Kadın
olmanın en güzel süreci bizi erkeklerden ayıran doğurganlığımız. Doğada dişilerin
doğurganlığı olmasaydı, hayatın ve canlıların nesli devam edemezdi. Kadınlara bahşedilen
bu güzelliğin, onlara annelik gibi son derece ulvi bir donanımla geri dönmesi
ise tartışmasız en özel durum.
Her kadın vakti ve zamanı geldiğinde anne
olmayı, bebeğini kucağına alıp kokusunu içine çekmeyi arzu eder. Doğacak
çocuğun sevgiyle, ihtimamla ve tüm güzel duygulara doyurularak adam gibi
yetiştirilmesi açısından şartların tamamlanması oldukça önemli. Eğer
şartlar yeterli değilse, istenmeden bir çocuk dünyaya getirmek kadın için en
büyük azap olur. Çünkü dokuz ay gibi uzun ve sancılı bir süreçte hem bedenen
hem de ruhen yıpranmalar söz konusudur.
Gebelik
zaten başlı başına zorken bir de işin içine istenmeyen gebelik girerse vay
kadının haline. Düşünsenize istemediğiniz halde, sadece mecbur kaldığınız ya da daha fenası mecbur bırakıldığınız için;
dokuz ay neredeyse mahkum gibi yaşamayı… Üstelik an be an büyüyen bir karınla,
değişen hormonlar ve ruh haliyle. Hiç kolay değil.
Gelecek
endişesi, doğacak bebeği için taşıdığı korkular, çevrenin baskısı, ailesinin sıkıştırmaları, hatta bitmek bilmez
ısrarları, her gün ağlamaya daha meyilli ruh haliyle kadının dayanma
sınırlarını öyle zorlar ki…
İstenmeyen
gebeliklerde pek çok neden söz konusu. Hemen hepsinde de maalesef kadınların
rızasını almayı bırakın, kullanılacak bir mal gibi gören ruhsuz, duygudan
yoksun, duyarsız erkekler en büyük etken.
Tecavüz
gibi insanlık dışı bir olaya mahkum olup, o kötü hatıranın izlerini bedeninden
ve ruhundan silemezken; bir de her gün o anı hatırlatacak bebeğin karnında
büyüyor olması kadın için nasıl büyük bir travmadır bilir misiniz? Ya da henüz
kendisini anne olmaya hazır hissetmiyorken, eşinin ya da etrafının baskısı
yüzünden veya korunma yollarından bihaber olmaları nedeniyle gebe kalanlar…
İlerde engelli bir bebeği olacağını henüz anne olmanın sevincini yaşayamadan
öğrenen , hatta bu arada çok sevdiğini sandığı eşi tarafından bir başına bırakılıp
terk edilen kadının dramını ise anlatmaya kelimeler yetmez inanın.
Hepsi
birbirinden zor durumlar ve tümünde kadın hep en çaresiz konumda. Kaderiyle, kararları
ile baş başa...
Elbette
içlerinde en ağır tablo; yaşananlar ve unutulması zor durumu nedeniyle tecavüze
uğrayan ve ruhen bedenen en ağır işkenceyi yaşayan kadının gebeliği gösterir.
Düşünsenize hem size zorla sahip olunmuştur, hem de o acı anın hatırası
karnınızdadır. Bu ne yaman çelişkidir.
Peki
engelli bir çocuk dünyaya getirme riski, gelecek endişesini kat be kat
artırmaz, annelik sevincini gölgelemez mi?
İşte
tüm bu olumsuzluklar içinde kadın kendisi için hiç de kolay olmayan bir karar
verir. KÜRTAJ… Aslında hangi kadın madeni bir bıçakla en mahrem yerlerinin,
derinliklerinin kazınmasını ister ki? Sorarım size? Kolay mı sanırsınız bu işi,
hafife mi alırsınız yoksa? Zordur hem de çok zor. İçinizde tutunmaya çalışan,
masum, her şeyden habersiz bir canlının yok oluşuna tanıklık etmek, bunu
birebir yaşamak, o sızıları duymak.
Üstelik
kadınların bu sancılı süreçlerde hep yapayalnız olduklarını unutmayalım; yalnız
ve çaresiz…
O
esnada yanlarında bir erkek figürü dahi yoktur. Ve genelde gencecik yaşlarında
sırtlanırlar bu ağır sorumluluğu. Pek çok kez korkularından ailelerinden bile
gizli saklı hareket ederler. O iç ürperten odada, o engizisyon mahkemelerinin
işkence aletlerine benzer yatakta, o trajik anı beklerken tutunacak bir elleri,
yaslanacak bir omuzları yoktur.
Ya
sonrasında… içinizde bir boşluk, bir hiçlik duygusu. Bir yanda korkular öte
yanda bir canlının hayatını yok etme kararı, öte yanda kaybolan ümitler. Hangi
birine üzülsün ki kadın, hangi birine yansın? Kadınlığından pişmanlık duyduğuna
mı, dünyaya böylesi bir kaderle geldiğine mi, karşısına çıkan kör talihe mi?
Kürtaj…
ismi bile insanı ürkütmeye yetiyor aslında, hele o soğuk yüzüyle tanışmak… işte
bunu yaşamayan bilemez kolay kolay. Çünkü ben inanıyorum ki hiçbir kadın mecbur
olmadıkça kürtaj kararını almaz, alamaz. Öncelikle kadınlık, sonra da annelik
dürtüleri buna izin vermez.
Ama
şartlar, ah… o şartlar… kadınları öyle bir zorlar, öyle dipsiz kuyulara atar ki…
Mecbur kalırsınız; kendi hayatınızı riske atarak, bir canlının ölüm fermanını
imzalamaya.
Dışarıdan
bakmak, üzerinde konuşmak, yorum yapmak; ‘yapsaydı, yapmasaydı, mutlaka doğursaydı’
demek kolay. Hele bir yaşayın da görün o sancı dolu anları. O nasıl bir ikilem,
nasıl bir iç yangınıdır ki kadının kabusu olur, yıllar geçse de üzerinden
unutturmaz kendini.
Çocuk
daha ana rahmine düştüğü andan itibaren, kadında öyle bir duygu hali, öyle bir
annelik dürtüsü oluşmaya başlar ki; o sahiplenme duygusuyla henüz bir fasulye
tanesi bile olmayan canının canına öyle bir bağlanır ki. Sevgisi çoşkun
ırmaklar misali öyle taşar, kabına sığamaz olur ki. Tüm bunları bir kalemde
silip, kürtaj gibi radikal bir kararla ondan kurtulmaya çalışması için; gebe
kalmasına sebep olan o korkunç travmanın bu duygularının önüne geçmesi gerekir.
Yoksa normal şartlarda hiçbir kadın yavrusunun kılına zarar gelsin istemez.
İstenmeden
doğan çocuklara hayatın yegane ilacı sevgi verilemediği için, sevgisiz büyüyen çocuklarda suça teşvik, suça eğilim ve suç
işleme oranında büyük artışlar kaydedildiği de acı bir gerçek. Üstelik Çocuk
Esirgeme Kurumlarının, yurtların içler acısı hali, yaşanan bildiğimiz
bilmediğimiz pek çok acı olaya tanıklık ediyor. Ne aile yanında ne de o
yuvalarda itilmişliğin önüne geçilemezken; istenmeyen gebeliklerde zorla doğurmaya
yönlendirmek, baskı uygulamak ne derece doğru olur, bir kez daha düşünmek
gerek. Kadına hayatı boyunca hep ikinci mal muamelesi gören toplum
düşüncesinden uzaklaşıp, herkesin kararına saygı duymak en güzeli değil mi?
Hiçbir
koşul koymadan, sevgi ve şefkat gösterebileceğiz çocuklar yetiştirmek bizim en
büyük gayemiz olmalı. Bunları veremeyeceğimiz bebekler doğurmak, nasıl olsa bir
yolu bulunur demek, işi tamamen kadere teslim etmek ve sonrasında olacakları
görmezden gelmek bizim gelecek nesillerimize yapacağımız en büyük bencillik
olur bence. Siz ne dersiniz? Dünya gerçekten güllük gülistanlık değil,
gerçekler acı olsa da baştan önlem almak en iyisi. Ama bu önlemler yasaklarla
değil, kötü durumların oluşmasına zemin hazırlamamak adına yapılacak gayretlerle
olmalı.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
06.06.2012
Gene çok önemli bir konuya parmak basmışsınız. Ellerinize ve yüreğinize sağlık.
YanıtlaSil