının altını çiziyor. Ve bizleri belki de şu ana kadar hep yanlış
bildiğimiz bir gerçekle yüzleştiriyor.
Hepimiz dışa dönük insanların çok daha
sosyal ve başarılı olduğunu sanıyoruz. Tam tersi içe dönük insanların sosyal
ilişkilerinde rahat olamadıklarını, çekimser kaldıklarını, hatta utandıklarını
varsayıyoruz.
İçe dönük olanlar; sosyal uyaranlara, dışa
dönük olanlardan farklı tepkiler veriyor sadece. Hani beklenen, alışılagelmiş
tepkiler değil onların ki. Daha kendi hallerindeler galiba. Yalnızlığı daha çok
seviyorlar. Kendi dünyalarında mutlular. Esas gücü oradan kendi içlerinden
alıyorlar.
Dışa dönük olanlar; bilgide ve
etkide genişliği arıyorlar. Sosyal iletişimlerinin hareketli ve sık olmasını
tercih ediyorlar. İçe dönük olanlar bilgide ve etkide derinliğin peşindeler.
Hal böyle olunca enerjilerini depolama şekilleri de farklılık gösteriyor
elbette.
İçe dönük olanlar yalnız kalmayı tercih
ederken, dışa dönükler ne kadar çok iletişimde bulunurlarsa o denli enerjik
oluyorlar. Dolayısıyla
sosyal faaliyetlerde ön planda
onlar var. İçe dönükler ise daha bir çekimser. Ancak ne utangaç ne de
çekingenler. Sadece tercihlerini yalnızlıktan yana kullanıyorlar o kadar.
Asıl olanın bir insanın istediği gibi olması
ve olduğu gibi davranması elbette. Nasıl mutlu ve huzurluysa.
Oysaki eğitim ve iş hayatında hareketli bir
sistem var. Hep girişken olanlar tercih ediliyor. Neredeyse tamamen dışa dönük
olanlara uygun. Yapılan araştırmalar, içe dönük liderlerin daha başarılı
olduklarını ortaya koyduğu halde; iş ararken zorlanabiliyorlar. Eğitim hayatı
da benzer zorluklar yaşatıyor içe dönüklere.
Her şeyde olduğu gibi burada da denge çok
önemli. Eğer; her ikisinden de bir parça taşıyorsak çok daha yaratıcıyız. Dışa
dönük yanımızla iletişime açık olmanın kolaylığını yaşarken; özellikle karar
aşamalarında kendi düşüncelerimize odaklanıp, yoğunlaşmamız en ideali.
Biliyor musunuz; Mahatma Gandhi, Rahibe
Teresa gibi ünlü ve pek çok başarılı satıcı hep içe dönük olanlardan çıkmış.
Üstelik içedönükler; kendilerinden çok, birlikte çalıştıkları insanların öne
çıkmasını istiyorlar. Acele etmeden derinine düşünüp, sakin karar
alabiliyorlar. Empati yetenekleri hayli gelişmiş. Dünyaya dinginlik kazandıran
yönleriyle aslında çok önemliler. Aşırı tepkisel olmaları en kötü yanları belki
de.
Anne babalar olarak çoğumuz çocuğumuzu
sosyal ve dışa dönük olarak yetiştirmeye çalışıyoruz. Bilmeden baskılar
uyguluyor, hatta zorluyoruz. İşte bu yazıya yer vermemin ana sebebi de bu
zaten. Ne kadar çok bilgi sahibi olur ve önyargılarımızdan kurtulursak;
çocuklarımızı o kadar dingin yetiştirebiliriz. Gençlerimizi o denli iyi
anlayabiliriz.
Zorlamadan, anlayarak, baskı yapmadan. Onların
ayakları üzerine sağlam basmaları için, sevgiyle yüreklendirmek yeterli bence. Başka
bir şeye gerek var mı?
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
06.06.2015
Kaynaklar: http://tedle21gun.com; http://velespid.com; http://www.enfal.de; http://www.temelaksoy.com; http://www.e-psikiyatri.com.
Çok güzel bir yazı olmuş elinize sağlık, yazdıklarınıza aynen katılıyorum, anne babalar da buna dikkat etmeli dediğiniz gibi önemli bir konu...
YanıtlaSil