Çömlek yapımının merkezi Avanos var sırada. Özel tezgahları ille el maharetini buluşturan ustaların memleketi. Sergiledikleri karşısında şapka çıkarmamak olmaz.
Acemi ellerimle buluşan
o kızıl toprak. Ne çok sevdim onu ellerimle kavrarken. Suyla ve emekle bir
şekle bürünmeye çalışırken kızıl toprak; çocukça kahkahalarım yanımdaydı. Yıllardır
yapmayı çok istediğim bir şeyi yapıyor olmanın hazzındaydım galiba en çok da. Ve
evet ilk defa denediğim halde başardım, Minicik bir saksı yaptım, kenarları
ondüleli hem de. Elbette yardımla, ama olsun.
Ürgüp ve Göreme hakkında
ne yazsam kelimeler o doğal gücün karşısında yetersiz kalır biliyorum. Tepede
yazın yakıcı güneşi, aşağıda ayaklarınızın her adımıyla hareketlenen toz olsun
ne olur ki. Adım adım tarihe eşlik ederken; bir yandan da doğanın zarafetine
hayran kalmak; her şeye değiyor inanın bana.
İçiniz pür telaş. Hiçbir
ayrıntıyı kaçırmamak adına, gözleriniz adeta bir radar gibi tarıyor etrafı.
Yorgunluk mu? Sıcak mı? Susuzluk mu? Onlar da neyin nesi? Her şey öyle
doyuruyor ki ruhunuzu, gerisi teferruat sadece.
Üstelik bitirilen her bir
bölge sonrası içilen portakal suyunun tadını ömrünüz boyunca unutamayacaksınız.
İçinde sevgi var çünkü. Güzel ülkemin o gönlü zengin sunuşu var.
Kapadokya’da olup da; yol
boyunca uzanan sapsarı günebakanlarından söz etmeden olmaz. Güneş neredeyse o
yana dönen narin boyunlarıyla öyle güzeller ki. İnsanın arabadan atlayıp; o
tarlaların arasında kaybolası geliyor.
Toprak bereketli. Her
yer ekili neredeyse. Bir akşam vakti kucağıma aniden konulan taze nohutları
nasıl unuturum? İlk defa tadına baktığım o minicik, taze lezzet topları.
Hele
hele tadına doyamadığım çilekler. Hayatımda ilk defa bu denli güzelini yedim
desem inanın abartmış olmam. Her ısırışta ağzınıza dolan o enfes tadı sizlerin
de tatmanızı isterdim. İçlerinden adeta lezzet fışkırıyordu.
Ve son durak.
Sultan Sazlığı.
Türkiye’nin ikinci büyük
kuş cenneti. Anlatması zor. Yaşamak gerek an be an.
Elinizde dürbün, kalbinizde
kuş cinslerini yakından görebilmenin heyecanıyla; sıcaktan kurumuş gölün
engebeli topraklarında yol alırsınız adım adım, yavaşça. Belki bir adım
sonrasında çamura batacaksınız; belli mi olur.
Ama o merak yok mu?
İnsana her şeyi yaptırıyor işte.
Göğüslerindeki pembe
renkle narin flamingo kuşlarını görmek öyle güzel ki. İçiniz o kuşların
özgürlüğe kanat çırpınışlarına eşlik ediyor bir anda. Leylekler ise bambaşka
bir görsel şölen.
Salla birbiri içine
geçmiş sazlıklar arasında güçlükle yol alırken; nilüfer çiçeklerini ve pek çok
kuş yuvasını yakından görmenin keyfi ise bir başka güzellik. Kendi yaşam
alanlarına izinsiz girdiğimiz için olsa gerek, hemen suya atlayan yemyeşil
kurbağalar, su yılanları, o güne değin hiç bilmediğiniz pek çok uçan kanatlı…
Sonrasında sizi
yakalayan dinginlik. Eğri gölün yemyeşil suyunda süzülmenin keyfindesiniz
şimdi. Tüm o zahmetli yolculuğa değiyor elbette. İşte ANI yakalama zamanı.
Ruhunuz dinginliğe teslim olurken; içinizden şükürler geçiyor defalarca.
Bu minicik gezi
notlarımda kaldığım köy evinden, sıcacık yürekli aileden, harika köpeklerinden
söz etmeden olmazdı. İki gece boyunca Yeşilhisar Soğanlı’da bir köy evinde
kaldım. Odaları oranın otantik havasına uyumlu olarak, mağara şeklinde
yapılmış.
Hem de kim yapmış
biliyor musunuz? Ailenin Atatürk ve İnönü sevdalısı; aynı zamanda bir flatelist
olan babaları.
Yumuşacık kocaman yatakları,
nakışlı sakız misali çarşafları, desenli kilimleri, rengarenk köy esintileriyle
bezenmiş duvarlarıyla sizi sarıp sarmalıyor her bir oda. Ama hepsini
güzelleştiren elbette o pansiyonu işleten ailenin sevgi dolu yüreği.
Sabahları yediğimiz köy
kahvaltısını hepinizin tatmasını isterdim.
Güveçte özel olarak
pişirilen omleti, tazecik köy biberi ve domatesiyle buluşan dumanı üstündeki
menemeni, laf arasında çok sevdiğimi söylediğim için bana özel olarak
hazırlanan yöresel mantarlı omletini nasıl unuturum. Hepsi buram buram sevgi
kokuyordu.
Geziden çok geç
döndüğümüz bir gecede yataklarından kalkarak bizlere sofralarını açan, börek
kızartan, tebessümlerle çay demleyen, evlerindeki köy yoğurdunu paylaşmaktan
gocunmayan ve sevgileriyle bizleri kucaklayan sıcacık yürekli bir aile var
orada.
Akşamları içtiğimiz
çaylar, yıldızların altındaki sohbetlerimiz ve yanımızdan hiç ayrılmayan
köpekleri, kedileri. Güzel ülkemin son derece aydın, bilgili, kültürlü,
mütevazi insanları onlar. Ellerinden gelenin fazlasını yapma telaşındalar.
Sevgi dolu yürekleriyle bizleri öyle hoş tuttular ki…
Bu yazım aracılığıyla
onlara vefa borcumu ödemek, pansiyonlarının linkini paylaşarak hayallerine umut
olmak istedim ben de, naçizane.
İşte böyleydi; kısacık
ama Anları ve anılarıyla kalbimde özel bir yer edinen KAPADOKYA.
Dilerim sizin de bir gün
yolunuz oralara düşer. Ve sizler de benim aldığım keyif kadar keyifle
dönersiniz yuvanıza. Dingin, huzurlu ve şanslı olduğunuzu hissederek; içinizden
şükürler ederek.
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
20.07.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder