Dokunmanın MUZİCESİne kaldığımız noktadan devam ediyoruz; gerçek yaşam öykülerini okumadan geçmeyin derim ben...
Dokunmanın gücü bir de düşünce gücüyle birleştiğinde aslında pek çok hastalığa şifa da bulunuyor ve dünyanın pek çok ülkesinde bu konuda yapılan bilimsel araştırmalar bunu kanıtlayacak örneklerle dolu.
Dokunmanın gücü bir de düşünce gücüyle birleştiğinde aslında pek çok hastalığa şifa da bulunuyor ve dünyanın pek çok ülkesinde bu konuda yapılan bilimsel araştırmalar bunu kanıtlayacak örneklerle dolu.
İngiltere’de Londra üniversitesi Nöroloji Bölümünden bilim adamları; aslında son derece karmaşık olan fiziksel ağrıyı azaltmak için ‘’KENDİNE DOKUNMA’’ yöntemini öneriyor. Yaralandığınızda, bedeninizin herhangi bir yerinde ağrı, sızı hissettiğinizde hemen elinizle o bölgeye dokunmanın ağrıyı sızıyı hafiflettiğini söylüyorlar. Çünkü otomatik olarak düşünce gücü hareket geçiyor ve kişinin o noktaya yoğunlaşması sağlanıyor. Eğer elinizi çekerseniz ağrı aynı noktadan yeniden başlıyor.
Yine aynı araştırmada bu kez deneklere farklı sıcaklıktaki üç noktaya üç parmakları ile dokunmaları isteniyor. Bu noktalardan ikisi soğuk ve sadece bir tanesi yakıcı sıcaklıkta olduğu halde deneklerin parmaklarının üçü de yanıyor, hatta su bile topluyor.
İşte tüm bunlar düşünce gücünün dokunmaya etkisinin en güzel örnekleri aslında.
Amerika Harvard Tıp Fakültesinde yapılan bir başka araştırma ise bize yine dokunmanın nasıl güzel ve iyileştirici gücü olduğunu adeta kanıtlar nitelikte. Doktorlar ameliyata girmeye hazırlanan hastaları iki gruba ayırıyorlar. Anestezi uzmanı ve psikologlar tarafından her iki gruba da önce ameliyat hakkında bilgi veriliyor. Ve ardından sadece bir gruba dokunarak, sırtları sıvazlanarak güven duygusu da aşılanıyor. Ertesi sabah ameliyata girecek olan gruplardan ikincisi, yani dokunularak ameliyata hazırlananlar geceyi daha rahat bir uykuyla geçiriyor, ameliyata daha kolay hazırlanıyor, enfeksiyonlara kapılmadan ameliyattan çıkıyor ve sonuçta daha çabuk iyileşiyor. Diğer grupta ise uykusuzluk, enfeksiyona kapılma durumları gözleniyor.
Yine Amerika’da bir başka hastane araştırmasında; prematüre (erken doğan ) bebeklerin büyümesini sağlamak için dokunarak, masaj yaparak iletişim kurulduğunda; daha çabuk kilo aldıkları, daha düzenli uyudukları görülüyor. Ve bu bebekler ileri ki yıllarda da daha iyi iletişim kurabilen, daha hızlı odaklanan bebekler olarak büyüyorlar. Dolayısıyla Amerika bu araştırmayı biraz daha derinleştiriyor ve bakın nelerle karşılaşıyorlar? Her yıl Amerika’da 470.000 erken doğum gerçekleşiyor. Bu tür bebeklerin normal hale gelinceye kadar hastane ortamında steril şekilde bakılmaları ve hastane de uzun süre kalmaları gerektiği için; bu durum gerek ailelerine gerekse sigorta şirketlerine hayli yüklü bir bedele mal oluyor. Doktorlar; sadece süt verme aşamasında sırtı sıvazlanan bebeklerin normalden hızlı gelişme seyri izledikleri ve beklenenden kısa sürede taburcu edildikleri tespit edilince bu uygulamaya ağırlık veriliyor. Sonuçta bu basit dokunma terapisi sayesinde ülkeye önemli miktarda bir kaynak tasarrufu sağlanmış oluyor. Bu nedenle de hızla DOKUNMA ARAŞTIRMA MERKEZLERİ kurulmaya başlanıyor.
Şimdi gelin üç güzel GERÇEK YAŞAM ÖYKÜSÜNE göz gezdirelim beraberce…
İlkinde gelin Almanya’ya uzanalım. Birinci Dünya Savaşı sırasında anne babası ölen bebekler burada bakılmak üzere bir kreşte toplanıyor. Düzenli bakım ve beslenmeleri sağlandığı halde bebeklerin hepsi yaşamını kaybediyor. Ancak içlerinden bir tanesi yaşama sımsıkı tutunup hayatta kalmayı başarıyor. Nedeni ise geceleri kreşi temizlemeye gelen bir bakıcı kadının bu bebeğe özel ilgi göstermesi, temizlik sonrası kucağına alıp sevmesi. Ve sonuçta dokunulma ihtiyacı kısmen de olsa karşılanan bebek , o yaşam savaşını kazanıyor. İşte dokunmanın gücü ve büyüsü burada devreye giriyor.
Diğer iki öykü de inanılmaz aslında.
Britanya’da dünyaya gelen ikizlerden söz edeceğim şimdi sizlere. Bu ikizler dünyaya geldikten hemen sonra , doktorlar yaptıkları tetkik neticesinde sadece bir tanesinin yaşayabileceğini; diğerinin ise yaşam şansı olmadığını belirtiyorlar. Ve aldıkları kararla ikizleri AYRI kuvözlere alıp, tabiri yerindeyse diğerini ölüme terk ediyorlar. Ama aynı hastanede çalışan bir bebek hemşiresi ikizlerin ayılmasına dayanamıyor ve kimseye danışmadan ikizleri tekrar AYNI kuvöze alıyor. Ve mucize işte tam o anda gerçekleşiyor. Sağlıklı olan bebek, içgüdüsel bir şekilde ölümü bekleyen kardeşine koluyla sarılıyor. Ve bu sarılış anında etkisini gösteriyor. Hayatından ümit kesilen kardeşin kalp atışları ve vücut ısısı normale dönüyor. Böylece minicik bir bebek sadece DOKUNARAK, yaşamaz denilen ikizini hayata döndürüyor. Bu da tam bir dokunma MUCİZESİ örneği, sizce de öyle değil mi?
Bir başka öykü ise bu fotoğraf karesi ile ilgili. Yüzyılın fotoğrafı seçilen bu karede aslında fazla söze gerek yok, çünkü bu kare her şeyi tüm çıplaklığı ile anlatıyor. Henüz anne karnındayken tıbbi müdahale yapılması gereken henüz doğmamış bebek ameliyat sırasında operatörün parmağını SIMSIKI tutuyor. Kendisinden yardım ve güven beklediğini gösteriyor. İşte bu da bir dokunma MUCİZESİ değil de nedir?
İşte kültür tarihi dünyada ve bizde buna benzer pek çok örnekle dolu aslında. Hepsi de bize dokunmanın iletişimin en güzel, en etkili yolu olduğunu gösteriyor sadece.
Son sözler olarak sevginizi sınırsız yaşayın; coşkularınıza dokunmanın büyüsü de katarak aynı coşkuyla sarılın sevdiklerinize, arkadaşlarınıza… Şımartın hem kendinizi hem de onları; kısacası HAYATA DOKUNUN korkmadan , cesurca, özgürce dokunmaktan yana olun…
HAYATA DOKUNMAKTAN ÇEKİNMEYİN…
Ve dokunduğunuz her gizemli anı yaşam boyunca hep tebessümlerle hatırlayın. Dokunmanın iyileştirici gücünü hem kendiniz hissedin, hem de sevdiklerinize hissettirin… hayata daha olumlu bakmak ve hayatı daha çok sevmek adına…
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
01.01.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder