Yıllardır hep tarih kitaplarında okuduk savaşları, kazanılan ve kaybedilen toprakları, değişime uğrayan sınır çizgilerini ve bu uğurda yitirilen değerleri. Ama ne acıdır ki sadece yazılı satırlarda kalmadı, kalamadı savaşlar. Tarih hep tekerrür etti bir şekilde, bir sebeple. Daha fazla güç, daha fazla statü ve söz hakkı elde etmek uğruna yağdı bombalar insanların üzerine. Çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı hep bir yanlara koştular çaresiz canlarını kurtarmak adına. Bir kısmı hayatını, yakınlarını, sevmeye doyamadıklarını kaybetti; bir kısmı savaşın acımasız izlerini yıllar boyu bedeninde ve ruhunda taşımak zorunda kaldı. Kazanan yada kaybeden hangi taraf olursa olsun, savaşın bilançosu her iki kesim içinde öylesine ağırdı ki…
Kaybeden, esir düşen, yakınlarını, sevdiklerini, evini, en önemlisi özgürlüğünü yitirenler ise; içlerinde yükselen kin ve öfke nöbetleri ile ayakta durmayı başarırlar; gün gelip öç alma tutkusu ile yaşamın bir yerlerinde var olma mücadelesi verirler, hayata küskün.
Gerekçesi her ne olursa olsun savaşın, şiddetin, acımasızlığın, insanları yok etmenin geçerli bir sebebi olabilir mi? Çocuklarımıza, bizden sonra gelecek nesillere savaşlarla, şiddetle, öfkeyle, kan ve barut kokusuyla dopdolu bir gelecek bırakmak niye? O körpecik beyinlerini sevgi, mutluluk, paylaşmak gibi ilkeli niteliklerle doldurup, huzur ve dinginliği doya doya yaşamalarını sağlamak varken; gözyaşını, ölümün soğuk yüzünü göstermek, o minicik dünyalarındaki tertemiz gelecek düşlerini yok etmek biz büyüklere yakışıyor mu?
Üstelik her geçen gün, aldığımız her nefesle, attığımız her adımla içinde bulunduğumuz doğal güzellikleri yok edip, dünyayı daha zor ve yaşanmaz hale getirmiyor muyuz? Oysaki bize bırakılan bu güzel emaneti olabildiğince koruyup, bizden sonrakilere en doğal ve sade haliyle miras bırakmamız gerekmez mi?
Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de savaşı yaşatıyoruz çocuklarımıza; bombaları, yok olan şehirleri, ölen insanları, esirleri, öfkeyi, şiddeti en acımasız şekliyle neredeyse beyinlerine kazıyoruz. O saf ve masum duygularını yerle bir ediyor, gözlerindeki yaşam ışıltısını söndürüyoruz.
Tüm bunların yerine sevgi ile kenetlenen elleri, doğal afetlerde tek yürek olmuş kalpleri, elimizde varken paylaşmanın, yardım etmenin güzelliğini göstermeyi deneyelim.
Rengi, şekli, dili, dini ve düşünceleri ne olursa olsun insanları sevmenin erdemlerin en büyüğü olduğunu öğretelim. Yaşam hakkının en kutsal hak olduğunu ve korunması gerektiğini sadece sözlerle değil, davranışlarımızla da gösterelim. Gösterelim ki barış, huzur ve dingin bir yaşam artık özlemimiz olmasın, ne bizim nede çocuklarımız için.
05 12 2004
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder