Ne güzeldir her yeni
güne umutla uyanabilmek.
Bir önceki günün
tortularından sıyrılmak.
Yaşanan üzüntülerin o gün
ve o AN için artık önemsiz olduğunu fark edebilmek.
Dünü dünde bırakıp,
bugüne bakmak.
Yaşama dair
hayallerimize özgürce yelken açarken; en önemli amacımızın yaşama hakkını
vermek olduğunu hiç unutmamak.
Belki farkında değiliz
rutin koşturmalarımız içinde ama; amaçlarımız hakkında yeterince düşünüyor
muyuz? Yoksa amacımız yok mu yaşama dair? O güzelim anları hiçe sayarak gün mü
sayıyoruz? Kaça kadar sayacağımızı bilmeden hem de.
Yazılarını beğenerek
takip ettiğim Doç. Dr. Şafak Nakajima; öyle güzel uyarıyor ki bizleri bu
konuda.
‘’Yaşama seyirci
olmaktan vazgeçin! Hayatı güzelleştirin!’’ derken.
Muhteşem bir beynimiz
var. Yaşama anlam katan duygu, düşünce ve uğraşlarla beslediğimizde ışıltısı
öyle güzel ki.
Beslenmediğinde ise adeta
küsüyor. Biz boşa zaman harcayıp; günleri, ayları amaçsız yaşamaya devam
ediyoruz ya. İşte bu sırada düşüncelerimizin akışından haberdar değiliz.
Kontrol biz de değil çünkü. Bir sele kapılmış gibi akıyor beynimizin içinde.
Bu arada zannediyoruz ki
beynimiz dingin ve rahat. Hayır. Beynimiz kendisini meşgul etmek için didinip
duruyor tabiri yerindeyse. ‘’Madem yeni bilgiler, uğraşlar, hedefler yok; o
halde eskiye giderim ben de.’’ diyor. Geçmiş anıların tozlarını atıyor bir
çırpıda, içinden endişeyi, korkuyu, kederi bulup bulup çıkarıyor. Ve biz
giderek daha olumsuz, daha çekilmez hale geliyoruz farkında olmadan.
Unutmayalım ki bedenimizin olduğu
kadar, beynimizin de besine ihtiyaca var. Bence yeni bir şeyler öğrenilmeden
geçen her gün büyük bir kayıp. Tek bir kelime dahi olsa öğrenmek, paylaşmak,
beynimizin kıvrımlarını açmak; amaçlarımızı da besliyor biz fark etmeden.
Hayatımızı güzelleştiriyor ve çoğalıyoruz.
Önce kendimize, sonra
etrafımıza ve dünyaya faydalı olabilmek harika bir duygu. Gönül zenginliğinizin
artmasına katkı sağlıyor çünkü.
Amaçlarımız varsa
hayatımız çok daha anlamlı ve zevkli gelmiyor mu size de? Ama ya yoksa? İşte o
zaman ne renk var anlarda, ne de ışıltı. Tebessüm bile edemiyoruz; farkında
değil misiniz?
Bu durumun yaşla da
alakası yok artık. Çok genel düşündüğümüzde; amaçsız emekliye ayrılanlar ya da uzun
yıllar beraber olduğu eşini kaybeden insanlar; bu duruma daha uygun gibi
görünüyor. Ancak gençler de bu tuzakta artık. Bir şekilde okuma heveslerine
darbe vurulduğunda, uzun süre iş bulamadıklarında, yıllarca çalıştıkları işten
çıkarıldıklarında ve hatta aşk acısı yaşadıklarında; amaçlarını yok sayıyorlar.
Her şeyi unutup kendilerinden
vazgeçiyorlar. Yaşamdan kopuyorlar.
Oysaki devasa
zorluklarla mücadele olsa da yaşamda; yapılacak bir şeyler olmalı mutlaka. Bir
çıkış yolu bulunmalı. Bir ışık aranmalı. O her ne olursa olsun; önemli olan
yaşam amacından vazgeçmemek. Yaşadığımız her güne değerini vermek. Bunun için
düşünmek, kafa yormak. En kolayından, en zoruna bir şeylerin ucundan tutmak.
Gerekirse risk almak.
Gerekirse fazladan zaman
ayırmak.
Varsa paramızdan,
minicik katkılar için bir kenara koymak.
Ama birilerinin kalbine
dokunmak ve özel olduklarını hissettirmekten tutun da; bir yavruyu sevindirmek,
bir aileye hiç ummadığı bir jesti yapmak, bir engellinin harika bir gün
geçirmesine vesile olmak, gözleri görmeyen birisine kitap okumak örneğin, geçen
yıllara meydan okurcasına ikinci bir dil öğrenmek, en büyük hayallerinden
birini kucaklamak, içinde heves varsa yaşını önemsemeden paten kaymak, başkalarının
dileklerine katkı sağlamak, toprakla ya da bir ağaçla bütünleşmek, kim ne diyecek
diye düşünmeden sevgiyle sarılmak, en basitinden çevresindeki insanların
tebessümle güne başlamalarına vesile olmak, sadece teşekkür etmek gibi...
Büyük küçük.
Az ya da çok.
Hiç önemli değil.
Kendimizi iyi hissettirecek her hareket, her duruş ve karşılık beklemeden
yapılan her güzellik; katlanarak bize geri dönecek nasılsa. Sevgiyle attığımız
her adım AMAÇLARIMIZI zenginleştirecek. Ben buna yürekten inanıyorum.
Sadece düşüncede
kalmasın ama. İşlemede koyalım. Koyalım ki bir damla, iki damla derken bu güzel
yaşama hakkını verdiğimize inanalım.
Cesaret mi gerekiyor bu
ilk adım için? En cesuru biziz unutmayalım.
Öz güven mi gerekiyor?
Her şeyimizle mükemmeliz. Kendimize has tavırlarımızla, düşünce ve
hareketlerimizle biz özeliz.
Bunlar yetmez mi?
‘’KARAMSAR rüzgardan
şikayet eder, İYİMSER değişmesini bekler, GERÇEKÇİ ise yelkenlerini ayarlar.’’
diyor ünlü Amerikalı yazar William
Arthur Ward.
İş hayatında başarılı
olmanın yolu da buradan geçiyor. Okul hayatında ve hatta beraberliklerde de. Yaptığımız
plan ve programlara zaman ayırıp, çalışmak. Böylece bir zamanların hayal olan
değerlerini gerçekleştirmenin çoşkusunu yaşamak. Her daim yelkenleri ayarlamak.
Değişmesini beklemeden, şikayet etmeden.
Net, açık amaçlarımıza;
hedeflediğimiz sürede varabilmek öyle güzel ki. Varsın ilk amaçlarımız minicik
olsun. Bir sonrakinde daha büyük amaçları kucaklamamızı kimse engelleyemez
nasılsa. Tek engel kendimiziz aslında.
Hayat kalitemizi
artırmanın, vizyonumuzu genişletmenin en güzel yolu; amaç sahibi olmak. Engeller,
söylentiler, çevrenin yerli yersiz baskısı bizi mücadelemizden geri bırakmasın
ne olur. O zaman kontrolsüz bir şekilde, sağa sola çarpa çarpa günler geçecek.
Ne bir tat, ne bir heyecan olacak anlarımızda. Başkalarını suçlayıp, tüm olan
biteni şansızlığımıza ve kaderimize yükleyeceğiz.
Sonuç mu?
Farkındalığını
kaybetmiş, isteksiz, olumsuz bir ruh hali.
Peki yazık değil mi
bize? Yaşanacak onca güzellik varken hepsinden mahrum kalmak niye?
Uzmanlar kısa ve uzun vadeli
amaçlarımızın olması gerektiğinin ve tüm bunların yaşam amacımızı bütünleştirdiğinin
altını çiziyor.
Her yeni gün, yeni
umutlarla hedefe koşmamıza vesile. Yeter ki yürekten inanalım. Başkalarının ne
dediğinden çok, kendi iç sesimize kulak verelim. Yaptığımız şeylerden pişmanlık
duymak yerine, tecrübe kabul edip yola devam edelim.
En güzel amaç olan yaşam
amacımızdaki ışıltılar ve renkler bizi bekliyor. Ben yakaladım en güzel harenin
ucundan; hadi siz de yakalayın. Yaşam beraberce daha anlamlı. Unutmayın olmaz
mı?
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
23.07.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder