Karanlık
bir mahzende bitmek bilmeyen eziyetler. Sevgiden yoksun kalan, hiç yaşayamadığı
çocukluk yılları.
Akıl
sağlığı yerinde olduğu halde; ağır depresif akıl hastalarıyla beraber geçen
genç kızlık dönemi. Ruhunu neredeyse kaybedişi.
Dışarıya
çıktığında onu bekleyen hayatı hiç tanımaz. Çünkü yaşamın o albenili
renklerinde hiç durmamıştır ki dönme dolabı. O yaşına kadar gördüğü sadece
griden siyaha bir yelpazedir.
Yolu
zordur. Karmakarışıktır. Verilecek kararlarla doludur. Ancak Marie gördüğü
haksızlıklara karşı dimdik ayakta durmayı seçer. Yaşamına dört elle sarılır.
Hakkındaki
tüm söylentilere kulaklarını tıkar. Sadece kalbini dinler. Üniversitenin Psikiyatri bölümünü
kazanır. Azimle okur, çalışır. Çok çalışır.
Adeta kaybettiği yıllara nazire yaparcasına gecesini gündüzüne katar.
Yine
bir yol ayırımındadır. Hayata yine küsmez. İnatla direnmeyi seçer. Bu arada yakalandığı
mesane kanserini de azmiyle yener.
Doktor
olduktan sonra, kendisini işine adar. Sadece hastalarına değil, çevresindeki pek
çok kişiye yardım etmek en büyük amacıdır.
Bir
yandan çalışırken, bir yandan da yüksek lisansını tamamlar. Konferanslarla
renklendirdiği, umut ve sevgi aşılayan çalışmaları sayesinde insanların adeta
idolü olur. Ve tüm bunları 24 yılına sığdırır.
Sonra ne mi olur? Şimdi şaşırmaya
hazır olun.
Bir
zamanlar akıl hastası olarak girdiği Danvers
State Akıl Hastanesine yönetici olarak atanır.
Kendine
güvenini ve umudu hiç kaybetmeyen bu kadın artık dönme dolabında gökkuşağı
misali renkler arasındadır.
1986
yılında hayatını
konu alan “Nobody’s Child” filmi 7 ödüle aday gösterilir. Üçünü kazanır. Bu
vesile ile pek çok kalp ondan ve başarılarından haberdar olur.
“Sing
No Sad Songs” isimli bir kitap yazar. Ve tüm gelirini kendine ait olan Balter
Enstitüsü’ne bağışlar. 1996 yılında sıcak bir yaz günü ise sessiz sedası hayata
veda eder. Geride pek çok güzellik bırakarak.
Yaşadıkları
ne kadar zor olsa da; AFFETMEYİ başaran en özel örneklerden bir tanesi. Alkışlanmaya değer hem de defalarca. Öyle değil mi?
Şimdi
ne olursunuz özümüze dönüp düşünelim. Yeri geliyor, minicik olayları içimizde
büyütüyoruz. Yaşama küsüyoruz. Ve maalesef affetmeyi başaramıyoruz.
Haksız
mıyım?
Dönme
dolabımız pembenin çocuksuluğundan, yeşilin huzuruna, mavinin özgürlüğüne doğru
dönerken yapıyoruz üstelik bunları. Ne kendimizi ne de bize sunulan yaşam
armağanımızı zerre kadar önemsemiyoruz. Gözümüzü inatla kapatıyoruz. Sonra da
görmemekten yakınıyoruz.
Peki
neden?
Affetmek
bu kadar zor olmamalı. Kendimizi seviyorsak ve saygı duyuyorsak affetmek daha kolay.
Affederek hafiflemek varken, yüklerin altında ezilmek niye?
Dönme
dolabımız hangi renkte durursa dursun. Sevgiyle, azimle ve sabırla en karanlık
renkleri, sevdiğimiz albenili renklere dönüştürmemiz AN meselesi. İnanın bana.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
19.10.2015
Kaynaklar:
https://vimeo.com/35647957
(Marie Balter Beyond Mental Illness Danvers State Hospital); http://onedio.com;
http://listelist.com;
http://www.technorigin.net.
Harika bir yazı elinize sağlık, bu mithiş hayat hikayesinden etkilenmemek mümkün değil, herşeye rağmen mutlu olmayı seçmek bizim elimizde, hepimize ilham olmasını dilerim bu güzel hayat hikayesinin, sevgiler:)
YanıtlaSilTürkceye cevrili kitabi varmi acaba?
YanıtlaSil