Felsefelerini ve hayata
bakış açılarını yeterince anlayamadığımız Kızılderili öyküleri hep bir ders
niteliğinde. Bizlerle beraber can bulan duygu ve düşüncelerimizin önemini anlatan kurt öyküsü de bunlardan bir
tanesi. Amerikalılar tarafından yurtlarından
zorla sürülen ve platolarda yaşamaya mahkûm edilen; beş uygarlaşmış kabileden bir tanesi olan Cherokee (Çeroki) lere ait.
Çoğumuz biliyoruz. Ama
hatırlayalım istedim. Hatırlayalım ki, içimizdeki o duygu yumağına, o iç içe
geçmiş, birbirleriyle adeta yarışan düşüncelerimize sahip çıkalım. Hem kendimiz
hem de etrafımızdakiler için.
Günlerden bir gün, kabilenin
yaşlı üyelerinden bir tanesi, torunlarına verdiği hayat dersini çarpıcı bir
örnekle süslemiş.
Onlara ‘’İçimde bir
savaş var. Korkunç bir savaş. Hem de iki kurt arasında.’’ demiş ve devam etmiş.
‘’Bu kurtlardan birisi;
korkuyu, öfkeyi, kıskançlığı, üzüntüyü, pişmanlığı, açgözlülüğü, kibri, kendine
acımayı, suçluluğu, küskünlüğü, yalanları, yapmacık gururu, üstünlük taslamayı
ve egoyu temsil ediyor.’’
Torunlar pür dikkat
büyükbabalarını dinlerken sözlerini sürdürmüş.
‘’Diğeri ise; zevki,
huzuru, sevgiyi, umudu paylaşmayı, cömertliği, dinginliği, alçakgönüllülüğü,
nezaketi, yardımseverliliği, dostluğu, anlayışı, merhameti ve inancı temsil
ediyor. Aynı savaş sizin ve diğer tüm insanların içinde de sürüyor. Ama sizler FARKINDA
DEĞİLSİNİZ.’’
Bu önemli sözler
karşısında çocukların kafaları karışmış. Bir süre düşündükten sonra da şu
soruyu sormuşlar. "Peki savaşı hangi
kurt kazanacak?"
Yaşlı Kızılderili
nasihatına son noktayı koyarken şöyle demiş.
"İçinizde ne
beslerseniz savaşı o kazanır. Seçim sizin ya kötülük, ya da iyilik.’’
Şimdi kendimize
soracağımız sorularla düşünelim mi bir parça?
Bizler içimizdeki hangi
kurtu besliyoruz dersiniz? Evrene yaydıklarımızın bize bumerang gibi geri
döndüğünü bildiğimiz halde, ne kadar başarılıyız bu işte? Kendi iç sesimize
zaman ayırıyor muyuz yeterince? Yoksa yaşam dalgasına kapılıp gitmekte miyiz?
Kurtlar içimizde kendini beslerken, biz biz olmaktan çıkıyor muyuz zaman zaman?
Bakın eserlerini tüm
dünyanın severek takip ettiği Amerikalı ünlü kadın yazar Louise L. Hay ne diyor?
‘’Sizden başka hiç kimse
zihninizden geçenleri bilemez.’’
O halde, bize bizden
başkası da yardım edemez. Öyle değil mi?
Uzmanlar iç seslerinizi
dinlemeye zaman ayırın diyor ısrarla. ‘’Üç defadan fazla tekrarlanan her sözcük
kalıplaşmış demektir.’’ diye de ekliyorlar. Bu seslerin hangisi kuvvetli
çıkıyor, hangisi zayıf öncelikle farkında olmamız gerek. Sonra da bu FARKINDALIKLA
düşüncelerimizi ve kullandığımız kelimeleri değiştirmek için çalışmamız.
Bunları denetlediğimiz anda; hayat bizim için çok daha kolay olacak. Böylece
evrene istediğimiz olumlu mesajlar yayılacak. Geri döndüklerinde de hepimizi
kocaman tebessüm ettirecek. Her şey bu kadar basit aslında.
Biliyoruz ki hayatımızı
şekillendirenler bizim duygu ve düşüncelerimiz. O halde olumlu ve pozitif olmak
gerekiyor her şart ve durum altında. Sadece kendi adımıza değil. Bakın bu nokta
çok önemli. Başkaları için de hep olumlu düşünmemiz şart. Zor biliyorum. Hele
bu zamanda. Hele bu kaos ortamında. Sinirler gergin, öfkeler buram buram
tüterken. Ama şart inanın bana. Hayatımızı zorlaştıranın asıl kendimiz olduğunu bir anlayabilsek; tüm
sorunlar tek tek çözülecek.
Biz tek başımıza çok
önemliyiz elbette; ama yalnız yaşamıyoruz. Dolayısıyla dünyanın huzuru için,
mutlu yaşamamız için BİZ olduğumuzu hiç unutmamak gerek.
Şöyle bir bakalım
etrafımıza. Kendimiz dahil kimin ne derece başarılı olduğu ortada. Tebessüm
edenler elle sayılacak kadar az. Zarifliğini koruyup, toplum içinde nasıl
davranması gerektiğini bilen, saygı dolu insanlar da. Ama ben onları özlüyorum.
Hangimiz özlemedik ki? Etrafımız, yanımız yöremiz böylesi insanlarla kuşatılsın
istemiyor muyuz?
Biliyorum ki tek bir
yanıt var. O da kocaman bir EVET.
O halde ne yapacağız?
İlk adımı atan olacak,
değişime kendimizden başlayacağız. Hem de ŞİMDİ. Yarınlara ertelemeden, vakit
çok daha geç olmadan. (devamı güzel bir yöntemle 2/2’de)
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
31.05.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder