9 Haziran 2014 Pazartesi

BEYNİMİZDEKİ BADEM ‘AMİGDALA’ (1/2)

Beynimizin gizemi bitmek bilmiyor. Karmaşık yapısı ve bilinmeyenleri ile tam bir mucizeye sahibiz her birimiz.

Neredeyse 780. 000 km’lik bir nöron ağımız var dile kolay. 30 milyarlık bir sayıdan bahsediyoruz. Bu kalabalık yapı arasında öyle bir uyum ve düzen var ki… Şaşmamak elde değil.

Bedenimizin hareket kontrolünden, ruh dünyamızın renkliliğine kadar her şeyimiz onlara emanet. Tıkır tıkır işliyor her biri. Mesajlar, görüntüler, kayıtlar, devasa bilgi bombardımanı ile boş bir saniyesi bile yok. Bu muhteşem düzenin nasıl olup da böyle uyumla çalıştığını hala tam olarak çözemedik üstelik.  

Okuduğum bir yazıda rastladığım, tek bir kelimeden yola çıktı bu yazım. Sadece merakımdan.

Beynimizde bir badem olduğunu biliyor muydunuz?  Var, hem de iki tane.

Nam-ı diğer AMİGDALA. Latince bir kelime.

Beynimizin orta lobunda, sağ ve solda bulunuyor. Nöronlardan oluşmuş. Şekli bademe benzediği için de bu isim verilmiş. Duygusal hafızamızın ve tepkilerimizin oluşmasında görev yapıyor. Bizim için çok önemli.

Yapılan araştırmalar sağ yarım kürede yer alan amigdala’mızın sadece korku ve üzüntü duygularımızı açığa çıkardığı belirlenmiş. Sol yarım küredeki ise hem mutluluk gibi olumlu hem de korku, mutsuzluk, kaygı, endişe gibi olumsuz duygularımızı belirliyor.

Kısacası, duygularımız beynimizdeki iki bademe, yani amigdala’ya emanet.  Çünkü hepsi burada depolanıyor.  Elbette kendi  yorumlarımız eşliğinde.

Peki ya sonra? Yaşanan olumsuzlukları olduğu gibi saklayıp, yok saydıysak vay bizim halimize. Yüzleşmediğimiz, zamanında onarmadığımız, iyileştirmediğimiz için de gün gelip alakasız bir sebeple ortaya çıkıyor. Ve biz fark etmeden tüm yaşantımızı etkiliyor. Kararlarımız kısıtlanıyor. Tam bir hamle yapacakken geride duruyoruz. Ve bazen nedenini bilemiyoruz. İşte hepsi amigdala’daki duygularımızın yüzünden.

O halde ne yapmamız gerektiğini bilmemiz önemli diye düşünüyorum. Öyle değil mi? Belki uygulayacağımız bir iki basit metotla üstesinden gelebiliriz. Bence denemekten bir zarar çıkmaz.

Sevinç, endişe, kaygı, korku, üzüntü, sevgi, saldırganlık, öfke, kin, şefkat, vicdan hepsi bizlere has duygular. Elle tutamıyor, gözle göremiyor, ama derinden hissediyoruz.

Tüm bu özel duygularımızın merkezi neresi biliyor musunuz?

Beynimizde aşağı yukarı şakak bölgemizin ortasına denk gelen alan. Tıp dilindeki ismi ‘limbik sistem’. Öyle minicik ki. Yaklaşık 5 gr. ağırlığında. Ama tüm duygularımız buradan yönetiliyor. Yani duygusal beynimiz burası.

Sağlıklı bir yaşam sürebilmemiz için düzen içinde çalışmasının çok önemli olduğunu vurgulayan uzmanlar; bu bölgenin hasar görmesi halinde, yaşamın çileli bir hal aldığını belirtiyor. Bu konudaki araştırmalar her yeni gün devam ederken, insanoğlu şaşırmaya aday gibi görünüyor. Çünkü gizem ve mucize tadındaki işlevsellik bitmek bilmiyor.

Şimdi yazının ana fikrine dönelim. İşte beynimizdeki bu muhteşem limbik sistemi oluşturan beş bileşenden bir tanesi de ‘amigdala’.

Çok değer verdiğim SEVGİ, şefkat, dostluk; öte yandan öfke, kızgınlık ve korku gibi duygularımızın merkezi olmakla beraber; en çok korkularımız ona emanet. 

Korku anlarımızı düşünelim. Kalbimizin atışı ve nefes alışımız birden hızlanır. Aniden sıcaklık hissederiz, hatta terleriz. Çünkü bademlerimiz yani korku merkezimiz harekete geçip kendini hissettirmeye başlar. Bir tür alarm verir. Ya oradan kaçarız, ya da savunmaya hazırlanırız.

Peki ya amigdala’sı bir şekilde hasar görenler? İşte onlar bu tehlikeyi fark edemiyor. Dışarıdan gelen uyarıları alamıyor. Dolayısıyla hiçbir şeyden korkmuyor. Canlılara şefkat ya da sevgi duyamıyor. Çünkü bilmiyor. Hafızasında böyle bir kayıt yok. Hasara uğramış.

Okuyanlar hatırlayacaklar. Zülfü Livaneli’nin ‘Kardeşimin Hikayesi’ romanındaki ana karakterin de benzer bir ruh hali vardı. Aldığı beyin darbesi sonucu sevmeyi, sevilmeyi, acımayı tamamen unutmuştu. Hayatı karışık ve oldukça zordu.

Elbette sadece bir darbe ya da hasar değil, bazı hastalıklarda beynimizi etkileyebiliyor. Çağımızın hastalığı depresyondan tutunda; felç, alzheimer, epilepsi, şizofreni, parkinson, MS gibi hastalıklar direkt bu sistemlere etki edip; yaşam kalitemizi bozabiliyor. 

‘Sağlık gibisi yok.’ dediğinizi duyar gibiyim. Kesinlikle.

Bedenimize gösterdiğimiz özen kadar hatta daha da fazlasını ruhumuza, duygularımıza göstermek işte bu nedenle çok önemli. Pozitif olmak da.

Minicik bir kelimeden yola çıktık. Yine yeniden bildiklerimizi hatırladık belki de.
Neden mi?

Farkındalığımıza FARKINDALIK KATMAK için.

Ruhundan yana sıkıntısı olanlar için değil sadece; hepimiz için önemli. Yaşam kalitemizi yükseltmemize en güzel vesile.

‘Bana ne’ deyip geçip gitmeye; umursamamaya gelmeyecek kadar iç içeyiz her biriyle. Hangimizi nerede ne zaman ne yakalar bilemiyoruz.

Farkındalığımızı; duygularımız ve hislerimiz üzerinde tıpkı bir projektör aleti gibi sürekli gezdirmek ve hep ışıltılı tutmak asıl olan. Karanlıklarda kalmasına izin vermemek. Negatif enerjiden uzak tutmaya çalışmak. Bu hassas ve karmaşık yapıya saygıyla yaklaşmak. Her şeyi kararında yaparak dengede kalmaya dikkat etmek. Yaşamdaki UYUM ve KALİTE bunu gerektiriyor çünkü. (devamı 2/2’de)

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

05.05.2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...