23 Haziran 2012 Cumartesi

KENTLEŞME- KENTLİLEŞME ÇİZGİSİNDE…(1/3)

KENT kavramı,  fiziksel, sosyal ve kültürel birikimlerle harmanlanan ve bizlerin daha rahat, daha güvenli yaşamak adına geliştirdiğimiz bir platform. Bireylerin tek tek değil, bir bütün olarak ses verdiği, varlığını gösterdiği bir sosyal yaşam alanı.

O alana öncelikle  uyum  sağlamak, benimsemek,  gelişmelere ayak uydurarak, katkılarda bulunarak yaşadıkları yerin daha da güzel olması adına çabalamak ise kentlileşmenin ilk adımları… bunu başarmak içinse donanımlı olmak gerekiyor.

Dar çerçeveden çevresine bakanlar, gelenek ve göreneklerine aşırı derecede bağlı olanlar, yeniliklere ve esnemelere sıcak bakmayanlar, değişime zinhar karşı çıkanlar; sadece kendi ailesi içinde kapalı bir kutu içinde yaşayanlar maalesef bu anlamda başarısız oluyor. Kadınların erkeklerden daha uyumsuz olması, hep evde kapalı kalmalarından, erkeklerin izin vermemesinden( kadın kısmı anlamaz, evinde oturur, çocuk bakar zihniyetinden) kaynaklı çoğu kez.

Burada en iyi örnek; köylerimizden Almanya’ya giden 1. Ve 2. Kuşak arasında yaşandı galiba. Henüz kendi yurdunda büyük şehir görmemişken, birden bire modern ve kendilerine her şeyiyle yabancı bir kentte hep kapalı kaldılar. Zaman içinde kendi dükkanlarını, kendi lokantalarını açıp, adeta mini mahalleler yarattılar. Köyde yaşadıkları gibi yaşadılar. Ne kıyafet, ne tavır, ne de konuşma bakımından  hiçbir şeyi benimseyemediler. Kendilerinden çok şey kaybedeceklerini sandılar belki de(bir yönüyle haklı da olabilirlerdi kendi açılarından, çünkü çok uç noktalarda vardı gözlerinin önünde) Ama 3. Nesil bunu kırdı ve gelişmeyi, yenilikleri almayı başardı. Dil konusunu doğuştan kazandığı ve zorluk çekmeden uyum sağladığı için de, sonuçta en yüksek mevkilere kadar gelebilme şansını yakaladı. Bir kente uyum sağlamanın en güzel örneği bence onlar oldu.

‘’Kent, kenti yönetenlerden çok YAŞAYANLARındır’’ demiş Sn. Cahit Büyükkanber.  Ben bu sözü çok sevdim çok da doğru. Ve yine eklemiş; ‘’kendine kente ait hissedenler çevreye ve kentin getirdiği sosyal anlayışlara daha pozitif bakar’’ diye. 


Bir kişi hangi ortamda olursa olsun o ortamı benimserse; uyum, huzur, verimlik,  o oranda artıyor. Bu küçük alanda da böyle, kent gibi büyük alanlarda da.

 ‘’Kent-birey ilişkisi iyi kurulmalıdır. Kentle ilgili verilecek her türlü kararın altında o kentte yaşayanların onayı olması gerekir yani katılımı olması gerekir; Neden derseniz kent kenti yönetenlerden daha çok orada yaşayanlarındır da ondan.’’ Sn. Cahit Büyükkanber’in bu cümlesine  katılmamak elde mi? 


Sosyal sorumluluk bilincine sahip bireylerin kentlerine sahip çıkıp, hem kendi hem çevresi ve sonra da bütün kent için güzel gelişmeleri desteklemesi, arkalarında durup ben de varım demesi, bunu cesurca dile getirmesi, onaylamadığı konularda hakkını sonuna kadar savunması gerekiyor ki; atılan her adımda taşlar daha sağlam zeminlere otursun ve kalıcı olsun. Hiçbir şey yapmadan sadece şikayet etmekle, hep eksiklikleri görüp, yapılan iyi şeyleri görmezden gelmekle hiçbir yere gelinmediği ortada maalesef.

 ‘’Sosyal ve kültürel zenginlikleri kentlilik bilincinin çoğalmasında kullanılmasıyla, tüm toplumsal kesimlerin kent yaşamına katılmasıyla, kentin kentliyi hayatın içine çekmesiyle kentlileşme sürecinde önemli bir mesafe alınacaktır.  Kentteki bu aktif yaşam döngüsü kent kültürünü oluşturacaktır. Kent kültürü harmanında yetişmiş birey kendini daha iyi ifade edebilecek, kent için yapılan her konuda fikrini söyleyebilecek,  sivil toplum kuruluşlarında yer alabilecek, toplumsal duyarlılığı olan ve toplumsal dayanışmaya önem veren “kentli birey” olarak kentlilik bilincinin oluşmasına katkı sağlayacaktır’’(C.Büyükkanber)

Buradaki ‘’AKTİF YAŞAM DÖNGÜSÜ’’ en can alıcı sözcükler olmuş. Evet kendini o kente ait hissedenlerle beraber uyum ve katılım artacağından, daha rahat ve huzurlu bir yaşamın yolları da o denli kolay açılacaktır.

Kentleşmenin iki anlamı; dar anlamıyla sadece sayısal çoğunluk; geniş anlamıyla 
sanayi ve ekonomik göstergelerin fazlalığı ki asıl olan da bu zaten.

Kentleşme ve kentileşme arasındaki ince çizgiyi çok iyi benimsemek gerek. Nüfusun 
yoğun olması bir yana, yaşam biçimlerindeki köklü ve güzel değişikliklerle yaratılan yaşam biçimini hedeflemek lazım her kentte. Aşırı göç alan kentlerde bu durum daha da zor elbette. İşte bu nedenle bir yandan kentleri kentlileştirmeye çabalarken; öte yandan insanları kendi topraklarında mutlu edecek nedenleri yaratmak lazım. 

Yaşanacak olası riskleri minimize etmek açısından bu son derece önemli bir nokta. 


Son zamanlarda kent içinde yaşayanların bu kaostan kendilerini kurtarma gayesiyle, adeta kendi kozalarını yaratıp tüm çevreden kendilerini soyutlama yolunu seçtiklerini gözlemlemek mümkün. İstanbul boğazında her iki yakada salınan yalıların yüksek duvarları bunun en güzel örneği. O sahil şeridinde denizi hiç göremeden geçiyorsunuz maalesef. Ya da özel sitelerde yaşayan bir kısım burjuvanın özel korumalarla, yüksek çitlerle ve her türlü güvenlik donanımı ile kendilerini korumaya alması bu soyutlamanın bir başka örneği. (Devamı 2/3 te)

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

17.06.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...