Bakıyor ve görüyoruz
şükürler olsun ki. Üstelik bununla kalmıyor; etrafımızdaki her şeyi fark
ediyor, detayları inceliyoruz.
Hepsini de gözlerimizle
yapıyoruz. Ama gözlerimizin de yanılabileceğini hiç düşünmüyoruz. Öyle değil
mi?
Oysa ki gözlerimiz bir
fotoğraf makinesi edasıyla belirli kurallar dahilinde çalışıyor. Beynimizle
arasındaki uyum ise tek kelime ile muhteşem. Yakaladığı her görüntü karesini
beynimize o kadar hızla ve ardı ardına yolluyor ki; biz hiçbir şeyi kaçırmadan her şeyi gördüğümüze
inanıyoruz. Ancak gördüklerimizin ne kadarı gerçek, ne kadarı yanılsama
farkında değiliz. Bu çok derin bir konu, detayları ise her satırında insanı
şaşırtacak kadar güzel bence. Sıkmadan, minicik detaylarla kendimce yorumlamaya
çalıştım.
Göz yanılmalarına sebep
olan aslında bizim kendi göz hareketimiz. Hani bazen bir resme bakarız ve onu
hareket ediyor gibi algılarız ya. Sadece bu bile gözlerimizdeki algı
gecikmesinin bir sonucu oluşuyor. Yani
belirli bazı şekilleri gerçekte olduğundan farklı görüyoruz. Bazı cisimleri
küçük ya da büyük; bazı çizgileri eğri görmemiz gibi. Bu durumu uzmanlar “göz aldanması” diye tanımlıyor.
Aslında gözümüz
baktığını görüyor, beynimize de öyle iletiyor. Ancak beynimiz onu kendisine
göre kabul ediyor.
*Örneğin; dümdüz uzun
bir yola baktığımızı düşünelim. Yolun ilerideki kısımları sanki daralıyormuş
gibi gelir bize. Hatta yol boyunca ağaçlar ya da çiçekler varsa onlar da uzaklaştıkça küçülüyormuş gibi görünürler
gözümüze. Aslında ne yol daralır ne de çiçekler küçülür.
*Şimdi de önümüzde iki
dolap olduğunu düşünelim. Aynı büyüklükte olsunlar. Tek farkları renkleri.
Birisi beyazken, diğeri daha koyu renkte olsun. Biz beyaz dolabı daha büyükmüş
gibi algılıyoruz. Dar mekanları geniş ve büyük göstermek için beyaz rengin
tercihi bu sebepten.
*Özellikle uzunlamasına
çizgili elbiseyi tercih etme ve kilolarımızı saklamaya çalışma nedeni de bu göz
yanılmasıyla aynı. Çünkü enlemesine çizgili giysilerin insanı olduğundan daha
geniş ve kısa gösterdiği üzerinde tüm modacılar hem fikir.
*Dolunay zamanlarındaki
ay hepimizin dikkatini çeker. Gökyüzünde asılıyken
gözlerimize daha küçük
göründüğü halde, ufuk çizgisine
yaklaştıkça daha büyük görünmesi de yine göz aldanması sonucu.
Örnekleri çoğaltmak
mümkün elbette, bunlar ilk aklıma gelenlerdi. Gözümüzle uyum içinde çalışan
beynimiz; bilinçaltımıza müdahale
ederken işte bizi bu şekilde yanıltıyor. Bunu nasıl mı yapıyor? Bilgi
dağarcığımızda yer alan daha önceki örneklerle.
Pekiyi ya seraplar? Çok
sıcak ülkelerde özellikle sıcak kumlarda ya da bazen denizlerde görülen ve yaklaştıkça ulaşılamaz hale
gelen seraplar da aslında bir göz aldanması. Son derece kuvvetli güneş
ışınlarının yeri güçlü bir şekilde ısıtmasıyla meydana geliyorlar. Kırılma
indisindeki değişikliklerle, yere yakın hava tabakası bir ayna haline gelerek
gökyüzünü yansıtıyor.
Bu yansıma o kupkuru çöl ortamında suya, denizlerde ise uzaktaki gemilere benzetiliyor.
Ancak görüntülere ulaşmak adına ne kadar çabalarsanız çabalayın, sadece bir serap
olarak kalıyor; eliniz bomboş dönüyorsunuz.
Göz aldanmalarına sebep
olan pek çok etken var elbette. İşin derinlik boyutu ise en önemlilerinden.
Üstelik ressamlar bu durumdan büyük ölçüde yararlanıyor. Özellikle perspektif
çizimlerde eşyaların, cisimlerin ya da kişilerin duruşlarını bu esasa göre belirliyorlar.
Yani bir anlamda; göz aldanmasını çizime aktarıyorlar.
Bir de görsel ilüzyon denilen,
göz aldanmasının farklı bir boyutu var. İsmi ‘Ebbinghaus İlüzyonu’. 19.
Yüzyılda Alman Psikolog Hermann Ebbinghaus tarafından keşfedildiği için bu isim
verilmiş. Prensibi ise şöyle; ‘’Temelde AYNI boydaki iki obje; etrafındaki
farklı objeler ile kıyaslandığı için FARKLI algılanır.’’ Bunu yaşantımız içinde
belki de fark etmeden o kadar çok yapıyoruz ki aslında. Nasıl mı, bakın işte en
bilinen örnek…
Elimize aynı büyüklükte
iki daire alalım. Birbirine yakın olarak yerleştirelim. Sonrada birinin
çevresine kendinden büyük daireler, diğerinin çevresine ise kendinden küçük
daireler koyalım. Karşılarına geçip baktığımızda, dairelerin AYNI BÜYÜKLÜKTE
olduklarını bildiğimiz halde; gözümüz, daha doğrusu beynimiz bizi yanıltır.
Çevresinde küçük daire olanı daha büyük algılarız. Bile bile yanılmanın en
tatlı örneği bence.
Aslında bu tarz göz
aldanmalarını lehimize kullanmamız da mümkün. Neredeyse hepimiz yemek yerken
tercih edilen görsel sunumun, doyma hissimiz kadar önemli olduğunu biliyoruz.
Buradan hareketle aynı miktardaki yemeği iki farklı tabakta sunuma
hazırladığımızı düşünelim.
Birinci tabak büyük olsun, diğeri de küçük. İçlerine
aynı miktarda yemek pay edelim. Yine aynı miktarda oluğunu bildiğimiz halde
büyük tabaktaki yemek görümüze daha az gelir. Eğer çok açsak ve duygusal
anlamda da tatmin olmak istiyorsak elimiz ister istemez daha çok yemek olduğunu
zannettiğimiz küçük tabağa yönelir. Hani eskinin deyimiyle midemizden önce
gözümüzü doyurmak adına. Büyük tabağa yöneldiğimizde ise daha az ve öz
yediğimiz hissi belirir. Son zamanların modası olan sağlıklı beslenme fikriyle ilişkili olarak. Tercih bizim
elimizde. Bizi, bilinçaltımızla aldatan beynimizi aldatma sırası bizde bence.
Siz hangisini tercih edersiniz bilemedim ama; benim elim büyük tabağa giderdi.
Buna benzer durumlara lokantalar
kadar, büyük mağazalarda da karşılaşmak mümkün. Tıpkı sunulan albenili tabaklar
gibi, teşhir edilen ürünler de normalde olduğundan daha küçük ya da büyük
gösterilebiliyor. Bu nedenle mağazalarda alış veriş yaparken dikkatli olmamızda
fayda var. Örneğin mağazada 150 ekran bir TV bize normal gelirken, eve
getirdiğimizde şaşırıyor; sanki yerinde inceleyen, boyutunu beğenen biz
değilmişiz gibi hayrete düşüyoruz, öyle değil mi?
İşte bu tip
uygulamaların varlığından haberdar olmak ve elbette farkında olmak hayatımızı
biraz daha kolaylaştıracak diye düşünüyorum. Bir şeye bakarken, neden öyle
olduğuna azıcık kafa yormanın, nedenini sorgulamanın ve biraz da dozunda
meraklı olmanın faydaları…
Yine gözümüzün bu
özelliğinden hareketle, fotoğrafçılıkta uygulanan bir teknik olan ‘optik ilüzyon’
dan bahsetmeden olmaz. Burada kullanılan bambaşka bir teknik. Ve örnekleri ile her
göreni gülümsetecek türden. Güneşi kucaklayan çocuklar, dev bir elmayı kürekle
kesmeye çalışan adamlar, gökyüzündeki bembeyaz bulutu pamuk şeker edasıyla
yiyen insanlar, tek bir parmağı ile tonlarca yükü bana mısın demeden
kaldıranlar, daha neler neler… hangimize hoş gelmez ki? Bu tür yanılsamalardaki
teknik ise farklı odaklama yaparak; çok uzakta veya arka arkaya duran
nesnelerin, yan yanaymış gibi fotoğraflanmasından ibaret diye açıklıyor
uzmanlar. Bunların hepsi; bakması zevkli, çoğunlukla bizi şaşırtan ve yüzümüzde
tebessümlere neden olan ilginç ve akıllıca tasarlanmış görüntüler.
Şimdi yeniden düşünelim
isterseniz ALGILAMA-YANILSAMA-GERÇEK hangisi doğru?
Ben net cevabını
veremedim. İsterseniz fazlaca uzatmadan; gelin son noktayı iki güzel yorumla
yapalım. Bence artık sorumuzun cevabını alma zamanı.
İlki aynı zamanda
bugünkü yazıma ilham olan, üzerinde biraz düşünülmesi gereken bir söz.
"Her gerçek bir
yanılsama ve her yanılsama aslında bir gerçektir. ‘’
Ünlü Fransız yazar ve
şair Rémy de Gourmont’e ait. Kendisi gerek düşünceleri, gerekse fikir ve yorumlarıyla
Fransızların adeta sembolü olmuş.
İkincisi ise, ‘Gerçek
Bir Yanılsama: Bilinç’ isimli kitabında bu konuyu derinlemesine inceleyen Doçent Doktor Tevfik Alıcı’ya ait. Şöyle der
yazarımız kitabının bir bölümünde; “ALGI kendi beynimizin ürünüdür ve
beynimizde gerçekleşir, yani bir YANILSAMAdır. Öte yandan beynimizde algıyı
oluşturan süreçler de bir o kadar somut ve gerçektir. Bu anlamda da ALGI
GERÇEKtir. Bir başka deyişle, ne algıladıklarımız gerçeğin kendisidir, ne de
gerçeğin kendisi bir yanılsamadır; ama ALGI GERÇEK bir YANILSAMAdır.”
Bu sözler üzerinde düşündüğümüzde,
nedenlerini sorguladığımızda artan FARKINDALIĞIMIZla HAYATA daha farklı bir
bakış açısıyla bakacağımıza inanıyorum. Yaşamın albenili renkleri içinde
gördüklerimiz, gözümüzün aldanması ya da gerçek olsa da; önemli olan bize
kattıkları elbette. En
özel, en güzel yanılsamalar ve ilüzyonlar hepimize tebessüm ettirecek
nedenlerle gelsin hayatın içinden.
‘’MUTLULUK, herkes gibi
yaşarken, kimse gibi olmamaktır.’’ der ünlü Fransız yazar Simone de Beavoir. Bu
söz bana ne kadar da uyuyor. Çünkü yaşamın bunca zorluğu içinde biraz tebessüm
edebilmek ve belki de herkes gülümsemeyi es geçerken, minicik bir detayı fark
edip gülümsemek; hepimizin ruhuna sızan ışık gibi. Sizce de öyle değil mi?
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
19.07.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder