Hayat
hep seçimlerle şekilleniyor önümüzde.
Bizler
için belirlenen, görünürde doğru gibi görünen yoldan mı; yoksa kalp sesimizin
gösterdiği yoldan mı gideceğiz?
Hangisi
bizi gerçekten mutlu edecek?
Hangi
yol bizi hayallerimize kavuşturacak?
Cevaplarını
filmin konusunda bulacağız. Hadi gelin film kareleri aksın gözlerimizin önümüzden.
Bir
baba elindeki okul çantasını ders kitaplarıyla dolduruyor. Bir iki, üç, beş
derken bir dolu kitap minicik çantaya giriyor. Bu arada arka planda mutlu bir
erkek çocuğu koşturuyor. Derken çanta hazırlanıyor ve babası çocuğun sırtına takıyor.
O ağırlık altında hızla yere düşen çocuk, bir süre sonra dengesini buluyor ve
ayağa kalkıyor.
Hala
mutlu. Hala tebessüm dolu.
Babası
kahvesinden son bir yudum alıyor. Sonra evrak çantası elinde, oğluyla beraber
yola koyuluyorlar. Belli ki baba işe, çocuk da okula gidecek.
İşte
film böyle başlıyor.
Şimdi
modern dünyanın hızla işleyen çarkları arasına karışmaya hazır ikisi de.
Yollar
bir yerlere yetişmek için telaş eden arabalarla dolu. Herkes başı önünde,
sırtları adeta kamburlaşmış bir şekilde ağır ağır yürüyor. Hiç kimse tebessüm
etmiyor, edemiyor. Belli ki beyinler binbir düşünce yumağıyla dolmuş, taşmış
adeta. Arabadakilerde aynı, yürüyenler de.
Gri
şehrin beton blokları arasında bir damla kalmış minicik bir çimlik alan gözümüze
çarpıyor aniden. O kaos ortamında mücevher gibi parlıyor. Üzerinde bir ağaç ve iki bank var, o
kadar. Arada sırada uğrayan bir kemancı ile daha da ışıldıyor, tabii fark
edene.
Peki
yanından gelip geçenler farkında mı?
Maalesef
hayır. O enfes müziği bile duymuyor kulakları.
Bizim
kahramanlarımız tam oradan geçerken, babanın hali de tıpkı diğerleri gibi.
Algısız. Tepkisiz. Ama ya çocuk? Tam önünde takılıp kalıyor o sesin. Kendisini
ritme bırakıyor ve gözlerini hayranlıkla açarken, kocaman gülümsüyor.
ANI
yakalamış. Mutlu.
Fakat
birden babası ona gerçekleri hatırlatıyor. Okul çantasını gösteriyor. Yapması
gerekenler var. Çantasını yeniden sırtına alıyor. Biraz neşesi kaçıyor haliyle.
Derken okul uzaktan görünüyor ve babasına yine de tebessümle el sallayarak okul
yoluna dönüyor. Artık o okulda, babası ise işinde çalışmaya hazırlar.
Gün,
her günkü rutin günlerden bir tanesi aslında. Tıpkı bir robot gibi o çarkların
arasında, baba oğul. Tıpkı diğerleri gibi.
Çocuk
mutlulukla sırasının başına geçiyor. Babası da yoğun evrakların arasına
gömülüyor. Babanın ilk anlardaki tebessümü giderek kaybolurken, kaşları
çatılmaya başlıyor yavaş yavaş. Masasındaki işler çoğaldıkça rengi kaçıyor.
Çocuk
ise ders sırasında sabah gördüğü o renkli ağacı çiziyor. Onu yakalayan
öğretmenine mutlulukla bakıyor. Ama dersini yapması gerektiği hatırlatıldığında;
iri gözlerindeki neşe bir anda kayboluyor. Tebessümün ise yerinde yeller
esiyor.
Ancak
çabuk toparlıyor. Çocuk ne de olsa. Kaçan neşesini harflerin arasına sığdırdığı
resimlerle yeniden kazanıyor. Yine pür neşe. Yine çok sevimli. Yine anlarda ve
mutlu.
Bu
arada babası daktilonun başından kalkmadan işlerini bitirme çabasında. O dik
duruşunu kaybetmiş, gözleri evraklarda. Hızla basıyor tuşlara bir biri ardına.
Zamanla yarışıyor bir anlamda.
Derken
baba işten, çocuk okuldan çıkıyor. Sabah ayrıldıkları yerde yeniden
birleşiyorlar. Babasını gören çocuk onu sevgiyle kucaklıyor. Babası da
enerjisini ve rengini yeniden kazanıyor.
İkisi
de mutlu şimdi. Çocuk hemen çantasından sabah çizdiği resmi çıkarıyor. Babası
resme bakarken, kaşları çatılıyor. İşte o ANda çocuk şaşkın. Nerede yanlış
yaptığını anlayamıyor çünkü. Neden kendisini mutlu eden şeylerin hep
yasaklandığını birisi ona söylese rahat edecek. Ama öyle bir şey yok ki. Bu bir
düzen. Kurallar bütünü.
Kalıplar. Eskiden gelen alışkanlıklar.
Uymamız
gereken yığınlar arasındayız hepimiz. Hiç kimse nefes aldığının bile farkında
değil üstelik.
Ertesi
gün yine aynı rutinle başlıyor. Diğer günler de birbirine o kadar benziyor ki…
Tek
fark, çocuğun kurallar arttıkça yavaş yavaş yok olan tebessümleri ve rengi.
Evet, kurallara uyuyor. Evet, artık derslerini yapıyor. Öğrenmesi gerekenleri
öğreniyor; ama ne yaşam enerjisi var ne de eski tebessümleri. Hal böyle olunca
tüm gün evrakların arasında kaybolan baba da enerjisini yenileyemiyor.
O
minicik çimli alan, renkli ağaç ve keman çalan adam; çocuğun tek eğlencesi
artık.
Ama
bir gün babası çocuğundaki mutsuzluğu fark ediyor. O sabah, okuldan önce ağacı
ve adamı görmeye gidiyorlar. Ama maalesef keman çalan adamı göremiyorlar. Baba yine
de pes etmiyor. Ağacın yanına geçiyor. Elinde bir keman varmış gibi çalmaya
başlıyor. Tek amacı oğlunu yeniden gülümsetmek. Oradan geçenlerin tuhaf
bakışlarına ise hiç mi hiç aldırmıyor.
Önce
şaşıran ve babasının bu haline bir anlam veremeyen çocuk, ardından babasına
sımsıkı sarılıyor. Her ikisinin de enerjisi ve renkleri yerine geliyor.
Film
bu kucaklaşma anıyla kapanıyor.
‘’Hayatını
eğlenerek yaşamak istiyorsan, kalbini hep çocuk tut.’’ diyor Osho.
Bu
sözü tüm kalbimle destekliyorum ben de. Kalbimiz sevgiyle yoğrulurken,
içimizdeki çocuk yanımız hep şen kalsın dileğimle.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
22.01.
2017
NOT:
Bu güzel filmden haberdar olmamı sağlayan güzel kalpli arkadaşım Sevgili Sevgi
Koşaner’e sonsuz teşekkürlerimle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder