Beynimizin gizemi bitmek
bilmiyor. Karmaşık yapısı ve bilinmeyenleri ile tam bir mucizeye sahibiz her
birimiz.
Neredeyse 780. 000 km’lik
bir nöron ağımız var dile kolay. 30 milyarlık bir sayıdan bahsediyoruz. Bu kalabalık
yapı arasında öyle bir uyum ve düzen var ki… Şaşmamak elde değil.
Bedenimizin hareket
kontrolünden, ruh dünyamızın renkliliğine kadar her şeyimiz onlara emanet. Tıkır
tıkır işliyor her biri. Mesajlar, görüntüler, kayıtlar, devasa bilgi
bombardımanı ile boş bir saniyesi bile yok. Bu muhteşem düzenin nasıl olup da
böyle uyumla çalıştığını hala tam olarak çözemedik üstelik.
Okuduğum bir yazıda
rastladığım, tek bir kelimeden yola çıktı bu yazım. Sadece merakımdan.
Beynimizde bir badem
olduğunu biliyor muydunuz? Var, hem de
iki tane.
Nam-ı diğer AMİGDALA.
Latince bir kelime.
Beynimizin orta lobunda,
sağ ve solda bulunuyor. Nöronlardan oluşmuş. Şekli bademe benzediği için de bu
isim verilmiş. Duygusal hafızamızın ve tepkilerimizin oluşmasında görev
yapıyor. Bizim için çok önemli.
Yapılan araştırmalar sağ
yarım kürede yer alan amigdala’mızın sadece korku ve üzüntü duygularımızı açığa
çıkardığı belirlenmiş. Sol yarım küredeki ise hem mutluluk gibi olumlu hem de korku,
mutsuzluk, kaygı, endişe gibi olumsuz duygularımızı belirliyor.
Kısacası, duygularımız
beynimizdeki iki bademe, yani amigdala’ya emanet. Çünkü hepsi burada depolanıyor. Elbette kendi
yorumlarımız eşliğinde.
Peki ya sonra? Yaşanan
olumsuzlukları olduğu gibi saklayıp, yok
saydıysak vay bizim halimize. Yüzleşmediğimiz, zamanında onarmadığımız,
iyileştirmediğimiz için de gün gelip alakasız bir sebeple ortaya çıkıyor. Ve biz
fark etmeden tüm yaşantımızı etkiliyor. Kararlarımız kısıtlanıyor. Tam bir
hamle yapacakken geride duruyoruz. Ve bazen nedenini bilemiyoruz. İşte hepsi
amigdala’daki duygularımızın yüzünden.
O halde ne yapmamız
gerektiğini bilmemiz önemli diye düşünüyorum. Öyle değil mi? Belki uygulayacağımız
bir iki basit metotla üstesinden gelebiliriz. Bence denemekten bir zarar
çıkmaz.
Sevinç, endişe, kaygı,
korku, üzüntü, sevgi, saldırganlık, öfke, kin, şefkat, vicdan hepsi bizlere has
duygular. Elle tutamıyor, gözle göremiyor, ama derinden hissediyoruz.
Tüm bu özel
duygularımızın merkezi neresi biliyor musunuz?
Beynimizde aşağı yukarı
şakak bölgemizin ortasına denk gelen alan. Tıp dilindeki ismi ‘limbik sistem’.
Öyle minicik ki. Yaklaşık 5 gr. ağırlığında. Ama tüm duygularımız buradan
yönetiliyor. Yani duygusal beynimiz burası.
Sağlıklı bir yaşam sürebilmemiz
için düzen içinde çalışmasının çok önemli olduğunu vurgulayan uzmanlar; bu
bölgenin hasar görmesi halinde, yaşamın çileli bir hal aldığını belirtiyor. Bu
konudaki araştırmalar her yeni gün devam ederken, insanoğlu şaşırmaya aday gibi
görünüyor. Çünkü gizem ve mucize tadındaki işlevsellik bitmek bilmiyor.
Şimdi yazının ana
fikrine dönelim. İşte beynimizdeki bu muhteşem limbik sistemi oluşturan beş
bileşenden bir tanesi de ‘amigdala’.
Çok değer verdiğim
SEVGİ, şefkat, dostluk; öte yandan öfke, kızgınlık ve korku gibi duygularımızın
merkezi olmakla beraber; en çok korkularımız ona emanet.
Korku anlarımızı
düşünelim. Kalbimizin atışı ve nefes alışımız birden hızlanır. Aniden sıcaklık
hissederiz, hatta terleriz. Çünkü bademlerimiz yani korku merkezimiz harekete
geçip kendini hissettirmeye başlar. Bir tür alarm verir. Ya oradan kaçarız, ya
da savunmaya hazırlanırız.
Peki ya amigdala’sı bir
şekilde hasar görenler? İşte onlar bu tehlikeyi fark edemiyor. Dışarıdan gelen
uyarıları alamıyor. Dolayısıyla hiçbir şeyden korkmuyor. Canlılara şefkat ya da
sevgi duyamıyor. Çünkü bilmiyor. Hafızasında böyle bir kayıt yok. Hasara uğramış.
Okuyanlar hatırlayacaklar.
Zülfü Livaneli’nin ‘Kardeşimin Hikayesi’ romanındaki ana karakterin de benzer
bir ruh hali vardı. Aldığı beyin darbesi sonucu sevmeyi, sevilmeyi, acımayı
tamamen unutmuştu. Hayatı karışık ve oldukça zordu.
Elbette sadece bir darbe
ya da hasar değil, bazı hastalıklarda beynimizi etkileyebiliyor. Çağımızın
hastalığı depresyondan tutunda; felç, alzheimer, epilepsi, şizofreni,
parkinson, MS gibi hastalıklar direkt bu sistemlere etki edip; yaşam kalitemizi
bozabiliyor.
Bedenimize gösterdiğimiz
özen kadar hatta daha da fazlasını ruhumuza, duygularımıza göstermek işte bu
nedenle çok önemli. Pozitif olmak da.
Minicik bir kelimeden
yola çıktık. Yine yeniden bildiklerimizi hatırladık belki de.
Neden mi?
Farkındalığımıza FARKINDALIK
KATMAK için.
Ruhundan yana sıkıntısı
olanlar için değil sadece; hepimiz için önemli. Yaşam kalitemizi yükseltmemize
en güzel vesile.
‘Bana ne’ deyip geçip
gitmeye; umursamamaya gelmeyecek kadar iç içeyiz her biriyle. Hangimizi nerede
ne zaman ne yakalar bilemiyoruz.
Farkındalığımızı;
duygularımız ve hislerimiz üzerinde tıpkı bir projektör aleti gibi sürekli gezdirmek
ve hep ışıltılı tutmak asıl olan. Karanlıklarda kalmasına izin vermemek. Negatif
enerjiden uzak tutmaya çalışmak. Bu hassas ve karmaşık yapıya saygıyla
yaklaşmak. Her şeyi kararında yaparak dengede kalmaya dikkat etmek. Yaşamdaki
UYUM ve KALİTE bunu gerektiriyor çünkü. (devamı 2/2’de)
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
05.05.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder