Dışarıda dondurucu bir soğuk var. Hava karanlık, caddeler, sokaklar bomboş, sadece kuru bir ayaz kol geziyor dört bir yanı.
Bizler sıcacık evlerimizdeyken dışarıda olup bitenlerden haberimiz yok. Taa ki TV kanallarında çöpe bırakılan yeni doğmuş bir bebeğin haberi verilene kadar. İliklerimize kadar donuyoruz aniden. Bu nasıl vicdansızlıktır diyoruz içimizden. Anne karnının sıcaklığından henüz çıkmış ve dünyaya merhaba demeye hazırlanırken, buz gibi soğukta bir çöp konteyneri içine atılıveren o talihsiz bebeğin titreyen minicik bedeni gözümüzün önündeyken…
Yaşam şartlarının giderek zorlaşması, geçim sıkıntısının artması, hayat standartlarının iyice aşağıya çekilmesi, insanların neredeyse bir lokma ekmeğe muhtaç hale gelmesi nedeniyle bu tarz haberleri sıklıkla duymaya başladık ne yazık ki.
Çöp konteynerinde, kapı önünde, cami avlusunda ya da kömürlükte…
Hayatla daha tanışamamışken kaderine, yalnızlığa ve hatta ölüme terk edilen bebekler…
Bir annenin bebeğini kendi elleri ile yok edişi…
Nice hayvan her şeye rağmen yavrusuna sahip çıkarken, yavrusu için kendisini feda ederken…
Kadersiz yavruya bu hayatı daha başından zindan eden anneye lanetler yağdırıyoruz istemeden, sanki tek suçlu oymuşcasına. Halbuki bir anne olarak ben, hiçbir annenin şartları ne olursa olsun yavrusunu bırakmayacağını, bırakamayacağını biliyor ve hissediyorum. Eğer böylesi bir insanlık suçuna sebep olmuşsa mutlaka bir nedeni vardır diyorum. Çünkü akli melekeleri yerinde olan hiçbir anne bebeğinden, canından, yavrusundan vazgeçemez kolay kolay. O nasıl bir çaresizlik, o nasıl bir eli kolu gözü bağlı olmaktır ki; son çare olarak bebeğini bırakıvermiştir, hem de buz gibi soğuk bir gecede karanlığın bilinmeyen koynuna.
Yaşanan hiçbir olay tek taraflı ve sebepsiz değildir. Geçmişine indiğinizde mutlaka yürek parçalayıcı bir tablo ile karşılaşırsınız. Her birinde ibret alınacak, yürek burkacak, hatta olmaz bu kadar dedirtecek bir hayat öyküsü saklıdır mutlaka.
Evet yaşanan çok ağır bir travmadır anne yönünden. Verilen karar ise nasıl zor bir karardır kimbilir. Temelinde eğitimsizlik ve cahillik olan zorla evlendirme, töre, baskı, dillendirilemeyen bir tecavüz ya da bir anlık hevesin meyvesi olarak ana rahmine düşen bebek, dokuz ay on gün sonra doğduğunda hayatın en acımasız tokadı ile karşı karşıya kalır. Tüm yaşananların bileti minicik masum bir bebeğe kesilir. Üstelik onca kadın anne olmak için yıllarını, umutlarını bu uğurda tüketirken. İşte hayatın acımasızlığı, dengesizliği bir kez daha karşımızda.
Bir can dünyaya getirmek ve ona adam gibi bakabilmek için çok iyi düşünmenin, o ağır sorumluluğun altına girebilecek kapasiteye sahip olduğumuzu anladığımız anda bu kararı vermemizin gerekliliğini öğrenene kadar kim bilir kaç can daha feda edilecek.
Olumsuz ve çoğu insanlık dışı davranışlar nedeniyle bir bebek dünyaya getirmek zorunda kalan gencecik anneleri yalnız bırakmadan, suçlamadan, aileden ve sevgiden dışlamadan herhangi bir kabahati varsa bile sadece ona yüklenmeden ellerimizi uzatırsak; hem anneyi hem de minicik bebeğini kurtarabiliriz belki. Belki diyorum çünkü, insanların bu tür olaylar karşısında bazen çok acımasız olduklarını, kendi ailesinden olanlara dahi çok katı davrandıklarını biliyorum. Oysa ki söz konusu olan masum bir can. Her şeyden habersiz minicik bir bebek…
İlerideki yaşamının çok ağır olacağı, çok büyük bedeller ödeyeceği zaten belli olan bir bebek ve annesi için bence daha fazlasını yapmamız lazım. Öyle değil mi?
Sevgiyle kalın
Belgin ERYAVUZ
15.01.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder