9 Haziran 2014 Pazartesi

BEYNİMİZDEKİ BADEM ‘AMİGDALA’ (2/2)

Beynimizin ön bölgesi bizim giriş çıkış kapımız. Dışarıdan gelen uyarılar burada toplanıyor. Bu arada amigdala’mızdan duygu tonlaması alıyor. Tüm verileri birleştiriyor. Ne yapması gerektiğine, hangi dozda yapacağına karar veriyor. Geciktirmeden kararını o muhteşem ağlarla ilgili birimlere yolluyor.

İşte bizim tepkilerimiz böyle oluşuyor. Bir tehlike anında korkmamız, aç bir yavru köpek gördüğümüzdeki şefkat duygumuz, sınav öncesi stresten midemizin kasılması, bir yolculuk sırasında kaygılanmamız, olumsuz davranışlar karşısında üzülmemiz, donakalmamız … gibi.

Amigdala önemli. Çünkü heyecanımızın, korkumuzun, endişemizin; kısacası duygusal tepkilerimizin şiddetini, dozunu ayarlayan bölüm burası. Akabindeki sağlıklı tepkilerimiz onun verdiği doz ayarıyla gerçekleşiyor. 

Aklımızın merkezi olan ön bölge, bilinçaltımızın merkezi olan limbik sisteme hep şöyle diyor.

‘Mantıklı karar ver.’

Hatta bunun için hafiften baskı da yapıyor. Bir şekilde bu baskı azaldığında ya da yok olduğunda ise amigdala doz şiddetini artırıyor. Çünkü üzerinde bir baskı yok. Dolayısıyla anı dağarcığında biriktirdikleriyle tabiri yerindeyse kafasının bildiğini yapıyor. Bu da ruhsal pek çok hastalığa zemin hazırlıyor.

Yazımın başında da söz ettiğim gibi sağlıklı beden kadar, sağlıklı ruh gerekiyor hepimize. Huzur, dinginlik ve yaşamdan tat almak ancak sağlıklı bir ruhla mümkün; beden kadar.

Amigdalamız duygusal olayları çözümlerken boş durmuyor. Bir yandan da bu olayla ilgili anıları depoya atıyor. Peki bunları neden biriktiriyor dersiniz? Benzer olaylarla karşılaşınca hemen bulup önümüze getirmek için. Bu nedenle bir türlü unutamıyoruz yaşadığımız bazı acı tebrübeleri. Adeta mıh gibi işleniyor beynimize.

Gün gibi açık olan bir şey daha; benzer olaylar karşısında; biz kadınların erkeklerden daha farklı tepki vermemiz. Sebebi ise amigdalamızdaki farklar.

Öncelikle kendi duygularımızı, sonra da birbirimizi çok daha iyi anlayabilmemiz için beynimizdeki bademlere çok iyi bakmamız gerekiyor. Çünkü ancak onlar sağlıklı çalıştığında duygularımızın farkında oluyoruz. Tepkilerimizi denetleyebiliyoruz.

Şimdi beraberce bir duygu tahlili yapalım mı? Adım adım beynimizi takip etmeye çalışırsak daha kalıcı olur diye düşünüyorum.

Örneğin; evde gece yalnızken bir korku filmi izlediğimizi düşünelim. Bir anda içimize bir korku düşer yerli yersiz. Sanki karakterin yerinde biz varmışız gibi, koltukta büzülürüz. Gözümüzü kapının girişine diker, hatta varsa battaniyenin altında kaybolmaya çalışırız. Oysa ki evimizde ve güvendeyizdir. Kapımız kapalı hatta kilitlidir. Ama o korku hissiyle beraber beynimizdeki bademler görev başındadır.

İşte olan olur. Anı dağarcığındaki bilgilerden de yararlanarak; ilgili birimlere yolladığı uyarılarla, tüm korku davranışları adım adım ortaya çıkmaya başlar.

Önce yüzümüze korku ifadesi yerleşir. Gözbebeklerimiz büyür. Hafif bir ürperti, arkasından amigdalamızın ayarladığı doza bağlı olarak bir titreme başlar. Koltuk altlarımızın terlediğini hissederiz. Çünkü stres hormonuz devreye girer. Adrenalin salgımız başlar. Kalp atışımız artarken; birden daha hızlı soluk alıp verdiğimizi fark ederiz. Sonuçta belki de biz filmi izlemekten vazgeçecek kadar korkarız. Gerçek değildir oysaki hiçbiri. Biliriz ki karşımızda sadece görüntüler ve ses vardır. Ancak yine de korkarız, engel olamayız. Bir şeyler tetiklenmiştir çünkü.

Peki dünyanın ilk korku hissetmeyen insanını merak ettiniz mi hiç? Current Biology dergisine göre bu kişi S.M. isimli bir kadın hasta. Amerika Iowa Üniversitesi’nde yapılan araştırmada; ender görülen genetik bir rahatsızlık sonucu S.M.’nin amigdalası hasar görmüş. Altı yıl boyunca yapılan sayısız deneyde, kadını korkutacak hiçbir şey bulunamamış. Zehirli yılan ve örümceklerden ya da herhangi bir korku filminden bizim korktuğumuz gibi korkmuyor. Hissettiği tek duygu merak olduğu için de, etrafındaki tehlikelere son derece açık yaşıyor. Uzman doktorlar; çatışma yaşayan askerlerde oluşan, travma sonrası stres bozukluğu ve korkuların tedavisinde bu durumun faydalı olacağını belirtiyorlar.

İşte beynimizdeki o minicik bademler ve bize yaptıkları…

Bu nedenle hayat koşusunda yer yer durup kendi iç sesimize kulak vermeyi unutulmamak gerekiyor. İç sesimiz üzgünse, kırgınsa, endişeli ya da mutsuzsa; yok saymadan sebebini bulmaya çalışmak lazım.

Acılarla yüzlemekten korkmayalım. Korkmayalım ki anı dağarcığımızda gereksiz birikimler olmasın. Evimizi, odamızı, masamızı, bedenimizi temizler gibi. Ruhumuzu da  temizleyelim. Hafifletelim arada sırada.

Bakın o zaman hayat nasıl da renklenecek. Görmediklerimiz bize nasıl göz kırpacak. Umutlar tazelenecek. Hayaller çoğalacak. Yaşama sevincimiz artacak. Aşkla bakıp aşkla dokunacağız hayatın her zerresine.

Son bölümde gelin ünlü Hint düşünür Osho’ya yer verelim. Her satırı altın kadar değerli çünkü. İyice özümsemek gerekli diye düşünüyorum.

‘’Sen huzurlu olduğunda, insanlar sana yaklaşır. Huzursuz olduğunda uzaklaşır. Bu o kadar fiziksel bir olaydır ki, kolaylıkla gözlemleyebilirsin. Ne zaman huzurlu olsan, herkesin sana yakın olmak istediğini hissedeceksin. Çünkü huzur, etrafında bir titreşim yaratır. Etrafındaki huzur halkaları hareket edecek ve her kim yaklaşırsa; bir ağacın gölgesine girip, rahatlamak ister gibi; sana daha yakın olmayı arzu edecek. Unutma, başkalarına ancak sahip olduğun şeyi verebilirsin. Sen mutluysan, sadece orada bulunman bile, diğer insanların mutluluğunu tetikleyecek. Senin müziğin, senin dansın mutluluk dalgaları yaratacak, neşen sana yaklaşan herkese bulaşacak.’’

BİRden BÜTÜNe…

Kendi özümüzden tüm evrene…

Sizden bana, benden sizlere, hepimize…

Dingin bir amigdala’mız olsun beynimizde. Duygularımız ise bizleri yormayacak dozlarda. Sağlıkla, huzur dolu ruhlarımızla el ele beraberce.

Tek başımıza çok şeyiz. Ama bir araya gelip kocaman bir sevgi ve huzur halkası olduğumuzda MUCİZELER YUMAĞIYIZ. Bunu hiç unutmayalım. Olmaz mı?

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

05.05.2014




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...