10 Mart 2014 Pazartesi

KARALAMA DEYİP GEÇMEYİN…

Hepimizin çocukluk yıllarından gelen bir alışkanlığı var. Henüz ilk harflerimizi öğrenirken başladık beyaz sayfaların üzerini karalamaya. Anlamlı anlamsız pek çok çizik attık. Yaş çıtamızı adım adım yükseltirken; bu kez ara ara yazdığımız şiirler ya da resimler eşlik etti bu karalamalarımıza. Hep bir yerlere notlar aldık, yazdık; çizdik, çiziktirdik. Belki ilerde temize çekeriz dedik. Çoğunu unuttuk. Çoğunu yitirdik belki de, hiç önemsemedik.

Daha ileriki yaşlarda okulda ders dinlerken, çalışırken ya da iş yerinde masamızda veya önemli bir toplantının eşiğinde yaptığımız karalamalarımızı ise hep gizlemeye çalıştık. Çocukluk döneminin naifliği ile elimizde sallayıp herkese göstermek yerine, saklamaya çalıştık. Görenler olur, eleştiride bulunur ya da kızar diye korktuk çünkü. Neden mi? Gelecek tepkilerin olumsuz olacağını biliyorduk da ondan. Zamanımızı boşa harcadığımız için kocaman bir nasihat alacak ve yanında mutlaka azarlanacaktık.

Düşünsenize, sınıfında tam ders anlatılırken, dalgın dalgın önündeki kağıda karalama yapan ve öğretmeninden azar işiten ne çocuk vardır. Ya da önemli bir toplantıda, verilecek elzem kararlar arifesinde; başı önünde notlarının yanlarına çizgiler çizen, anlamlı anlamsız şekiller yapan ve etrafındakiler görecek, patronu hissedecek diye korkan ne çok insan tanıdık hepimiz. Çalışma hayatının o zorlu süreçlerinde onlardan bir tanesi belki de bizlerdik.

Peki karalama, gerçekten bir kabahat işlemişçesine azarlama gerektirecek kadar kötü bir şey mi? Zamanı boşa harcamak mı? Konuşma yapanlara karşı bir saygısızlık mı? Yoksa tam tersine bir düşünce biçimi mi; bazılarımızın tercih ettiği?

Gelin isterseniz önce tanımına bakalım. Karalama; üstünde düzeltmeler yapılan, temize çekilmemiş yazı taslağı olarak tanımlanıyor. Ancak hepimizde yerleşen o bildik dar kalıpların aksine; yapılan araştırmalar, hangi yaşta olursak olalım karalama yapmanın düşüncelerimizi daha etkili hale getirdiğini gösteriyor. Bir anlamda yaratıcı yönümüzü destekliyor. O anki olayları, yapılan konuşmaları daha iyi kavramamıza vesile oluyor.

Karalama yaparken bir yandan da düşünüyoruz hepimiz. Aslında çok da tehlikeli bir durum değil yani. İşte bu noktadan hareket eden Sunni Brown’un karalama hakkında verdiği bir sunum videosunu izledim geçen gün. Kendisi görsel düşünme teknikleri ve yenilikleri üzerine çalışmalar yapan Amerikalı genç bir kadın yazar.

Şimdi gelin izlediğim video açılımından aldığım kısa notlarla; karalamanın hayatımızdaki önemine bakalım. Belki bu yolla evde çocuklarımıza karşı biraz daha toleranslı olabiliriz. Keza iş yerinde astlarımıza karşı daha duyarlı yaklaşabiliriz. Ne dersiniz?

Sunni Brown; toplumların karalama yapmayı algılayış şeklinin çok farklı ve ilginç olduğunu söyleyerek başlıyor sunumuna. Üzüldüğü nokta ise; eskilerden günümüze karalama hakkında olumlu hiçbir tanımına rastlayamamış olması.

17.yy. da karalama tam bir aptallık olarak kabul edilirken; 18.yy.de dalga geçmek, aldatmak fiiliyle özdeşleşmiş. 19.yy. da ise çoğunlukla yozlaşmış politikacılar için kullanılan bir terim olarak tarih sayfalarında yer almış.

Günümüzde ise aslında değişen pek bir şey olmamış. Boşa vakit harcamak, oyalanmak, haylazlık etmek, hiçbir şey yapmamak gibi olumsuzluk ifadelerinin yerine kullanıldığı için; insanlar karalama yapmaktan kaçar olmuşlar. Sınıfında karalama yapıp dersini dinlemediği şeklinde algılanan ve öğretmeni tarafından azarlanan çocuklar; büyüdüklerinde iş hayatlarında da benzer korkular yüzünden bu dürtüden uzak kalmayı seçiyorlar haliyle.

Sunnie’nin deyimiyle karalamaya karşı çok güçlü bir kültürel norm oluşturulmuş. Zaman zaman basın da bunu destekleyici davranışlarda bulunmaktan geri kalmamış. Elbette bu durum da karalama adına toplumun gözünde psikolojik bir hoşnutsuzluk yaratmış.

Sözlü bilgiye daha çok odaklanmış olmamızın, neredeyse karalama yapmanın değerini görmezden gelmemize sebep olduğunu vurguluyor bir diğer bölümde de genç yazar. Oysa ki karalama yapmak, düşünmeye yardımcı olmak için ihtiyacımız olan çizgiler yapmak demek. Hatta bu esnada ise düşünmek diye de ekliyor.

Bir başka ilginç gerçek ise, sözlü bilgiyi alırken karalama yapmanın; yapmayan insana göre, akılda daha çok bilgi tutabilmesine yardımcı olması. Düz mantıkla baktığımızda; konsantrasyonumuz bozulduğunda karalama yaptığımızı düşünüyoruz. Ama aslında karalama; tam tersine konsantrasyonumuzu kaybetmememiz için tercih edilecek güzel bir yöntem. Üstelik sorunları çözerken daha yaratıcı olmamızı sağlıyor.

Tam bu noktada gelin İngiltere’nin en büyük üniversitelerinden bir tanesi olan Plymouth Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya yer verelim. Seçilen 40 gönülleye yaklaşık 2.5 dakikalık bir telefon mesajı dinletilmiş. Ancak test öncesi, bir kısmından dinleme sırasında kendilerince notlar almaları istenirken; diğerlerinden dağıttıkları kağıtlarda bulunan şekillerin içlerini boyamaları söylenmiş. Test bittiğinde gönüllülerden mesaj içeriğinde yer alan kişi ve yer adlarından 8 tanesini yazmaları istenmiş. Sonuç ne mi olmuş dersiniz? Karalama yapanlar, yapmayanlara göre yüzde 29 daha başarılı çıkmış.

Şimdi düşünelim. Tam da sıkıcı bir konuşmanın orta yerindesiniz. Bir süre sonra haliyle ilginiz dağılmaya başlıyor. Uzmanlar bu durumda kişilerin hayal kurmaya başladıklarını ve dolayısıyla detayları kaçırdıklarını belirtiyor. Halbuki karalama yaparlarsa dikkatlerini o konuşma üzerinde toplayabiliyorlar. Kısacası, anlatılanları karalama yaparak dinlemek, daha iyi anlamamızı sağlıyor.

Hepimizin öğretilenleri almamıza yardım eden dört temel yöntem var. Bunlar görsel, işitsel, okuma yazma ve kinestetik (bedensel zeka).

Doğru algılama yapmak için bu yöntemlerden en azından ikisini kullanmak zorundayız. İşte karalama yapmak tüm bu dört öğrenme yöntemini duygusal bir deneyim olasılığı içinde birleştiriyor.

Bir başka antropolojik araştırmada ise; zaman içinde tüm çocukların, büyürken görsel mantıkta aynı gelişimi sergilediklerini bulunmuş. Yani karalama aslında doğamızda var. Ancak bir takım toplumsal baskılar nedeniyle kendimizi bu içgüdüden mahrum bırakıyoruz.

O halde, karalama yapmak tam da bilgi yoğunluğunun ve o bilgiyi alma ihtiyacının çok yüksek olduğu  durumlarda oldukça önemli. Motive edici etkisi de göz ardı edilmemeli.

Son söz olarak değişime kendimizden başlayabiliriz. Ne dersiniz? Evde varsa çocuklarımıza, iş yerinde ise astlarımıza biraz toleranslı davranmanın kimseye bir zararı olmaz diye düşünüyorum ben. Hem bu minicik adım ilerde birer yetişkin olacak çocuklarımızın yaratıcılıklarını köreltmemeleri konusunda da önemli bir etken olmaz mı sizce de? Bilmem bana katılır mısınız; sonuçta karalama düşüncelerimizi olumlu anlamda tetikliyor ve aktif tutuyor.  Her geçen gün beyin kapasitemizi daha iyi ve verimli kullanmanın yollarını araştırırken; bu minicik bilgiyi de yabana atmamak gerek diye düşünüyorum.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

06.02.2014

NOT: 1-Yazıma ilham olan videoyu fark etmemi sağlayan Sn. Cahit Büyükkanber’e teşekkürlerimle. İzlemek isteyenler için Sunni Brown’un sunum videosu; http://www.viplay.com/ted/is/sunni-brown-karalamacilar-hadibirlesin_30262)  
2-Sadece karalama yapılarak ortaya çıkan harika görüntüler. Sn. Emre Tantu’ya ait. http://www.youtube.com/watch?v=NeXD5MLQk4E&list=PLT1SMrSENAGvD4prKGRMeO12DxNXQbufJ&index=2;






2 yorum:

  1. Muhtesem bir yazi olmus. Bir cipida okuyuverdim. Konudan once belirmek isterim ki anlatim dilin harika. Ben gelecek nesillerin hayal gucunun giderek azalacagini dusunuyorum. Televizyon, tablet, telefon, bize hep islenmis veri gonderiyor. Beyin cok az calisiyor bu yuzden. Elinden tablet dusmeyen cucuklarimizin hali ne olacak bilmem.

    YanıtlaSil
  2. Kesinlikle güzel bir bilgi oldu bugün! Kısa günün kârı diyelim :))

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...