31 Ağustos 2013 Cumartesi

ALGILAMA-YANILSAMA-GERÇEK… hangisi doğru?

Gözlerimiz… Bizim dünyaya açılan penceremiz…

Bakıyor ve görüyoruz şükürler olsun ki. Üstelik bununla kalmıyor; etrafımızdaki her şeyi fark ediyor, detayları inceliyoruz.

Hepsini de gözlerimizle yapıyoruz. Ama gözlerimizin de yanılabileceğini hiç düşünmüyoruz. Öyle değil mi?

Oysa ki gözlerimiz bir fotoğraf makinesi edasıyla belirli kurallar dahilinde çalışıyor. Beynimizle arasındaki uyum ise tek kelime ile muhteşem. Yakaladığı her görüntü karesini beynimize o kadar hızla ve ardı ardına yolluyor ki; biz hiçbir  şeyi kaçırmadan her şeyi gördüğümüze inanıyoruz. Ancak gördüklerimizin ne kadarı gerçek, ne kadarı yanılsama farkında değiliz. Bu çok derin bir konu, detayları ise her satırında insanı şaşırtacak kadar güzel bence. Sıkmadan, minicik detaylarla kendimce yorumlamaya çalıştım.

Göz yanılmalarına sebep olan aslında bizim kendi göz hareketimiz. Hani bazen bir resme bakarız ve onu hareket ediyor gibi algılarız ya. Sadece bu bile gözlerimizdeki algı gecikmesinin bir sonucu oluşuyor.  Yani belirli bazı şekilleri gerçekte olduğundan farklı görüyoruz. Bazı cisimleri küçük ya da büyük; bazı çizgileri eğri görmemiz gibi. Bu durumu uzmanlar  “göz aldanması” diye tanımlıyor.

Aslında gözümüz baktığını görüyor, beynimize de öyle iletiyor. Ancak beynimiz onu kendisine göre kabul ediyor.

*Örneğin; dümdüz uzun bir yola baktığımızı düşünelim. Yolun ilerideki kısımları sanki daralıyormuş gibi gelir bize. Hatta yol boyunca ağaçlar ya da çiçekler varsa onlar da  uzaklaştıkça küçülüyormuş gibi görünürler gözümüze. Aslında ne yol daralır ne de çiçekler küçülür.

*Şimdi de önümüzde iki dolap olduğunu düşünelim. Aynı büyüklükte olsunlar. Tek farkları renkleri. Birisi beyazken, diğeri daha koyu renkte olsun. Biz beyaz dolabı daha büyükmüş gibi algılıyoruz. Dar mekanları geniş ve büyük göstermek için beyaz rengin tercihi bu sebepten.

*Özellikle uzunlamasına çizgili elbiseyi tercih etme ve kilolarımızı saklamaya çalışma nedeni de bu göz yanılmasıyla aynı. Çünkü enlemesine çizgili giysilerin insanı olduğundan daha geniş ve kısa gösterdiği üzerinde tüm modacılar hem fikir.

*Dolunay zamanlarındaki ay hepimizin dikkatini çeker. Gökyüzünde asılıyken 
gözlerimize daha küçük göründüğü halde,  ufuk çizgisine yaklaştıkça daha büyük görünmesi de yine göz aldanması sonucu.

Örnekleri çoğaltmak mümkün elbette, bunlar ilk aklıma gelenlerdi. Gözümüzle uyum içinde çalışan beynimiz; bilinçaltımıza  müdahale ederken işte bizi bu şekilde yanıltıyor. Bunu nasıl mı yapıyor? Bilgi dağarcığımızda yer alan daha önceki örneklerle.

Pekiyi ya seraplar? Çok sıcak ülkelerde özellikle sıcak kumlarda ya da bazen denizlerde görülen ve yaklaştıkça ulaşılamaz hale gelen seraplar da aslında bir göz aldanması. Son derece kuvvetli güneş ışınlarının yeri güçlü bir şekilde ısıtmasıyla meydana geliyorlar. Kırılma indisindeki değişikliklerle, yere yakın hava tabakası bir ayna haline gelerek gökyüzünü yansıtıyor.
Bu yansıma o kupkuru çöl ortamında suya, denizlerde ise uzaktaki gemilere benzetiliyor. Ancak görüntülere ulaşmak adına ne kadar çabalarsanız çabalayın, sadece bir serap olarak kalıyor; eliniz bomboş dönüyorsunuz.

Göz aldanmalarına sebep olan pek çok etken var elbette. İşin derinlik boyutu ise en önemlilerinden. Üstelik ressamlar bu durumdan büyük ölçüde yararlanıyor. Özellikle perspektif çizimlerde eşyaların, cisimlerin ya da kişilerin duruşlarını bu esasa göre belirliyorlar. Yani bir anlamda; göz aldanmasını çizime aktarıyorlar.

Bir de görsel ilüzyon denilen, göz aldanmasının farklı bir boyutu var. İsmi ‘Ebbinghaus İlüzyonu’. 19. Yüzyılda Alman Psikolog Hermann Ebbinghaus tarafından keşfedildiği için bu isim verilmiş. Prensibi ise şöyle; ‘’Temelde AYNI boydaki iki obje; etrafındaki farklı objeler ile kıyaslandığı için FARKLI algılanır.’’ Bunu yaşantımız içinde belki de fark etmeden o kadar çok yapıyoruz ki aslında. Nasıl mı, bakın işte en bilinen örnek…

Elimize aynı büyüklükte iki daire alalım. Birbirine yakın olarak yerleştirelim. Sonrada birinin çevresine kendinden büyük daireler, diğerinin çevresine ise kendinden küçük daireler koyalım. Karşılarına geçip baktığımızda, dairelerin AYNI BÜYÜKLÜKTE olduklarını bildiğimiz halde; gözümüz, daha doğrusu beynimiz bizi yanıltır. Çevresinde küçük daire olanı daha büyük algılarız. Bile bile yanılmanın en tatlı örneği bence.

Aslında bu tarz göz aldanmalarını lehimize kullanmamız da mümkün. Neredeyse hepimiz yemek yerken tercih edilen görsel sunumun, doyma hissimiz kadar önemli olduğunu biliyoruz. Buradan hareketle aynı miktardaki yemeği iki farklı tabakta sunuma hazırladığımızı düşünelim.
Birinci tabak büyük olsun, diğeri de küçük. İçlerine aynı miktarda yemek pay edelim. Yine aynı miktarda oluğunu bildiğimiz halde büyük tabaktaki yemek görümüze daha az gelir. Eğer çok açsak ve duygusal anlamda da tatmin olmak istiyorsak elimiz ister istemez daha çok yemek olduğunu zannettiğimiz küçük tabağa yönelir. Hani eskinin deyimiyle midemizden önce gözümüzü doyurmak adına. Büyük tabağa yöneldiğimizde ise daha az ve öz yediğimiz hissi belirir. Son zamanların modası olan sağlıklı beslenme  fikriyle ilişkili olarak. Tercih bizim elimizde. Bizi, bilinçaltımızla aldatan beynimizi aldatma sırası bizde bence. Siz hangisini tercih edersiniz bilemedim ama; benim elim büyük tabağa giderdi.

Buna benzer durumlara lokantalar kadar, büyük mağazalarda da karşılaşmak mümkün. Tıpkı sunulan albenili tabaklar gibi, teşhir edilen ürünler de normalde olduğundan daha küçük ya da büyük gösterilebiliyor. Bu nedenle mağazalarda alış veriş yaparken dikkatli olmamızda fayda var. Örneğin mağazada 150 ekran bir TV bize normal gelirken, eve getirdiğimizde şaşırıyor; sanki yerinde inceleyen, boyutunu beğenen biz değilmişiz gibi hayrete düşüyoruz, öyle değil mi?

İşte bu tip uygulamaların varlığından haberdar olmak ve elbette farkında olmak hayatımızı biraz daha kolaylaştıracak diye düşünüyorum. Bir şeye bakarken, neden öyle olduğuna azıcık kafa yormanın, nedenini sorgulamanın ve biraz da dozunda meraklı olmanın faydaları…

Yine gözümüzün bu özelliğinden hareketle, fotoğrafçılıkta uygulanan bir teknik olan ‘optik ilüzyon’ dan bahsetmeden olmaz. Burada kullanılan bambaşka bir teknik. Ve örnekleri ile her göreni gülümsetecek türden. Güneşi kucaklayan çocuklar, dev bir elmayı kürekle kesmeye çalışan adamlar, gökyüzündeki bembeyaz bulutu pamuk şeker edasıyla yiyen insanlar, tek bir parmağı ile tonlarca yükü bana mısın demeden kaldıranlar, daha neler neler… hangimize hoş gelmez ki? Bu tür yanılsamalardaki teknik ise farklı odaklama yaparak; çok uzakta veya arka arkaya duran nesnelerin, yan yanaymış gibi fotoğraflanmasından ibaret diye açıklıyor uzmanlar. Bunların hepsi; bakması zevkli, çoğunlukla bizi şaşırtan ve yüzümüzde tebessümlere neden olan ilginç ve akıllıca tasarlanmış görüntüler.

Şimdi yeniden düşünelim isterseniz ALGILAMA-YANILSAMA-GERÇEK hangisi doğru?

Ben net cevabını veremedim. İsterseniz fazlaca uzatmadan; gelin son noktayı iki güzel yorumla yapalım. Bence artık sorumuzun cevabını alma zamanı.

İlki aynı zamanda bugünkü yazıma ilham olan, üzerinde biraz düşünülmesi gereken bir söz.

"Her gerçek bir yanılsama ve her yanılsama aslında bir gerçektir. ‘’

Ünlü Fransız yazar ve şair Rémy de Gourmont’e ait. Kendisi gerek düşünceleri, gerekse fikir ve yorumlarıyla Fransızların adeta sembolü olmuş.

İkincisi ise, ‘Gerçek Bir Yanılsama: Bilinç’ isimli kitabında bu konuyu derinlemesine inceleyen  Doçent Doktor Tevfik Alıcı’ya ait. Şöyle der yazarımız kitabının bir bölümünde; “ALGI kendi beynimizin ürünüdür ve beynimizde gerçekleşir, yani bir YANILSAMAdır. Öte yandan beynimizde algıyı oluşturan süreçler de bir o kadar somut ve gerçektir. Bu anlamda da ALGI GERÇEKtir. Bir başka deyişle, ne algıladıklarımız gerçeğin kendisidir, ne de gerçeğin kendisi bir yanılsamadır; ama ALGI GERÇEK bir YANILSAMAdır.”

Bu sözler üzerinde düşündüğümüzde, nedenlerini sorguladığımızda artan FARKINDALIĞIMIZla HAYATA daha farklı bir bakış açısıyla bakacağımıza inanıyorum. Yaşamın albenili renkleri içinde gördüklerimiz, gözümüzün aldanması ya da gerçek olsa da; önemli olan bize kattıkları elbette.  En özel, en güzel yanılsamalar ve ilüzyonlar hepimize tebessüm ettirecek nedenlerle gelsin hayatın içinden.

‘’MUTLULUK, herkes gibi yaşarken, kimse gibi olmamaktır.’’ der ünlü Fransız yazar Simone de Beavoir. Bu söz bana ne kadar da uyuyor. Çünkü yaşamın bunca zorluğu içinde biraz tebessüm edebilmek ve belki de herkes gülümsemeyi es geçerken, minicik bir detayı fark edip gülümsemek; hepimizin ruhuna sızan ışık gibi. Sizce de öyle değil mi?

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

19.07.2013




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...