16 Şubat 2016 Salı

FEDAKALIK bir HAYALİ dahi PAYLAŞMAKTIR

Tam on sekiz kardeş. Dile kolay. Hele bir de fakirlikle mücadele ediyorsanız. Ama hayallere kim mani olabilir ki? İşte bu on sekiz kardeşten iki tanesi aynı hayali paylaştı yıllarca. Ama şans sadece bir tanesine güldü.

Nasıl mı?

Çarpıcı ve gerçek bir öykü var bu yazımda. Okuduğunuzda hislerinizi belki de gözleriniz ele verecek. Fedakarlık ve minnet duygusunun güzel bir tasviri sizleri bekliyor çünkü.

Önce yandaki çalışmaya dikkatlice bakmanızı öneriyorum. Tüm duygular burada saklanmış çünkü. Avuçları bitişik, parmakları yukarıya dua eder gibi açılan eller konuşuyor adeta. Bir kara kalem çalışması. Çok ünlü. Resim sanatı ile ilgilenenlerin bildiği bu resim; tüm bir yaşamı, azmi, sabrı, yapılan iyiliği anlatır gibi.

On beşinci yüzyıl başlarında Almanya’dayız. Nürnberg yakınlarında. Söz konusu on sekiz kardeşin yaşadığı aileye konuk oluyoruz. Babaları kuyumcu. Ailesini geçindirmek için gece gündüz hiç durmadan çalışıyor. Ancak sayıca  fazla oldukları için her şey biraz yarım kalıyor. Tıpkı hayaller gibi. Çocuklar istedikleri meslekle ilgili eğitim göremiyor. Çünkü pek çoğu çalışmak ve babalarına destek olmak zorunda.

Ama hayallere söz geçer mi?
Geçmiyor elbette.

Hele hele iki kardeş var ki; Albert ve Albrecht; onların hayali çok daha özel. Her ikisi de şehirdeki sanat akademisine gidip usta birer ressam olmak istiyor çünkü. Ama şartlar zorlayıcı. Bu nedenle hayallerini dile getirmeye çekiniyorlar. İmkansızı istediklerini biliyorlar. Ancak gelin görün ki; İçlerindeki o büyük arzuya söz geçiremiyorlar.

Bir çözüm bulmak adına aralarında geçen her sohbet, ne yazık ki tartışmayla sonlanıyor. Sonunda yazı tura atmaya karar veriyorlar. Anlaşmaları ise şöyle; kazanan eğitime başlayacak; kaybeden kardeş ise maden ocağında çalışıp diğerinin okul masraflarını karşılayacak. Dört yıllık eğitim sonrası yer değiştirecekler. Bu sefer eğitim alan maden de çalışarak diğer kardeşini okutacak. Her ikisinin de içine sinen son derece adil bir anlaşma gibi öyle değil mi?

Böylece bir sabah verdikleri kararı uygulamaya geçiriyorlar. Bu minicik şans oyununu Albrecht kazanıyor. Ve sanat akademisinde eğitime ilk o gidiyor. Kaybeden kardeşi Albert ise maden ocağında kömürlerin arasına karışıyor. Birbirlerine verdikleri sözü her ikisi de tutuyor. Albert alın terine karışan kömür karası elleri ile kardeşini okutuyor.

Nihayet eğitimini tamamlayan ve çalışmaları ile akademide beğeni kazanan Albrecht mezun olup, evine geri dönüyor. Ailesi onu gururla kucaklıyor. O da kendisini bu günlere taşıyan kardeşi Albert’in fedakarlığını ailesine açıklıyor. Gözlerini fedakar kardeşinden bir an olsun ayırmadan.  Ardından da sıranın kendisinde olduğunu ve kardeşini okutmak için heyecanlı olduğunu belirtiyor.

Ancak o da nesi? Albert kardeşini dinlerken sessizce gözyaşı döküyor. Çünkü kardeşi Albrecht dört sene resimle haşır neşir olurken, onu okutmak uğruna madende çalışması sağlığından dört seneyi silip götürmüş çoktan. Özellikle de elleri. Yerin altındaki madenden kömür çıkartabilmek uğruna o kadar çok hasar almış ki. İstisnasız her parmağı defalarca ezilip, kırılmış. O iflah olmaz nemden dolayı, dayanılmaz romatizma ağrıları ise dört bir yanını sarmış. Şimdi bir bardağı bile tutarken zorlanan elleri ile bir fırçayı tutması, karakalem çalışması şimdi sadece hayal. Hem de asla gerçek olmayacak bir hayal.

Duydukları karşısında adeta yıkılan Albrecht; kardeşinin ellerine dikkatlice bakıyor o gece. Ellerin ne kadar önemli olduğunu da ilk kez o zaman anlıyor. Maden ocağının kardeşinin ellerine verdiği hasarı tek tek gözlemliyor.

Ve yine o gece kara kalemi eline alarak bu ünlü resmi yapıyor. Kardeşinin maden ocağında çalışmaktan bükülmüş, eğrilmiş parmaklarını; kırışmış ellerini tüm detayı ile çiziyor. Yukarıya dönük olarak, dua eder gibi duran eller; paylaşılan bir hayalin tam da diğer tarafını gösterir gibi adeta. Evet belki zarafetini kaybetmiş. Ancak fedakarlığın o derin ışıltısını gururla taşıyor.

Daha sonraki yıllarda pek çok esere imza attığı halde fedakarlığı ve iyiliği gösterdiği bu resimle ölümsüzleşiyor. Kendisinin ‘’Eller’’ olarak isimlendirdiği yapıtı; sonradan kimi çevrelerce ‘’Praying Hands - Dua Eden Eller’’ olarak kayıtlara geçiyor.

13 yaşındayken kendi portresini, 14 yaşındayken "Madonna ve Müzik Melekleri" portresini yapan Albrecht Durer; ölene değin resim yapmayı hiç bırakmıyor.

Evlendikten sonra İtalya’yı iki kez ziyaret ediyor. Sanatsal anlamda oradaki yapıtlardan oldukça etkileniyor. Çağının en etkili ressamlarından ve oyma baskı ustalarından birisi olarak tarihe adını yazdırıyor. Ama hayatını kendisi için feda eden kardeşini asla unutmuyor. Bugün dünyanın en saygın müzelerinde yüzlerce yağlıboya tablosu, eskizleri, suluboya ve gravürleri sergileniyor.

Ellerimiz kıymetli. Hem de çok. Çünkü onlarla iş yapıyor, yaşam mücadelesi veriyoruz. Onlar sayesinde para kazanıyor, sanat yapıyoruz. Yeri geldiğinde güç toplamak için birbirine sıkıca kenetliyor, yeri geldiğinde dua ediyoruz.

Tıpkı ellerimiz gibi bedenimizin her bir parçası istisnasız birbirinden değerli. Hepsi sağlıklı çalıştığı müddetçe farkında değiliz ama; arada sırada öz sevgimizi hissetsinler ne olur. Başkalarına nasıl sevgimizi söylüyorsak; bedenimizi de sevgi sözcükleriyle şımartmak gerek diye düşünenlerdenim. Bunu fazlasıyla hak ediyorlar bence.

Ben bunu uygulayanlardanım. Peki ya sizler? Hiç ellerinize onları çok sevdiğinizi söylediniz mi? Ne bileyim ya da ayaklarınıza? Sadece aynada gözlerinizin ta içine bakarak kendinize söylemeniz bile yeterli. Unutmayın lütfen.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

27.01.2016

Not: Bu güzel resimden ve öyküden haberdar olmamı sağlayan; zarafetini çok sevdiğim Sevgili Eser Demirbaşlı Tavman’a sonsuz teşekkürlerimle.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...