Dile kolay. Adeta bir
bilgisayar programı gibi kayıttayız aslında yaşam boyunca. Edindiğimiz
tecrübelerle beraber klasörümüz giderek kabarıyor haliyle. Bilinçaltımızın
derinliklerinde sessizce bekliyor. Ancak beklerken tüm sensörleri de açık. Yaşadığımız
olaylardan etkileniyor. Benzer deneyimlerle karşılaşınca birden tetikleniyor. Ve
hiç unutmadığı için birbirinden alakasız gibi görünen verileri birbirine
bağlıyor. Yani bilinçaltımız yedi yirmi dört sürekli çalışıyor.
Hayata karşı pozitif
duruşumuz varsa, olaylara olumlu yaklaşabiliyorsak klasörümüzdeki kayıtlar
pozitif oluyor. Tersine hep negatifsek, korkularımız varsa, farkında olmadan
her daim kötü düşüncelerin yumağındaysak; kayıtlar da olumsuz oluyor.
Şimdi diyeceksiniz ki ‘Nasıl
olsa biz o olayları yaşıyoruz. Bir şekilde geçip gidiyor, unutuluyor. Varsın
bilinçaltımız kaydetsin. Ne çıkar ki?’ Öyle çok şey çıkıyor ki aslında ve öyle
önemli ki o kayıtların olumsuz olması. Çünkü onlar hedeflerimizle aramızdaki
görünmez engeller. Hani hep sorup dururuz ya kendi kendimize. ‘Neden
yapamıyorum? Hayallerim hep böyle yarım mı kalacak? Mutluluğu hiç mi hak
etmedim? Şansızlık yakamı ne zaman bırakacak?’ diye. İşte o soruların cevabı
başkasında değil, bizde saklı aslında. Hayatı daha fazla ıskalamamak için kendi
iç sesimizi duymamız ve bizi hayallerimizden uzaklaştıran her ne varsa FARK
etmemiz lazım.
Evet bilinçaltımız
bilincimizin direktifleriyle çalışıyor. Dediklerini harfiyen uyguluyor. Biz
uyurken dahi kayıt yapıyor. Bu arada tüm bedensel faaliyetlerimizi de düzenliyor. Üstelik hiç yorulmuyor. Bilincimiz neye inanıyorsa onu hemen kayıtlardan bulup
çıkarmaya çalışıyor. Bizi üzer mi, yorar mı, engeller mi, kızdırır mı hiç
düşünmüyor. Ve bizler doğduğumuz andan itibaren bize yüklenen olumsuzlukların farkında
değilsek; hayat koşusunda hep tökezliyoruz. Yüzleşemediğimiz korkularımız,
yenemediğimiz utanma duygumuz, bir türlü sağlamlaştıramadığımız öz güvenimiz,
adeta dilimize pelesenk ettiğimiz sabote kelimelerimiz ile (başaramam, şanssızım,
yapamam, deneyemem, korkarım, utanırım, değişemem, artık çok geç, gibi) işimiz
hayli zor.
Çünkü bilinçaltımızda
yer alan tüm bu olumsuz kalıplar (ön yargılar; yanlış inançlar; endişe,
suçluluk, öfke, kin, nefret gibi kötü düşünceler; çevresel faktörler; toplumsal
baskılar; stres, yas gibi) bizim yaşam şeklimizi bir şekilde etkileyecek. Hayattan
tat almamıza mani olacak. Farkındalığımızı, yaşam zevkimizi köreltecek.
İşte bu nedenle uzmanlar
pek çok yeni metotla bilinçaltını temizlemenin önemini vurguluyor. Denedikleri
yöntemlerle bunu başaranların sayısı hepimizi umutlandıracak ölçüde. Ancak
unutmamamız gerekiyor ki her şey bize bağlı. Kalp gücümüze ve başaracağımıza
olan inancımıza.
"Dünyada çekilen acıların
yüzde doksanı; kim olduklarını, yeteneklerini ve hatta gerçek görevlerini dahi bilmeyen
insanlardan gelir. Birçoğumuz hayatımızı, kendimize tamamen yabancı bir şekilde
yaşayarak tamamlıyoruz." diyor Amerikalı gazeteci Sydney J. Harris. Çok
çarpıcı bir tespit ve hayli yüksek bir oran. Kendimizle yüzleşmeden o çoğunluk
arasında olup olmadığımızı bilemeyiz elbette.
Yeni bir güne başlarken
ve hayatın o yoğun koşturması sırasında zaman zaman kendimizi mutsuz, enerjisiz
hissettiğimiz anlar oluyor. İşte böylesi anlarımızda bizi mutsuz eden ya da
enerjimizi azaltan etkenler olmalı mutlaka. Bunun için kafa yormak, kendimize
adeta dışardan bakmaya çalışmak ve iç sesimize karşı samimi olmak önemli. Çünkü
bulduğumuz nedenler bizim farkındalığımızı artıracak.
Hayatımızı olumsuz
anlamda etkileyen pek çok kalıp var. Bu kalıplar hepimizde farklı elbette ama
genel olarak; ilişkilerdeki problemler; çocukluktan gelen dayak travmaları,
azarlamalar; korkular; endişeler; yitik öz güven; maddi sıkıntılar; kötü
alışkanlıklar aklıma ilk gelenler. Bilinçaltı kaydımızdaki bu travmatik izler
minicik bir sinyale duyarlı bekliyor. O sinyali alınca da oradaki olumsuz kayıtlara
göre çalışmaya başlıyor. Hal böyle olunca; gönlümüzden geçirdiklerimize,
hedeflerimize bir türlü ulaşamıyoruz. Üstelik suçu başkalarına atarken, esas
engelin kendimiz tarafından yaratıldığını fark edemiyoruz.
İşte bu nedenle ilk adım
FARKIDALIKLA başlıyor. Sorunlarımızın nerede ve ne boyutta olduğunu bilmekle
devam ediyor. Sonra da o sorunlara karşı basit telkinlerle bilinçaltımızı istediğimiz
hale getirmemiz gerekiyor. Uzmanlar böyle söylüyor.
Hayatın bizi bazen yıkıp
geçen, bazen bulutların yanına yükselten o devasa rüzgarlarını 8 bölüme ayırmış;
Budizm'in kurucusu olarak kabul edilen ünlü filozof Gotama Buda. Bunlar övgü,
suçlama, kazanç, zarar, zevk, hüzün, onay, ret. Ve şöyle bir telkinde bulunmuş;
‘’Rüzgarlar eser ve durulur. Sen kökü sağlam duran bir ağaç gibi ol ve tüm
bunların ortasında dinginlikte kal.’’
İşte bu dinginliği her
daim korumanın yolu ise bilinçaltımızın olabildiğince temiz kalmasına, olumlu
kayıtlarla dolmasına bağlı. Bunun en basit yollarından bir tanesi ise Z-POINT
tekniği.
Bu tekniği Amerikalı Grant
Connolly bulmuş ve geliştirmiş. En güzel tarafı basitliği. Kayıtlar güvenle temizlendikten
sonra bir daha eski olumsuz halimize dönmüyor olmamız ise en keyifli yanı. Yani
çalışmamıza, biraz emek harcamamıza değecek diye düşünüyorum ben de. Üstelik uzmanlar ve deneyenler; kendimizi
adeta uykudan uyanmış gibi hissedeceğimizi belirtiyor. Daha özgür, daha
güvenli. (Tekniğin detayları, uygulaması ve devamı 2/2 ‘ de)
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
22.01. 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder