Bir toplum içinde yaşarken birey
olmanın verdiği hak ve özgürlükleri layıkıyla kullanmak lazım geldiğine
inananlardanım. Başkalarının özgürlük alanına girmediğimiz ve bir şekilde
onların haklarını kısıtlamadığımız sürece; bir birey olarak yapmamız gereken de
bu olmalı diye düşünüyorum. Hem kendimiz için, hem içinde yaşadığımız toplum,
hem de gelecek nesillerimizin mutluluğu için.
Hepimiz her konu üzerinde şu ya da
bu şekilde düşünüyoruz. Düşüncelerimizi çeşitli şekillerde ifade ediyor ve
paylaşıyoruz. Bu anlamda kendimizi ne kadar geliştirirsek, ne kadar çok bilgi
sahibi olursak o kadar kolay ifade eder, doğru şekilde anlatır ve
karşımızdakileri de yine doğru anlayabiliriz. Sabırla saygıyla dinlemenin
erdemini karşımızdakine yansıtırken, düşüncelerini rahatça açıklamasına izin de verebiliriz. Ama
eğer bir konudan bihabersek, o konu üzerinde bırakın yorum yapmayı sağlıklı düşünmemiz
bile mümkün olmaz ki…
Güzel ülkemde ne yazık ki sorgulama,
düşünme, medeni platformlarda tartışma, saygıyla dinlemeyi becerme ve cesaretle
düşüncesinin arkasında durma gibi HEPİMİZDE olması gereken tüm bu özellikleri
geliştirmede bir arpa boyu yol alamadık. Bunu seminerlerde, tartışma
platformlarında, seçimlerde, hatta karşılıklı diyaloglarımızda bile an be an
yaşıyor ve tanık oluyoruz.
Bireysel tercih yapmaktan da bir
o kadar uzağız. Çünkü korkuyoruz her şeyden ve herkesten. Tabiri
yerindeyse üç maymunu oynuyoruz; istesek de istemesek de. İçinde bulunduğumuz
şartlar, gelecek kaygısı, işini gücünü hatta şimdilerde özgürlüğünü kaybetme
korkusu bunlar…
Ama daha mutlu, daha saygın, daha
duyarlı bir toplum özlemini çekiyor ve bir bütün olarak mutlu olmayı istiyorsak
artık yenilenme vaktimiz geldi de geçiyor. Kendi kabuğumuzu kırıp, içimizdekiyle
önce kendimizin yüzleşmesi gerek. Sonra da eksiklerimizi tamamlama yoluna
gitmeli bir an önce. Bolca okuyarak, etrafımızda olan bitene duyarlı olarak,
geniş bir yelpazeden bakmayı deneyerek, gönül gözümüzü açarak ve sıkça empati
yaparak. Bunlar öyle hemen isteyince olabilecek şeyler değil. Evet önce
istemek gerekli, ama sonrasında da yılmadan pes etmeden denemek ve sabırla
öğrenmeye çalışmak gerek. Ancak o zaman kendimize olan güvenin desteği ile
düşüncelerimize sahip çıkabilir; tercihlerimizde kimsenin baskısına boyun eğmeden,
sadece kendi doğrularımızı paylaşıp savunabiliriz.
O istedi, bu istedi, şu şart koştu…
bunlar bitmez. Bir kez ipi elimizden kaçırırsak, ardı arkası da kesilmez
isteklerin ve hep kendilerine isterler ne yazık ki bir kez olsun karşısındakini düşünmeden.
O halde bizim için karar veren ve düşünen insanlar yerine; kendimiz düşünelim özgürce ve hepsinin de arkasında duralım cesaretle. Bu da bilgiyle, konuyu iyi öğrenmekle, merak edip araştırmakla, ardında arkasında ne olduğunu merak edip doğru kaynaklardan öğrenmekle mümkün. Çünkü konu her ne olursa olsun bir konu hakkında konuşabilmek, fikir üretmek ve başkalarıyla paylaşmak, yorum yapabilmek, yapılan yorumlara cevap hazırlamak için konuya ilgi duymak, ne olduğunu öğrenmek, neden niçin sorularına cevap bulmaya çalışmak gerek.
Çocuklarımızı da bu şekilde eğitmek
lazım ki, zamanı ve vakti geldiğinde haklarını savunabilsinler. Susup oturmak
boyun eğmek yerine araştırmacı kişilikleriyle güvenli bakış açılarıyla hayatı
sorgulasınlar. Bu dediklerimiz elbette ki isyan etmek, baş kaldırmak, her şeye
karşı çıkmak değil. Özünde insan olmanın ve kendine güvenin tadıyla, birer
birey olarak toplumdaki SAYGIN YAPISINI ve YERİNİ KORUMAK olmalı... Bu da
iyi bir eğitimle mümkün ki, bu eğitime aile, okul ve sonrasında kendi
kendimizin ömür boyu süren bilgi akışı girmeli.
Bu eğitimin ilk adımı ailelerde,
anne ve babaların yanında atıldığına göre biz ebevynlere büyük bir görev ve
sorumluluk düşüyor. Çocuklarımızı kendi bildiğimiz kalıplarla ve kendi
yapamadıklarımızı yaptırma kaygısı yerine heyecanla araştırmaya yönelik
çocuklar olmalarını sağlamamız lazım. Tam bu noktada gelin Buket Uzuner’in SU
romanındaki bir bölüme bakalım.
‘’Öğrendiklerimin ne kadarını anlıyordum,
bunu şimdi yetişkin bir kadın olarak yorumladığım için söylemem zor, ama
öğrenme sevinciyle sarhoş olup ayaklarım yerden eksilecek kadar çoşkuyla
uçtuğumu, şimdi iki şişe şarabın bile beni o kadar yükseltemediğini
söyleyebilirim. Olasılıkla bana öğretilenlerin çok azını anlıyordum, ancak
ÖĞRENMENİN ve KEŞFETMENİN sarhoş edici zevk tohumu bir kere ekilmişti içime.
‘’
İşte bu heyecanı, bu zevki aşılamamız
gerkiyor çocuklarımıza ki araştırmayı, soru sormayı sevsinler; sadece önlerine
konanlarla yetinmeyip merakla araştırma yapabilsinler.
Çocuklarımız birey olmayı
öğretirken, güven duygusunu aşılarken, BEN de bir bireyim diyebilecek kıvama
gelmesi aşamasında ise dikkat edilecek en önemli öğe, o sınır çizgisini iyi
belirlemek elbette. Çünkü insan bir kez BEN demeye görsün, bir anda o çizgiyi
aşıp egosuna tutsak bencil bir birey haline de gelebiliyor maalesef. Oysa ki
birey olmanın keyfini, ben de varım ama BÜTÜNÜN BİR PARÇASIYIM diyebilmenin tadını
yakalamak gerek. Çocuklarımıza özgür düşünmeyi, paylaşmayı öğretirken sevgiyle
tüm boşlukları doldurmalıyız ki, bencillikten uzak dursunlar. Paylaşmayı
bilsinler. Paylaşırken insanın aslında çoğaldığını yaşayarak bizzat
tecrübelerle öğrensinler. Kendilerine ve etraflarındaki her şeye sevgi dolu
gözlerle bakmasını bilsinler.
Hiçbir
koşul koymadan, sevgi ve şefkat gösterebileceğiz çocuklar yetiştirmek bizim en
büyük gayemiz olmalı. Çünkü çocuklar sevgiyle nefes alır ve sevginin o tatlı
pınarından içtikçe hayata tebessümle bakmayı öğrenirler. Ruhlarını sevgiyle
beslediğimiz zaman her türlü zorluğa karşı koyama gücünü bulur, istediklerinin
peşinden daha rahatça koşabilirler.
Bir
zamanlar Avustralya Yerlileri olan Aborjinler’ in hiç istisnasız, bebeklerini
iki yıl boyunca göğüslerinde taşıdıklarını okumuştum. Sürekli sevgiyle
gülümseyen annelerini görerek büyüyen bebekler bunlar. Çocukları dinlemeyi,
onların söylediği çocukça sözcüklerdeki derin anlamı kavramaya çalışmak aslında
bize yol gösterir. Çocukları merak ve ilgiyle dinlemek, söylediklerine kulak
vermek; ilerde onlara seslerini duyurmayı öğretir. Çocukları yüreklendirmeli,
güçlendirmeliyiz. Onları doldurmalıyız. Kendisi olması için cesaretlendirmeli
ve güven duymasını sağlamalıyız. Toplumun ve bizlerin onlardan yararlanması
için onlara tüm bunları vermek gerek. Farklı olsa da yanında olmalı, farklı
kalıplara sokmak yerine kendisi olmasına yol açmalıyız.
Sonuçta Buket Uzuner’ın severek
okuduğum romanında bir bölüm var ki, neredeyse benim hayat felsefemi özetliyor.
Yazımızı bu cümlelerle sonlandırmak en güzeli bence. ‘’Çıkarsız paylaşılan saf mutluluk o
kadar eşsiz ve nadir bir güzelliktir ki, onun bu yüzden dünyada daima en çok
kıskanılan ve satın alınamayacak tek mutluluk olduğu söylenir.’’
İşte böylesi mutlulukları yakalamak
için de hayli zor ve çetin bir süreç çocuklarımızı, birer birey olarak bizleri
bekliyor; ama sonundaki güzelliği yaşamaya değer bence. Ne dersiniz?
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
05.06.2012
NOT:Bu yazıyı yazmam için beni yüreklendiren, hatta ismini koyarak yolumu açan Sn. Cahit BÜYÜKKANBER'e sonsuz teşekkürlerimle.
NOT:Bu yazıyı yazmam için beni yüreklendiren, hatta ismini koyarak yolumu açan Sn. Cahit BÜYÜKKANBER'e sonsuz teşekkürlerimle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder