Paylaşmak için buradayım. Hayatı, yaşadıklarımızı, bakıp da göremediklerimizi, görüp de es geçtiklerimizi, ortak paydadaki sevinç ve üzüntülerimizi, kısacası yaşamın içindeki her şeyi paylaşmak adına... Yazılarımla... Hepsi hayatın içinden yaşamın ta kendisi!
24 Eylül 2009 Perşembe
D-A-Y-A-K
Dayak... Acımasızca birbiri ardına indirilen darbeler...
Her bir vuruşta kadına ezilmişliğini yeniden hatırlatan, saygınlığını ayaklar altına alan, kadın olduğuna bin kere pişman ettiren darbeler...
Her dayak olayında; kadının gözyaşları ezilmiş etlerine, kanamış dudaklarına, morarmış kollarına düşerken yüreğini her defasında bin bir parçaya böler. Çıkmayan sesiyle haykırır sessizce, yataklarında uyuyan çocuklarını uyandırmamak, eşine saygısızlık yapmamak adınadır tüm haykırışları... Ne saygıda kusur etmiştir eşine yıllarca, ne de onu utandıracak bir hareketi olmuştur. Peki ama bu dayaklar niye? Haftada bir, bazen gün aşırı, bazen de her gün her gece tekrarlanan bu kahredici eziyetler ne içindir? Sorular hep kendi içinde, kendi dünyasında kalmıştır bunca yıl; aynen sessiz haykırışları gibi. Ama öyle anları olur ki, tek başına dayak yediği zamanları ister yürekten. Çünkü kendini ancak attığı dayaklarla, ezdiği yüreklerle, akıttığı gözyaşları ile büyük ve güçlü hisseden eşi hırsını alamayıp çocuklarını da dövmektedir kendisiyle birlikte. İşte o zaman, tüm dayakları, tüm eziyet ve hakaretleri kendisi duysun, görsün ister çocuklarını korumak adına. Yeter ki canından çok sevdiği masum yavruları üzülmesin, minicik yürekleri acılarla tanışmasın diye.
Ayaklarının altına cennet serilesi kadınlarımız, analarımız, kardeşlerimiz, yakınlarımız, tanıdıklarımız, tanımadıklarımız... Ne yazık ki büyük bir çoğunluğu bu eziyetle ve dayak şiddeti ile karşı karşıyadır. Aralarında yüksek öğrenim görmüş, okumuş yazmış insanların da olduğu, hatta sayılarının azımsanmayacak kadar fazla olduğunu düşünecek olursak; vay bizim halimize!
Bu nasıl bir duygu, nasıl bir düşünce tarzıdır ki, bir insan bir başka insana hem de kendinden daha güçsüz, savunmasız bir varlığa el kaldırabiliyor, etlerini çürütene kadar dövüp ertesi gün de hiçbir şey olmamış gibi yüzüne bakabiliyor. Bu nasıl bir ruh halidir ki, güçsüzlere uyguladığı şiddetle güç kazandığını, büyük daha büyük olduğunu hissedebiliyor.
Nedeni ne olursa olsun, dayak asla savunulamaz, şiddete arka çıkılamaz. Dayak ve şiddet uygulayanlar insan olamaz.
Gün geçmiyor ki, haberlerde bir aile bunalımından, bir dayak olayından bahsedilmesin. Nedir bu? Biz Türk toplumu olarak neden bu kadar önyargısız, bu kadar acımasız, bu kadar güç sergiler bir kimliğe büründük? Nerede hata yaptık? Çocuklarımıza ilk yaşlarından itibaren verdiğimiz eğitimlerde önce insan olmayı, önce insan ve tüm canlıları sevmeyi, sevgimizi cesaretle gösterip sergilemeyi, paylaşmayı, kısacası “adam gibi adam” olmayı gösterebilseydik tüm bunlar olur muydu dersiniz? Bence hayır.
Dayağın, ezilmişliğin, savunmasızlığın, çaresizliğin olmadığı bir dünyaya merhaba demek üzere...
Sevgiyle kalın.
Belgin Eryavuz
27/05/2003
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Keşke dayak diye bir kavram olmasa. Doğru söylüyorsunuz Belgin Hanım, Günümüzde dayak herşeyin çözümü olmuş. O bir anlık hırs dayakla beraber bir ailenin yıkılmasına bile sebep oluyor. Ama sonradan gelen pişmanlık dayağa çare olmuyor. Bazen haberlerde ufak çocukların dayaklara maruz kaldığını görünce kendimi zor tutuyorum, dayanamıyorum dayağa. Ailede yaşanan dayak ufak çocukların pisikolojisinde bile derin yaralar bırakabiliyor. Sizinde dediğiniz gibi dayaksız bir dünyaya merhaba. Sevgilermle, Murat ARSLAN
YanıtlaSil