Hepimizin çocukluk
yıllarından gelen bir alışkanlığı var. Henüz ilk harflerimizi öğrenirken
başladık beyaz sayfaların üzerini karalamaya. Anlamlı anlamsız pek çok çizik
attık. Yaş çıtamızı adım adım yükseltirken; bu kez ara ara yazdığımız şiirler
ya da resimler eşlik etti bu karalamalarımıza. Hep bir yerlere notlar aldık,
yazdık; çizdik, çiziktirdik. Belki ilerde temize çekeriz dedik. Çoğunu unuttuk.
Çoğunu yitirdik belki de, hiç önemsemedik.
Daha ileriki yaşlarda
okulda ders dinlerken, çalışırken ya da iş yerinde masamızda veya önemli bir
toplantının eşiğinde yaptığımız karalamalarımızı ise hep gizlemeye çalıştık.
Çocukluk döneminin naifliği ile elimizde sallayıp herkese göstermek yerine,
saklamaya çalıştık. Görenler olur, eleştiride bulunur ya da kızar diye korktuk
çünkü. Neden mi? Gelecek tepkilerin olumsuz olacağını biliyorduk da ondan.
Zamanımızı boşa harcadığımız için kocaman bir nasihat alacak ve yanında mutlaka
azarlanacaktık.
Düşünsenize, sınıfında
tam ders anlatılırken, dalgın dalgın önündeki kağıda karalama yapan ve
öğretmeninden azar işiten ne çocuk vardır. Ya da önemli bir toplantıda,
verilecek elzem kararlar arifesinde; başı önünde notlarının yanlarına çizgiler
çizen, anlamlı anlamsız şekiller yapan ve etrafındakiler görecek, patronu
hissedecek diye korkan ne çok insan tanıdık hepimiz. Çalışma hayatının o zorlu
süreçlerinde onlardan bir tanesi belki de bizlerdik.
Peki karalama, gerçekten
bir kabahat işlemişçesine azarlama gerektirecek kadar kötü bir şey mi? Zamanı
boşa harcamak mı? Konuşma yapanlara karşı bir saygısızlık mı? Yoksa tam tersine
bir düşünce biçimi mi; bazılarımızın tercih ettiği?
Gelin isterseniz önce
tanımına bakalım. Karalama; üstünde düzeltmeler yapılan, temize çekilmemiş yazı
taslağı olarak tanımlanıyor. Ancak hepimizde yerleşen o bildik dar kalıpların
aksine; yapılan araştırmalar, hangi yaşta olursak olalım karalama yapmanın
düşüncelerimizi daha etkili hale getirdiğini gösteriyor. Bir anlamda yaratıcı
yönümüzü destekliyor. O anki olayları, yapılan konuşmaları daha iyi kavramamıza
vesile oluyor.
Karalama yaparken bir
yandan da düşünüyoruz hepimiz. Aslında çok da tehlikeli bir durum değil yani.
İşte bu noktadan hareket eden Sunni Brown’un karalama hakkında verdiği bir
sunum videosunu izledim geçen gün. Kendisi görsel düşünme teknikleri ve
yenilikleri üzerine çalışmalar yapan Amerikalı genç bir kadın yazar.
Şimdi gelin izlediğim
video açılımından aldığım kısa notlarla; karalamanın hayatımızdaki önemine
bakalım. Belki bu yolla evde çocuklarımıza karşı biraz daha toleranslı
olabiliriz. Keza iş yerinde astlarımıza karşı daha duyarlı yaklaşabiliriz. Ne
dersiniz?
Sunni Brown; toplumların
karalama yapmayı algılayış şeklinin çok farklı ve ilginç olduğunu söyleyerek
başlıyor sunumuna. Üzüldüğü nokta ise; eskilerden günümüze karalama hakkında olumlu
hiçbir tanımına rastlayamamış olması.
17.yy. da karalama tam
bir aptallık olarak kabul edilirken; 18.yy.de dalga geçmek, aldatmak fiiliyle
özdeşleşmiş. 19.yy. da ise çoğunlukla yozlaşmış politikacılar için kullanılan
bir terim olarak tarih sayfalarında yer almış.
Günümüzde ise aslında değişen
pek bir şey olmamış. Boşa vakit harcamak, oyalanmak, haylazlık etmek, hiçbir
şey yapmamak gibi olumsuzluk ifadelerinin yerine kullanıldığı için; insanlar
karalama yapmaktan kaçar olmuşlar. Sınıfında karalama yapıp dersini dinlemediği
şeklinde algılanan ve öğretmeni tarafından azarlanan çocuklar; büyüdüklerinde iş
hayatlarında da benzer korkular yüzünden bu dürtüden uzak kalmayı seçiyorlar
haliyle.
Sunnie’nin deyimiyle
karalamaya karşı çok güçlü bir kültürel norm oluşturulmuş. Zaman zaman basın da
bunu destekleyici davranışlarda bulunmaktan geri kalmamış. Elbette bu durum da karalama
adına toplumun gözünde psikolojik bir hoşnutsuzluk yaratmış.
Sözlü bilgiye daha çok
odaklanmış olmamızın, neredeyse karalama yapmanın değerini görmezden gelmemize
sebep olduğunu vurguluyor bir diğer bölümde de genç yazar. Oysa ki karalama
yapmak, düşünmeye yardımcı olmak için ihtiyacımız olan çizgiler yapmak demek. Hatta
bu esnada ise düşünmek diye de ekliyor.
Bir başka ilginç gerçek
ise, sözlü bilgiyi alırken karalama yapmanın; yapmayan insana göre, akılda daha
çok bilgi tutabilmesine yardımcı olması. Düz mantıkla baktığımızda;
konsantrasyonumuz bozulduğunda karalama yaptığımızı düşünüyoruz. Ama aslında
karalama; tam tersine konsantrasyonumuzu kaybetmememiz için tercih edilecek
güzel bir yöntem. Üstelik sorunları çözerken daha yaratıcı olmamızı sağlıyor.
Tam bu noktada gelin İngiltere’nin
en büyük üniversitelerinden bir tanesi olan Plymouth Üniversitesi’nde yapılan
bir araştırmaya yer verelim. Seçilen 40 gönülleye yaklaşık 2.5 dakikalık bir telefon
mesajı dinletilmiş. Ancak test öncesi, bir kısmından dinleme sırasında kendilerince
notlar almaları istenirken; diğerlerinden dağıttıkları kağıtlarda bulunan
şekillerin içlerini boyamaları söylenmiş. Test bittiğinde gönüllülerden mesaj
içeriğinde yer alan kişi ve yer adlarından 8 tanesini yazmaları istenmiş. Sonuç
ne mi olmuş dersiniz? Karalama yapanlar, yapmayanlara göre yüzde 29 daha
başarılı çıkmış.
Şimdi düşünelim. Tam da
sıkıcı bir konuşmanın orta yerindesiniz. Bir süre sonra haliyle ilginiz
dağılmaya başlıyor. Uzmanlar bu durumda kişilerin hayal kurmaya başladıklarını
ve dolayısıyla detayları kaçırdıklarını belirtiyor. Halbuki karalama yaparlarsa
dikkatlerini o konuşma üzerinde toplayabiliyorlar. Kısacası, anlatılanları karalama
yaparak dinlemek, daha iyi anlamamızı sağlıyor.
Hepimizin öğretilenleri
almamıza yardım eden dört temel yöntem var. Bunlar görsel, işitsel, okuma yazma
ve kinestetik (bedensel zeka).
Doğru algılama yapmak
için bu yöntemlerden en azından ikisini kullanmak zorundayız. İşte karalama
yapmak tüm bu dört öğrenme yöntemini duygusal bir deneyim olasılığı içinde
birleştiriyor.
Bir başka antropolojik araştırmada
ise; zaman içinde tüm çocukların, büyürken görsel mantıkta aynı gelişimi
sergilediklerini bulunmuş. Yani karalama aslında doğamızda var. Ancak bir takım
toplumsal baskılar nedeniyle kendimizi bu içgüdüden mahrum bırakıyoruz.
O halde, karalama yapmak
tam da bilgi yoğunluğunun ve o bilgiyi alma ihtiyacının çok yüksek olduğu durumlarda oldukça önemli. Motive edici
etkisi de göz ardı edilmemeli.
Son söz olarak değişime
kendimizden başlayabiliriz. Ne dersiniz? Evde varsa çocuklarımıza, iş yerinde
ise astlarımıza biraz toleranslı davranmanın kimseye bir zararı olmaz diye
düşünüyorum ben. Hem bu minicik adım ilerde birer yetişkin olacak
çocuklarımızın yaratıcılıklarını köreltmemeleri konusunda da önemli bir etken olmaz
mı sizce de? Bilmem bana katılır mısınız; sonuçta karalama düşüncelerimizi olumlu
anlamda tetikliyor ve aktif tutuyor. Her
geçen gün beyin kapasitemizi daha iyi ve verimli kullanmanın yollarını
araştırırken; bu minicik bilgiyi de yabana atmamak gerek diye düşünüyorum.
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
06.02.2014
NOT: 1-Yazıma ilham olan
videoyu fark etmemi sağlayan Sn. Cahit Büyükkanber’e teşekkürlerimle. İzlemek
isteyenler için Sunni Brown’un sunum videosu; http://www.viplay.com/ted/is/sunni-brown-karalamacilar-hadibirlesin_30262)
2-Sadece karalama
yapılarak ortaya çıkan harika görüntüler. Sn. Emre Tantu’ya ait. http://www.youtube.com/watch?v=NeXD5MLQk4E&list=PLT1SMrSENAGvD4prKGRMeO12DxNXQbufJ&index=2;
Muhtesem bir yazi olmus. Bir cipida okuyuverdim. Konudan once belirmek isterim ki anlatim dilin harika. Ben gelecek nesillerin hayal gucunun giderek azalacagini dusunuyorum. Televizyon, tablet, telefon, bize hep islenmis veri gonderiyor. Beyin cok az calisiyor bu yuzden. Elinden tablet dusmeyen cucuklarimizin hali ne olacak bilmem.
YanıtlaSilKesinlikle güzel bir bilgi oldu bugün! Kısa günün kârı diyelim :))
YanıtlaSil