Beklemek, mantığın akıl
sınırlarını zorladığı; nedenlerin niçinlerin bir hükmünün kalmadığı o AN'lar...
Yıllar gibi uzun, zehirli bir kılıç kadar keskin...
Hiçbir suçunuz yoktur.
İçiniz, vicdanınız son derece rahattır; çünkü kendinizden, yaptıklarınızdan
eminsinizdir. Ama yakanıza yapışan, hatta zorla yapıştırılan o lekeyle savaşır
halde bulursunuz birden kendinizi... Lekenin rengi bembeyaz olsa da; herkesin
gri olduğu bir dünyada yine de sırıtır. Göze batar. İçinizden öyle
haykırırsınız ki... En sağır kulaklar bile duyacaktır sanki...
Ama asıl duyması
gerekenler duymaz. Asıl değerlendirecek olanlar; hem kör hem sağırdır savunmanız
karşısında. Üstelik savunma da savunma olsa. Sadece iç sesinizi döktüğünüz
sınırlı kelimelerle kendinizi anlatmaya çalışırken herkes öyle umarsızdır ki.
Kendinize, onurunuza,
haysiyetinize, kişiliğinize ve her şeyden önemlisi kişiliğinize ve saygınlığınıza
konduramadığınız pek çok acı kelime yapışmış kalmışken kulaklarınıza... Kolay değildir
geceleri sakin uyuyabilmek.
Sizi yakınen
tanımayanların, yaşadığınız gerçekleri tam olarak bilmeyenlerin duyarsız ve
saygısız yakıştırmaları; toplum içinde sizi küçük düşürmeye yönelik girişimleri
içinizi öylesine acıtır. O zorlu süreç ömrünüzden ömür törpüler adeta.
Oysa ki Montaigne
Denemeler adlı eserinde bakın ne der?
‘’Aldatmaya ve aldanmaya
en elverişli şeyler bilmediğimiz şeylerdir. Bir defa, görülmedik şeylere insan
nedense kolay inanır; sonra da üzerinde konuşmaya, düşünmeye alışık olmadığımız
için; bunlara kolay kolay da karşı koyamayız. Bu yüzden insan EN AZ BİLDİĞİ şeye
EN ÇOK İNANIR. ‘’ Ne kadar doğru. Evet bilmiyoruz ve araştırmaya, doğru mu
yanlış mı diye bakmaya gerek duymadan işin kolayına kaçıyor; hemen inanıyoruz.
Oysa ki gerçekler tam tersi belki de. Ve sırf bu yüzden ne çok can yanıyor, ne
çok canların ömründen ömür gidiyor farkında bile değiliz.
‘’Beklemek asırlar kadar
zordur idam mahkumları için o son saatlerinde...’’ Öyle okumuştum bir romanın
satırları arasında. Etkilemişti beni fazlasıyla. Şimdi düşünüyorum da, o ANI
beklemek, o ağdalı süreci birebir yaşıyor olmak ne kadar da zor. Hem bekleyen,
hem de yakınları ve sevdikleri için... azap saatleri misali.
Bu öyle bir yürek
yangını ki seven kalpler için; tarif etmeye kelimelerin gücü yetmiyor. Bir yanda çaresizlik, bir yanda
kızgınlık. Kızgınlığını kimden çıkarır ki insan böylesi zor zamanlarda? Kime isyan
eder, kızar, bağırır ki? Hiç kimseye. Kendi iç sesiyle çarpışır sadece. Kendi
kendisiyle yüzleşirken...
Dileğim o ki, kimseler
yaşamasın; böylesi zor sınavlara tabi tutulmasın. Ama hayat bu işte. Kader
dediğimiz, zorlanınca suçu üstüne yıktığımız o sınır çizgisinde her şey
olacağına varıyor bir yerde.
Eliniz kolunuz
bağlanıyor. Diliniz konuşamaz, sesiniz çıkmaz oluyor... Tüm kalbinizle, tüm
içten dileklerinizle umutlarınıza sarılıyorsunuz sımsıkı. Bir gün ilahi adalet
yerini bulacak diye. Sadece ve sadece ona güveniyorsunuz. Sessizliğin sesinde
umutların çiçek açmasını bekliyorsunuz yine zerafetle, yine kalitenizi
bozmamaya özen göstererek.
Fakındayım kırık dökük
cümlelerim var bugün. Kırık dökük kalbimden yansıyan. Yaşanan haksızlıklara
karşı üzgünüm kırgınım çünkü. Hayata değil elbette, insanların yaşamak zorunda kaldığı haksızlıklara, yanlış
anlaşılmalara, adaletsizliğe. Benim birebir yaşıyor olmam da gerekmiyor böyle
hissetmek için. Biliyorum ki kalbinde sımsıcak sevgiyi her daim barındıran, hoşgörü
ve empatinin o naif gölgesinde ‘ben’ duygusundan uzak olan herkes benimle aynı
fikirde.
Şimdi ise, dünyamız
insanca yaşamanın yollarını öğrenene değin; hayatın güzelliklerini saklamak, umutlara
ve tebessümlere sahip çıkma görevi bizde. Ben bu görevi layıkıyla yapacağımıza,
bunun için yüreklerimizde yer alan ve tüm sevgileri içinde barındıran CAN sevgisinin yeterli olduğuna inanıyorum... Siz
ne dersiniz? Görevimiz çok daha zor olsa da SEVGİMİZE inanıyoruz; her acıyı iyileştirecek
kadar da güçlü olduğunu biliyoruz, öyle değil mi?
Yazacak, paylaşacak çok
şey var elbette ama; gelin yine bize yakışanı yapalım. Zerafetle susarken sözü
ilk okuduğumda çok sevdiğim dizelere bırakalım.
‘’Ben Susuyorum… Sen
Biliyorsun…’’ diyor Saliha Malhun;
Öfke ve kırgınlıklar hep bana
Nurla aydınlanmış dimağ onlara
Simsiyah bir gönül bana kalsın
Ben susuyorum
Sen biliyorsun…’’
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
05.08.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder