Tam
on sekiz kardeş. Dile kolay. Hele bir de fakirlikle mücadele ediyorsanız. Ama
hayallere kim mani olabilir ki? İşte bu on sekiz kardeşten iki tanesi aynı
hayali paylaştı yıllarca. Ama şans sadece bir tanesine güldü.
Nasıl
mı?
Çarpıcı
ve gerçek bir öykü var bu yazımda. Okuduğunuzda hislerinizi belki de gözleriniz
ele verecek. Fedakarlık ve minnet duygusunun güzel bir tasviri sizleri bekliyor
çünkü.
Önce
yandaki çalışmaya dikkatlice bakmanızı öneriyorum. Tüm duygular burada
saklanmış çünkü. Avuçları bitişik, parmakları yukarıya dua eder gibi açılan
eller konuşuyor adeta. Bir kara kalem çalışması. Çok ünlü. Resim sanatı ile
ilgilenenlerin bildiği bu resim; tüm bir yaşamı, azmi, sabrı, yapılan iyiliği
anlatır gibi.
On
beşinci yüzyıl başlarında Almanya’dayız. Nürnberg yakınlarında. Söz konusu on
sekiz kardeşin yaşadığı aileye konuk oluyoruz. Babaları kuyumcu. Ailesini
geçindirmek için gece gündüz hiç durmadan çalışıyor. Ancak sayıca fazla oldukları için her şey biraz yarım
kalıyor. Tıpkı hayaller gibi. Çocuklar istedikleri meslekle ilgili eğitim göremiyor.
Çünkü pek çoğu çalışmak ve babalarına destek olmak zorunda.
Geçmiyor
elbette.
Hele
hele iki kardeş var ki; Albert ve Albrecht; onların hayali çok daha özel. Her ikisi
de şehirdeki sanat akademisine gidip usta birer ressam olmak istiyor çünkü. Ama
şartlar zorlayıcı. Bu nedenle hayallerini dile getirmeye çekiniyorlar. İmkansızı
istediklerini biliyorlar. Ancak gelin görün ki; İçlerindeki o büyük arzuya söz
geçiremiyorlar.
Bir
çözüm bulmak adına aralarında geçen her sohbet, ne yazık ki tartışmayla sonlanıyor.
Sonunda yazı tura atmaya karar veriyorlar. Anlaşmaları ise şöyle; kazanan
eğitime başlayacak; kaybeden kardeş ise maden ocağında çalışıp diğerinin okul
masraflarını karşılayacak. Dört yıllık eğitim sonrası yer değiştirecekler. Bu
sefer eğitim alan maden de çalışarak diğer kardeşini okutacak. Her ikisinin de
içine sinen son derece adil bir anlaşma gibi öyle değil mi?
Böylece
bir sabah verdikleri kararı uygulamaya geçiriyorlar. Bu minicik şans oyununu
Albrecht kazanıyor. Ve sanat akademisinde eğitime ilk o gidiyor. Kaybeden
kardeşi Albert ise maden ocağında kömürlerin arasına karışıyor. Birbirlerine verdikleri
sözü her ikisi de tutuyor. Albert alın terine karışan kömür karası elleri ile
kardeşini okutuyor.
Nihayet
eğitimini tamamlayan ve çalışmaları ile akademide beğeni kazanan Albrecht mezun
olup, evine geri dönüyor. Ailesi onu gururla kucaklıyor. O da kendisini bu
günlere taşıyan kardeşi Albert’in fedakarlığını ailesine açıklıyor. Gözlerini fedakar
kardeşinden bir an olsun ayırmadan. Ardından
da sıranın kendisinde olduğunu ve kardeşini okutmak için heyecanlı olduğunu
belirtiyor.
Ancak
o da nesi? Albert kardeşini dinlerken sessizce gözyaşı döküyor. Çünkü kardeşi Albrecht
dört sene resimle haşır neşir olurken, onu okutmak uğruna madende çalışması
sağlığından dört seneyi silip götürmüş çoktan. Özellikle de elleri. Yerin
altındaki madenden kömür çıkartabilmek uğruna o kadar çok hasar almış ki. İstisnasız
her parmağı defalarca ezilip, kırılmış. O iflah olmaz nemden dolayı, dayanılmaz
romatizma ağrıları ise dört bir yanını sarmış. Şimdi bir bardağı bile tutarken
zorlanan elleri ile bir fırçayı tutması, karakalem çalışması şimdi sadece
hayal. Hem de asla gerçek olmayacak bir hayal.
Duydukları
karşısında adeta yıkılan Albrecht; kardeşinin ellerine dikkatlice bakıyor o
gece. Ellerin ne kadar önemli olduğunu da ilk kez o zaman anlıyor. Maden
ocağının kardeşinin ellerine verdiği hasarı tek tek gözlemliyor.
Ve
yine o gece kara kalemi eline alarak bu ünlü resmi yapıyor. Kardeşinin maden
ocağında çalışmaktan bükülmüş, eğrilmiş parmaklarını; kırışmış ellerini tüm
detayı ile çiziyor. Yukarıya dönük olarak, dua eder gibi duran eller;
paylaşılan bir hayalin tam da diğer tarafını gösterir gibi adeta. Evet belki
zarafetini kaybetmiş. Ancak fedakarlığın o derin ışıltısını gururla taşıyor.
Daha
sonraki yıllarda pek çok esere imza attığı halde fedakarlığı ve iyiliği
gösterdiği bu resimle ölümsüzleşiyor. Kendisinin ‘’Eller’’ olarak
isimlendirdiği yapıtı; sonradan kimi çevrelerce ‘’Praying Hands - Dua Eden Eller’’
olarak kayıtlara geçiyor.
13
yaşındayken kendi portresini, 14 yaşındayken "Madonna ve Müzik
Melekleri" portresini yapan Albrecht Durer; ölene değin resim yapmayı hiç
bırakmıyor.
Evlendikten
sonra İtalya’yı iki kez ziyaret ediyor. Sanatsal anlamda oradaki yapıtlardan oldukça
etkileniyor. Çağının en etkili ressamlarından ve oyma baskı ustalarından birisi
olarak tarihe adını yazdırıyor. Ama hayatını kendisi için feda eden kardeşini
asla unutmuyor. Bugün dünyanın en saygın müzelerinde yüzlerce yağlıboya
tablosu, eskizleri, suluboya ve gravürleri sergileniyor.
Ellerimiz
kıymetli. Hem de çok. Çünkü onlarla iş yapıyor, yaşam mücadelesi veriyoruz.
Onlar sayesinde para kazanıyor, sanat yapıyoruz. Yeri geldiğinde güç toplamak
için birbirine sıkıca kenetliyor, yeri geldiğinde dua ediyoruz.
Tıpkı
ellerimiz gibi bedenimizin her bir parçası istisnasız birbirinden değerli.
Hepsi sağlıklı çalıştığı müddetçe farkında değiliz ama; arada sırada öz
sevgimizi hissetsinler ne olur. Başkalarına nasıl sevgimizi söylüyorsak;
bedenimizi de sevgi sözcükleriyle şımartmak gerek diye düşünenlerdenim. Bunu
fazlasıyla hak ediyorlar bence.
Ben
bunu uygulayanlardanım. Peki ya sizler? Hiç ellerinize onları çok sevdiğinizi
söylediniz mi? Ne bileyim ya da ayaklarınıza? Sadece aynada gözlerinizin ta
içine bakarak kendinize söylemeniz bile yeterli. Unutmayın lütfen.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
27.01.2016
Not:
Bu güzel resimden ve öyküden haberdar olmamı sağlayan; zarafetini çok sevdiğim
Sevgili Eser Demirbaşlı Tavman’a sonsuz teşekkürlerimle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder