Biliyor musunuz, alkolikler ve uyuşturucu bağımlıları arasında yapılan araştırmalarda çok ilginç değerler elde edilmiş. Alkolik olanların yüzde doksanının dipsiz bir anlamsızlık duygusundan şikayetçi olduğu ortaya çıkmış. Uyuşturucu bağımlıları içinse bu oran yüzde yüz. Yani onların gözünde hayat tamamen anlamsız. Sonuç; hayatı yok etme pahasına kötü alışkanlıkların o geçici pembe dünyasına dalmak. Sorunları onlar vasıtasıyla unutmaya çalışmak. Yavaş yavaş zehrin derinliğinde kaybolup gitmek.
Gerçekten de kendi geleceğine inancını yitiren insan farkında olmadan kendi sonunu eliyle hazırlıyor. Hayattan elini eteğini çekerken manevi bağlarını da yitiriyor. Adeta kendi çöküşüne göz yumuyor. Ve bir gün, bir de bakıyor ki içindeki o volkan patlamış, biriktirdiklerinin ve anlamsızlığının kavurucu lavlarında yok olup gitmiş.
İşte yaşamın ANLAM SORUNU bu yüzden çok önemli.
‘İnsanın Anlam Arayışı’ kitabını okurken; Doktor E. Frankl’ın verdiği çarpıcı bir örnek vardı. İzlediğimiz filmlerin birbirinden bağımsız pek çok görüntüden oluştuğunu, her bir karenin kendi başına anlam taşıdığını; ancak filmin son karesine kadar tamamı izlenmeden bütünü anlamanın mümkün olmadığını belirtiyordu. Bizlerin de hayatımızı değerlendirirken bütüne bakabilmemiz, çekilen acılardan hayatımıza anlam yüklememiz çok önemli.
Gelin şimdi hayatın anlamını nasıl keşfedeceğimize bakalım.
Logoterapiye göre bunun 3 temel yolu var.
1- Bir iş yapmak ya da herhangi bir eser yaratmak; yani bir uğraşımızın olması.
2- Kalplerdeki sevgiyi hissetmek, yakalamak, çoğaltmak,
3- Yaşanacak kişisel trajedilerden zaferle çıkabilmek, acıların anlamını keşfetmek.
Kısacası yaşamı ANLAMLA VE AMAÇLA doldurabilmek. Böylece çok daha güçlü, cesur ve atılgan olabilir ve hepsinden önemlisi hayattan zevk alabiliriz.
Tam bu noktada Doktor E. Frankl’ın sözlerine yer verme zamanı.
‘’Yaşamı oluşturan ANların hepsi ölmektedir, yaşanan bir AN asla geri gelmeyecektir. Yaşamımızın her ANINI olabilecek en iyi şekilde değerlendirmemizi anımsatan da bu geçicilik değil mi? Elbette öyle; dolayısıyla benim vazgeçilmez ilkeme kaynaklık eden de bu. İkinci defa yaşıyormuşçasına ve ilk kez şimdi yapmak üzere olduğunuz gibi, hatalı hareket etmişçesine yaşayın.’’
Biraz zorlu bir cümle ama anlamı çok güzel. İçimize sindirebilmemiz ve yaşantımıza sokmamız gerekli diye düşünüyorum.
Yine kitaptan şimdi paylaşacağım örnek ise; hayat karşısındaki güçlü duruşu ile hepimize ders verecek nitelikte.
Söz ettiğim kişi Jery Long. Logoterapide ‘insan ruhunun asi gücü’ tanımının yaşayan bir tanığı. Öyküsü çok trajik. Bir dalış kazasında boynundan aşağısı felç olan genç bir adam kendisi. Kazayı geçirdiğinde henüz 17 yaşındadır. 3 yıl içinde kendini öyle geliştirir ve acıdan öyle bir paye katar ki yaşamına; herkese örnek olur. Öncelikle hayatına sıkıca sarılır. Özel bir telefon aracılığı ile üniversiteye başlar. Ağız çubuğunu yazı yazmak için kullanır. Boş zamanlarını yazarak değerlendirir. Ve işte kendi ağzından hayata bakışı; ‘’Yaşamımı anlamla ve amaçla DOPDOLU görüyorum. Kaderimi belirleyen o gün benimsediğim tutum, YAŞAM PAROLAM oldu. Belimi kırdı ama beni kıramadı. Fakülteye devam ediyorum. Sakatlığımın, başkalarına yardım etme becerimi geliştireceğine inanıyorum. Çektiğim acılar olmaksızın, ulaştığım gelişim düzeyinin olanaksız olacağını biliyorum.’’ İşte acıdan mutluluğa giden yol.
Peki bu cümleler size ne ifade ediyor? Anlamın keşfedilmesi için acının vazgeçilmez olduğunu mu? Kesinlikle hayır. Acının kaçınılmaz olduğu durumlarda; çekilen o bitimsiz acıya karşı, hatta acı vasıtasıyla anlam bulunabileceği vurgulanıyor.
Eğer acıdan kaçabiliyorsak elbette kaçacağız. Ama acı çekilen durum bir şekilde değiştirilemiyorsa, bizim irademiz dışında gerçekleştiyse; buna karşın alınacak tutum çok önemli. Jery Long’ da başına gelen acıyı kendi seçmedi. Ama başına gelen bu kötü felaketten sonra; hayata ve kendisine küsmek yerine tam tersini yaptı. Acıya sırtını da dönmedi. Yani çektiği acıyı yaratıcı bir şekle dönüştürüp, kaldığı yerden hayatına devam etti. Acısının hayatını başarıya götürecek gizli fırsatlarını kavradı. Bir anlamda kolay yolu değil, zoru seçti. Ama başardığı her zorlu süreç sonrasında hayatına daha bir sıkı sarıldı. Bu yolla kendisi gibi acı çekenlere güzel bir ışık oldu, umutlarını tazeledi. Bu az şey midir sizce?
İşte hayatımıza anlam yüklemek, fark edemediğimiz nice güzel Anı yakalamak, her birinden kendimize mutluluk payesi verebilmek için acı çekmeyi beklemeyelim diyorum ben. Farkındalıkla; iyi kötü, güzel çirkin yaşadığımız hayata sahip çıkalım. Her anımıza sımsıcak sevgimizi yükleyelim. Sevgiyle zorluklarla mücadelenin çok daha kolay olduğunu hiç unutmayalım. Daha güçlü, daha cesur bir birey olmanın yollarında beraberce yürüyelim. Birimizin ışığı diğerlerine yol olsun. İçine kattığımız SEVGİ dolu dokunuşlar ise paylaşılsın. Değdiği noktada katlanarak artsın. Hiç gülümsemeyen yüzler tebessümlerle buluşsun. Gelin hayatın ANLAMI BERABERCE SEVGİ olsun.
Dileğim o ki; her aldığımız nefes için şükürler ederken, sahip olduğumuz hediyelerin, ANLAM ve ANların FARKINDA olalım.
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
23.12.2013
Hayatın anlamını yazan filozoflar genelde bir katlanma eylemi tarif ediyor. Hayatın anlamına ilişkin acı gerçekleri ortaya döküyor ancak madem hayat bu kadar kötü, onu yaşamakta neden ısrar ediyor? Peki bunlar neden görüşlerini tüm dünyaya yayıyor? Bunun için çabalıyor. Hayat acı ise bunun için neden bu kadar çabalamış acaba? En önemlisi de neden yaşamaya devam ediyorlar?
YanıtlaSil