17 Haziran 2012 Pazar

KÜRTAJIN SOĞUK YÜZÜ


Kadın olmanın en güzel süreci bizi erkeklerden ayıran doğurganlığımız. Doğada dişilerin doğurganlığı olmasaydı, hayatın ve canlıların nesli devam edemezdi. Kadınlara bahşedilen bu güzelliğin, onlara annelik gibi son derece ulvi bir donanımla geri dönmesi ise tartışmasız en özel durum. 

Her kadın vakti ve zamanı geldiğinde anne olmayı, bebeğini kucağına alıp kokusunu içine çekmeyi arzu eder. Doğacak çocuğun sevgiyle, ihtimamla ve tüm güzel duygulara doyurularak adam gibi yetiştirilmesi açısından şartların tamamlanması oldukça önemli. Eğer şartlar yeterli değilse, istenmeden bir çocuk dünyaya getirmek kadın için en büyük azap olur. Çünkü dokuz ay gibi uzun ve sancılı bir süreçte hem bedenen hem de ruhen yıpranmalar söz konusudur.

Gebelik zaten başlı başına zorken bir de işin içine istenmeyen gebelik girerse vay kadının haline. Düşünsenize istemediğiniz halde, sadece mecbur kaldığınız  ya da daha fenası mecbur bırakıldığınız için; dokuz ay neredeyse mahkum gibi yaşamayı… Üstelik an be an büyüyen bir karınla, değişen hormonlar ve ruh haliyle. Hiç kolay değil.
Gelecek endişesi, doğacak bebeği için taşıdığı korkular, çevrenin baskısı,  ailesinin sıkıştırmaları, hatta bitmek bilmez ısrarları, her gün ağlamaya daha meyilli ruh haliyle kadının dayanma sınırlarını öyle zorlar ki…

İstenmeyen gebeliklerde pek çok neden söz konusu. Hemen hepsinde de maalesef kadınların rızasını almayı bırakın, kullanılacak bir mal gibi gören ruhsuz, duygudan yoksun, duyarsız erkekler en büyük etken.

Tecavüz gibi insanlık dışı bir olaya mahkum olup, o kötü hatıranın izlerini bedeninden ve ruhundan silemezken; bir de her gün o anı hatırlatacak bebeğin karnında büyüyor olması kadın için nasıl büyük bir travmadır bilir misiniz? Ya da henüz kendisini anne olmaya hazır hissetmiyorken, eşinin ya da etrafının baskısı yüzünden veya korunma yollarından bihaber olmaları nedeniyle gebe kalanlar… İlerde engelli bir bebeği olacağını henüz anne olmanın sevincini yaşayamadan öğrenen , hatta bu arada çok sevdiğini sandığı eşi tarafından bir başına bırakılıp terk edilen kadının dramını ise anlatmaya kelimeler yetmez inanın.

Hepsi birbirinden zor durumlar ve tümünde kadın hep en çaresiz konumda. Kaderiyle, kararları ile baş başa...

Elbette içlerinde en ağır tablo; yaşananlar ve unutulması zor durumu nedeniyle tecavüze uğrayan ve ruhen bedenen en ağır işkenceyi yaşayan kadının gebeliği gösterir. Düşünsenize hem size zorla sahip olunmuştur, hem de o acı anın hatırası karnınızdadır. Bu ne yaman çelişkidir.

Peki engelli bir çocuk dünyaya getirme riski, gelecek endişesini kat be kat artırmaz, annelik sevincini gölgelemez mi?

İşte tüm bu olumsuzluklar içinde kadın kendisi için hiç de kolay olmayan bir karar verir. KÜRTAJ… Aslında hangi kadın madeni bir bıçakla en mahrem yerlerinin, derinliklerinin kazınmasını ister ki? Sorarım size? Kolay mı sanırsınız bu işi, hafife mi alırsınız yoksa? Zordur hem de çok zor. İçinizde tutunmaya çalışan, masum, her şeyden habersiz bir canlının yok oluşuna tanıklık etmek, bunu birebir yaşamak, o sızıları duymak.

Üstelik kadınların bu sancılı süreçlerde hep yapayalnız olduklarını unutmayalım; yalnız ve çaresiz…

O esnada yanlarında bir erkek figürü dahi yoktur. Ve genelde gencecik yaşlarında sırtlanırlar bu ağır sorumluluğu. Pek çok kez korkularından ailelerinden bile gizli saklı hareket ederler. O iç ürperten odada, o engizisyon mahkemelerinin işkence aletlerine benzer yatakta, o trajik anı beklerken tutunacak bir elleri, yaslanacak bir omuzları  yoktur.

Ya sonrasında… içinizde bir boşluk, bir hiçlik duygusu. Bir yanda korkular öte yanda bir canlının hayatını yok etme kararı, öte yanda kaybolan ümitler. Hangi birine üzülsün ki kadın, hangi birine yansın? Kadınlığından pişmanlık duyduğuna mı, dünyaya böylesi bir kaderle geldiğine mi, karşısına çıkan kör talihe mi?

Kürtaj… ismi bile insanı ürkütmeye yetiyor aslında, hele o soğuk yüzüyle tanışmak… işte bunu yaşamayan bilemez kolay kolay. Çünkü ben inanıyorum ki hiçbir kadın mecbur olmadıkça kürtaj kararını almaz, alamaz. Öncelikle kadınlık, sonra da annelik dürtüleri buna izin vermez.

Ama şartlar, ah… o şartlar… kadınları öyle bir zorlar, öyle dipsiz kuyulara atar ki… Mecbur kalırsınız; kendi hayatınızı riske atarak, bir canlının ölüm fermanını imzalamaya.

Dışarıdan bakmak, üzerinde konuşmak, yorum yapmak; ‘yapsaydı, yapmasaydı, mutlaka doğursaydı’ demek kolay. Hele bir yaşayın da görün o sancı dolu anları. O nasıl bir ikilem, nasıl bir iç yangınıdır ki kadının kabusu olur, yıllar geçse de üzerinden unutturmaz kendini.

Çocuk daha ana rahmine düştüğü andan itibaren, kadında öyle bir duygu hali, öyle bir annelik dürtüsü oluşmaya başlar ki; o sahiplenme duygusuyla henüz bir fasulye tanesi bile olmayan canının canına öyle bir bağlanır ki. Sevgisi çoşkun ırmaklar misali öyle taşar, kabına sığamaz olur ki. Tüm bunları bir kalemde silip, kürtaj gibi radikal bir kararla ondan kurtulmaya çalışması için; gebe kalmasına sebep olan o korkunç travmanın bu duygularının önüne geçmesi gerekir. Yoksa normal şartlarda hiçbir kadın yavrusunun kılına zarar gelsin istemez.

İstenmeden doğan çocuklara hayatın yegane ilacı sevgi verilemediği için, sevgisiz büyüyen  çocuklarda suça teşvik, suça eğilim ve suç işleme oranında büyük artışlar kaydedildiği de acı bir gerçek. Üstelik Çocuk Esirgeme Kurumlarının, yurtların içler acısı hali, yaşanan bildiğimiz bilmediğimiz pek çok acı olaya tanıklık ediyor. Ne aile yanında ne de o yuvalarda itilmişliğin önüne geçilemezken; istenmeyen gebeliklerde zorla doğurmaya yönlendirmek, baskı uygulamak ne derece doğru olur, bir kez daha düşünmek gerek. Kadına hayatı boyunca hep ikinci mal muamelesi gören toplum düşüncesinden uzaklaşıp, herkesin kararına saygı duymak en güzeli değil mi?

Hiçbir koşul koymadan, sevgi ve şefkat gösterebileceğiz çocuklar yetiştirmek bizim en büyük gayemiz olmalı. Bunları veremeyeceğimiz bebekler doğurmak, nasıl olsa bir yolu bulunur demek, işi tamamen kadere teslim etmek ve sonrasında olacakları görmezden gelmek bizim gelecek nesillerimize yapacağımız en büyük bencillik olur bence. Siz ne dersiniz? Dünya gerçekten güllük gülistanlık değil, gerçekler acı olsa da baştan önlem almak en iyisi. Ama bu önlemler yasaklarla değil, kötü durumların oluşmasına zemin hazırlamamak adına yapılacak gayretlerle olmalı.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

06.06.2012

1 yorum:

  1. Gene çok önemli bir konuya parmak basmışsınız. Ellerinize ve yüreğinize sağlık.

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...