O
alana öncelikle uyum sağlamak, benimsemek, gelişmelere ayak uydurarak, katkılarda
bulunarak yaşadıkları yerin daha da güzel olması adına çabalamak ise
kentlileşmenin ilk adımları… bunu başarmak içinse donanımlı olmak gerekiyor.
Dar
çerçeveden çevresine bakanlar, gelenek ve göreneklerine aşırı derecede bağlı olanlar,
yeniliklere ve esnemelere sıcak bakmayanlar, değişime zinhar karşı çıkanlar; sadece
kendi ailesi içinde kapalı bir kutu içinde yaşayanlar maalesef bu anlamda
başarısız oluyor. Kadınların erkeklerden daha uyumsuz olması, hep evde kapalı
kalmalarından, erkeklerin izin vermemesinden( kadın kısmı anlamaz, evinde
oturur, çocuk bakar zihniyetinden) kaynaklı çoğu kez.
Burada
en iyi örnek; köylerimizden Almanya’ya giden 1. Ve 2. Kuşak arasında yaşandı
galiba. Henüz kendi yurdunda büyük şehir görmemişken, birden bire modern ve
kendilerine her şeyiyle yabancı bir kentte hep kapalı kaldılar. Zaman içinde
kendi dükkanlarını, kendi lokantalarını açıp, adeta mini mahalleler yarattılar.
Köyde yaşadıkları gibi yaşadılar. Ne kıyafet, ne tavır, ne de konuşma
bakımından hiçbir şeyi benimseyemediler.
Kendilerinden çok şey kaybedeceklerini sandılar belki de(bir yönüyle haklı da
olabilirlerdi kendi açılarından, çünkü çok uç noktalarda vardı gözlerinin
önünde) Ama 3. Nesil bunu kırdı ve gelişmeyi, yenilikleri almayı başardı. Dil
konusunu doğuştan kazandığı ve zorluk çekmeden uyum sağladığı için de, sonuçta
en yüksek mevkilere kadar gelebilme şansını yakaladı. Bir kente uyum sağlamanın
en güzel örneği bence onlar oldu.
‘’Kent,
kenti yönetenlerden çok YAŞAYANLARındır’’ demiş Sn. Cahit Büyükkanber. Ben bu sözü çok sevdim çok da doğru. Ve yine
eklemiş; ‘’kendine kente ait hissedenler çevreye ve
kentin getirdiği sosyal anlayışlara daha pozitif bakar’’ diye.
Bir kişi hangi ortamda olursa olsun o ortamı benimserse; uyum, huzur, verimlik, o oranda artıyor. Bu küçük alanda da böyle, kent gibi büyük alanlarda da.
Bir kişi hangi ortamda olursa olsun o ortamı benimserse; uyum, huzur, verimlik, o oranda artıyor. Bu küçük alanda da böyle, kent gibi büyük alanlarda da.
‘’Kent-birey ilişkisi iyi kurulmalıdır. Kentle
ilgili verilecek her türlü kararın altında o kentte yaşayanların onayı olması
gerekir yani katılımı olması gerekir; Neden derseniz kent kenti yönetenlerden
daha çok orada yaşayanlarındır da ondan.’’ Sn. Cahit Büyükkanber’in bu
cümlesine katılmamak elde mi?
Sosyal sorumluluk bilincine sahip bireylerin kentlerine sahip çıkıp, hem kendi hem çevresi ve sonra da bütün kent için güzel gelişmeleri desteklemesi, arkalarında durup ben de varım demesi, bunu cesurca dile getirmesi, onaylamadığı konularda hakkını sonuna kadar savunması gerekiyor ki; atılan her adımda taşlar daha sağlam zeminlere otursun ve kalıcı olsun. Hiçbir şey yapmadan sadece şikayet etmekle, hep eksiklikleri görüp, yapılan iyi şeyleri görmezden gelmekle hiçbir yere gelinmediği ortada maalesef.
‘’Sosyal ve kültürel zenginlikleri kentlilik
bilincinin çoğalmasında kullanılmasıyla, tüm toplumsal kesimlerin kent yaşamına
katılmasıyla, kentin kentliyi hayatın içine çekmesiyle kentlileşme sürecinde
önemli bir mesafe alınacaktır. Kentteki bu aktif yaşam döngüsü kent
kültürünü oluşturacaktır. Kent kültürü harmanında yetişmiş birey kendini daha
iyi ifade edebilecek, kent için yapılan her konuda fikrini
söyleyebilecek, sivil toplum kuruluşlarında yer alabilecek, toplumsal duyarlılığı
olan ve toplumsal dayanışmaya önem veren “kentli birey” olarak kentlilik
bilincinin oluşmasına katkı sağlayacaktır’’(C.Büyükkanber)
Buradaki ‘’AKTİF
YAŞAM DÖNGÜSÜ’’ en can alıcı sözcükler olmuş.
Evet kendini o kente ait hissedenlerle beraber uyum ve katılım artacağından,
daha rahat ve huzurlu bir yaşamın yolları da o denli kolay açılacaktır.
Kentleşmenin
iki anlamı; dar anlamıyla sadece sayısal çoğunluk; geniş anlamıyla
sanayi ve
ekonomik göstergelerin fazlalığı ki asıl olan da bu zaten.
yoğun
olması bir yana, yaşam biçimlerindeki köklü ve güzel değişikliklerle yaratılan
yaşam biçimini hedeflemek lazım her kentte. Aşırı göç alan kentlerde bu durum
daha da zor elbette. İşte bu nedenle bir yandan kentleri kentlileştirmeye
çabalarken; öte yandan insanları kendi topraklarında mutlu edecek nedenleri
yaratmak lazım.
Yaşanacak olası riskleri minimize etmek açısından bu son derece önemli bir nokta.
Son zamanlarda kent içinde yaşayanların bu kaostan kendilerini kurtarma gayesiyle, adeta kendi kozalarını yaratıp tüm çevreden kendilerini soyutlama yolunu seçtiklerini gözlemlemek mümkün. İstanbul boğazında her iki yakada salınan yalıların yüksek duvarları bunun en güzel örneği. O sahil şeridinde denizi hiç göremeden geçiyorsunuz maalesef. Ya da özel sitelerde yaşayan bir kısım burjuvanın özel korumalarla, yüksek çitlerle ve her türlü güvenlik donanımı ile kendilerini korumaya alması bu soyutlamanın bir başka örneği. (Devamı 2/3 te)
Son zamanlarda kent içinde yaşayanların bu kaostan kendilerini kurtarma gayesiyle, adeta kendi kozalarını yaratıp tüm çevreden kendilerini soyutlama yolunu seçtiklerini gözlemlemek mümkün. İstanbul boğazında her iki yakada salınan yalıların yüksek duvarları bunun en güzel örneği. O sahil şeridinde denizi hiç göremeden geçiyorsunuz maalesef. Ya da özel sitelerde yaşayan bir kısım burjuvanın özel korumalarla, yüksek çitlerle ve her türlü güvenlik donanımı ile kendilerini korumaya alması bu soyutlamanın bir başka örneği. (Devamı 2/3 te)
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
17.06.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder