Biliyorum gerek dünyamız, gerekse ülkemiz olsun çok zor bir
süreçten geçiyor. Evet tüm dengeler bozulmuş durumda; ama her şeye rağmen nefes
aldığımız her ANIN kıymetiyle yaşama tebessüm edebilmek asıl olan. İşte böylesi
zor zamanlarda gurur verici başarı öykülerinden haberdar olmak, bunları
paylaşmak; insanı bir anda kabuğundan çıkmaya zorluyor ve kendisiyle yüzleşmeye
adeta. Üstelik hepimizin böylesi anlamlı rol modellere de ihtiyacı var. Hele hele bu rol modeller zoru, hatta imkansızı
kocaman başarılara döndürmüşler ise…
Her türlü zorluğa ve
olumsuzluğa rağmen kazanılan bir haklı gurur ve başarı öyküsü sözünü edeceğimiz
öykü. Hem de ülkemiz adına büyük bir gurur vesilesi. Şimdi amacım bu yazı
vesilesi ile bu haklı gururu alkışlayacak daha çok kişiye ulaşmak ve belki de
onların hayatlarına küçük dokunuşlar yapmak. Çünkü bu öyle bir yaşam öyküsü ki
her anında cesur bir yüreğin yaşama sımsıkı sarılmış dokunuşları var. Ve hayat
adına hepimizin alacağı muhteşem bir ders.
Engelli olmayı bir
kenara bırakıp hayata azimle asılan ve hedefine başarıyla ulaşan harika bir
insandan söz etmek istiyorum sizlere. Bilenler
varsa da yeniden hatırlayalım beraberce.
Bu mucize öykünün
kahramanı Onur Güntürk.
Ordinaryüs Profesör Dr.
Onur Güntürk.
Tekerlekli sandalyede
bir bilim adamı.
Mahlası TÜRK Hawking.
35 yaşında profesör
olup, en üst bilim mertebesi olan Ordinaryüs Profesörlüğe 39 yaşındayken
yükselen genç bir bilim adamı.
Pek çok bilim ödülü
sahibi.
Nobel’ e aday.
Ve hepsinden önemlisi;
umutsuzlukları UMUDA çeviren KOCAMAN bir YÜREK.
Şair ve yazar Kemal
Yalçın’ın tanımıyla ‘’Beyin evrenini aydınlatan önemli bir yıldız.’’
Tekerlekli sandalyeden
başarınızın zirvesine GURURla çıkan
bu güzel kalbin yaşam öyküsü hepimize
ibret olacak nitelikte…
1958 yılında İzmir’de
doğmuş Onur Güntürk. Hayatını alt üst
eden bisiklet kazasını ise Zonguldak’ta sadece dört yaşındayken bir yaz günü
geçirmiş. Sağ ayağını kesen paslı teneke yüzünden çocuk felci hastalığının o
amansız pençelerine düştüğünde başlamış hayat mücadelesine. Henüz minicik bir
çocukken, tam da oyun çocuğu olacak yaşında. Türkiye’de aylarca süren tedaviler
sonuç vermeyince Almanya’daki dayısının yanına gönderilen Onur, ilk
ayrılıklarını ve ilk acı derslerini orada tatmış ne yazık ki. Yaşından
beklenmeyecek bir olgunlukla tam sekiz ay ailesinden ayrı kalma pahasına
yabancı dil öğrendi. Çünkü tedavinin daha başarılı olması için o ülkenin dilini
öğrenmesi gerekiyordu. Sonuçta dili kavrayınca ailesiyle yeniden bir araya
geldi ve artık tedaviler tüm hızıyla başladı.
Sonuçta yürüyemeyeceği
kesinleşti, ama en azından elini kolunu hareket ettirebilecekti. Bir yandan okuluna devam ediyor, bir yandan
ameliyatları sürüyordu.
Okulundaki tek engelli Türk çocuk olmasına rağmen hiç isyan
etmedi. Ve kendisini kitaplara, okumaya, araştırmaya verdi. Yeni şeyler öğrenme
merakı onun hayata farklı bakmasını sağlıyordu. İşte bu bakış açısı, bu azim ve
merak onu öğretim yıllarında başarıdan başarıya taşıdı. Ortaokul bittiğinde
ailesinin de oturma izni de bittiği için doğduğu şehre geri döndüler. Lise
üçüncü sınıfta katıldığı Tübitak yarışmasında 'balıkların siyah beyaz gördüğünü' kanıtlayan ve finale kalan Onur; aynı yıl liseden birincilikle mezun oldu.
Ardından Almanya’ya geri
dönüp üniversitede psikoloji eğitimine başladı. Tezini beyin üzerine yaptı.
Çocukluğundan itibaren ilgi duyduğu hayvanlar, onların hareketleri ve beyinleri
üzerinde pek çok deney yaptı. İnsan beynine benzerliği olduğu için güvercin
beyni üzerinde yaptığı ameliyatlarla tezini verip üniversiteyi de birincilikle
bitirdi.
Okulda kalıp doktora
yapmaya başladı. Özellikle beynin zedelenmeleri üzerine yoğunlaştı, bu
zedelenmelerin sağ ve sol loplarda yarattığı farklılıkları inceledi. Artık onu
tutmak imkansızdı. İçindeki o müthiş
öğrenme merakıyla beynin işlevleri üzerine iyice yoğunlaştı. 24 yaşında genç bir doktorken Bochum
Üniversitesi Üstün Araştırmalar Ödülü’nü aldı. Sonra da aldığı bursla
Amerika’ya gitti. Dönüşte Almanya’da doçentlik tezini verdi ve Alman Araştırma
Fonu’nun bilim ödülünü kazandı.
35 yaşında elde ettiği profesörlük
unvanıyla yetinmedi. Özellikle güvercinler üzerindeki çalışmalarına hız
vererek; güvercinlerdeki beyin
asimetrisinin oluşum sürecini ve mekanizmalarını keşfetti. Bu keşif ona
Almanya’nın en saygın bilim ödüllerinden Krupp Bilim Ödülü’nü kazandırdı. Beş sene sonra ise ordinaryüs profesör olarak bilimin en üst
mertebesine erişti. Gerek yurt içinde gerekse yurt dışında çok sayıda ödül
aldı. Bunlardan en sonuncusu ise geçtiğimizin yılın son ayında almış olduğu ve
Almanya’nın Nobeli sayılan en büyük araştırma ödülü Leibniz Bilim Ödülü oldu.
Çocuk denecek yaşta
başına gelen olumsuzluğu, olumlu hale çevirip; vazgeçmediği disiplin ve öğrenme
aşkını en güzel şekliyle sonuçlandıran bu cesur yüreği; bilime kazandırdıkları
ve bizlere yaşattığı bu güzel gurur nedeniyle ayakta alkışlıyorum ben.
Dünyada beyin alanında
yaptığı buluşlarla, araştırmalarıyla, yazdığı bilimsel makaleleriyle en ön
sıralarda yer alan bu önemli bilim adamının yaptıklarından da kısaca söz etmek istiyorum.
Çünkü her biri gelecekteki pek çok hastalığa derman olacak nitelikte.
Sağ ve sol beynin
birbirinden bağımsız çalıştığını, yani aynı işlevleri yapmadığını ispatlayan
Onur Güntürk; beynin bu sırrını çözerek otistik ve parkinson gibi nörolojik
hastalıkların tedavisinde önemli bir adım atmış oldu. Güvercin beyninin her iki yarısının
birbiriyle olan ilişkisini matematiksel modeller kullanarak ortaya çıkardı.
Bunu çözmek için Belçika’da altı ay süren bir bilimsel araştırma yaptı. Sinir
hücrelerindeki elektrik akımlarını, güvercin beynine yerleştirilen elektrotlarla
kaydedip; beyin birimlerinin görevlerini ve ilişkilerini aydınlattı. Böylece
beynin mimarisinin ilkelerini, temel yapı mekanizmalarını, işleyiş kanunlarını
bulmuş oldu ki; bu da insanlarda unutkanlığı en aza indirmekten, bunamayı
önlemeye kadar pek çok derde çare olacak nitelikte.
Bir başka araştırmada; bebekliğinde kafası sağ tarafa çevrili duran bir insanın, ileriki yaşlarda sağ
elini kullanma yatkınlığına kavuştuğunu deneylerle kanıtladı. Kültür farklılıkları olabileceği düşüncesiyle
değişik hava alanlarında gözlemler yaptı. Sonuçta çiftlerin öpüşürken
başlarını sağ tarafa çevirme eğilimi yüksekse; sağ el
kullanma oranının yüzde 80 olduğunu
gözlemledi. Bu duruma ‘’Epigenetik faktör’’ deniyor ve
bu durum bebekliğimizde kafamızın yatırıldığı taraf, beynimizin
çalışacağı tarafı etkiliyor şeklinde açıklanıyor ki buna öpüşmemiz,
yazmamız ve söylenenleri anlamamız da dahil.
Çalışmaları bunlarla da
sınırlı değil Onur Güntürk’ün. Bunlardan
bir tanesi kuşdili üzerine oldu. Bu dil dünyada sadece üç yerde; Türkiye’de ise
bir tek Karadeniz Bölgesinde Kuşköy’de konuşulan bir ıslık dili. Tamamen ünlü
seslerden oluşuyor, içinde ünsüz ses yok. Bu amaçla Kuşköy’ de yaşayanlarla sağ ve sol kulakların
algıladığı sesler üzerine pek çok deney yaptı. Dile bağlı olarak bir sinyal
geldiğinde, sağ kulağın sesleri öncelikli olarak algıladığını fark etti. Şu anda yunus balıklarının beyin ve seslenme
sistemlerinin asimetrisi üzerinde yoğunlaşmış durumda.
Gelin sözlerimizi bilim
aşığı Onur Güntürk’ün kendi sözleriyle yapalım ve onun hayata bakışına bu kez
de kendi sözleriyle ortak olalım.
“Biliyor musunuz bütün
bu yaptıklarımı, devamlı insanlara yardım etmek istediğim; hastaları
iyileştirmek için yapmıyorum! Araştırmalarımın sonuçları, bilimsel bulgularım
insanların yaşamlarını zenginleştirir; insanların yararına, hastaların
tedavisinde kullanılabilir. Bunlar gerçekleşirse çok çok sevinirim. Ama,
‘Bilimi bunun için yapıyorum!’ dersem yalan olur... Çünkü benim asıl istediğim
bilmek. Bilimsel çalışmalarımı, araştırmalarımı sonsuz bir bilim tutkusuna kapıldığım için
yapıyorum. Yeni bir şey bulmanın tutkusuna kapıldığım için her sabah koşa koşa
üniversiteye, laboratuvarıma gidiyorum. Hayat boyunca sanki bir yelkenliyle,
Kristof Kolomb gibi bir okyanusta dolaşıyorsunuz. Küçük adacıklar için siz
kendiniz Kristof Kolomb oluyorsunuz. O koskoca bir kıtayı keşfetmişti. Siz bir
kıta olmasa da, okyanustaki küçük küçük adaları keşfediyorsunuz. İşte bilimin
özü budur. Bu tutku olmadan, bu heyecanı duymadan bilim olmaz.”
İşte bir hayat öyküsü…
İşte bir yaşam
mücadelesi…
Ve sonuçta azmin elinden
hiçbir şeyin kurtulmadığının, hedef ve hayallerin insanları hayata sımsıkı
bağladığının gerçek sonucu…
Bu azim dolu öyküden
haberdar olup hala yaşamın kıyısında yaşayanlara sözüm; bir an önce cesaretinizi
toplayın ve hayatın içine balıklama dalın. Hayallerinizi yakalamak adına
koşmayı ise hiçbir engele bakmadan tamamlayın. YAŞAM sadece SİZİN, SEÇİMLERİNİZ
de.Önünüze çıkan hiçbir şey vazgeçmenize neden olmasın.
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
14.01.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder