Bir kelimeyi yazmak, telaffuz etmek ve dile getirmek bazen hiç kolay olmuyor. İşte tecavüz de onlardan bir tanesi. İnsanın adeta diline dolanıyor, yazarken parmakları arasından sızıyla dökülüyor.
Tecavüz…
Sözlüklerdeki karşılığı;
Cinsel istismar
Zorlama
Şiddet
Saldırı
Baskı
Tehditle kişilik haklarına el uzatma
Namusa saldırı
Sarkıntılık olarak geçiyor.
Her bir karşılık, içeriğinin ağırlığı nedeniyle insanı dehşete sürüklerken; hayatımızın içindeki acı gerçeklerden bir tanesi olduğunda açıkça ortaya koyuyor.
İnsanın bedenini ve ruhunu, hatta bedeninden çok ruhunu esir alıyor yıllar boyu. Yaş, statü, cinsiyet hiç fark etmiyor ve günümüzün koşulları içinde hemen herkesin başına gelebiliyor. Ucundan kıyısından, az ya da çok, çoğumuza bulaşıyor.
Tecavüze, bu ağır travmaya uğrayanların sayısı o kadar çok ki! Dünyanın hemen her bölgesinde yapılan istatistikler sonucu ortaya çıkan rakamların büyüklüğü kanımızı adeta dondururken; tecavüzün ne denli önemli bir ahlaki yara olduğunu da gözler önüne seriyor. Dile kolay ortalama her doksan saniyede bir kadın!
Üstelik bildiklerimiz, görüp duyduklarımız, okuduklarımız dışında bilmediğimiz, dillendirilmeyen, kayıt dışı daha nice vaka var kim bilir. Hep en içlerde en derinlerde saklanan ve asla gün yüzüne çıkarılamayan, utanıldığı için paylaşılamayan. Acısı, ızdırabı, etkileri son derece yoğun; kalıcı tahribatları dile getirilemeyecek kadar derin olan.
Gözü dönmüş bir takım insanların bir iki dakikalık geçici heveslerini, daha doğrusu vahşi ve zorba hislerini tatmin etmek uğruna zaaflarına yenik düştükleri o talihsiz an. Sonrasında yitip giden bir hayat. Asla unutulmayacak, hep hatırda kalacak ve içten içe kanayacak bir yara. Kaybolan ümitler, solup giden hayaller.
Bu vahşeti yapanların yakalanamadığı, yakalansa bile az bir cezayla salıverildiği, aramızda elini kolunu sallayarak dolaştığı ve nedense tecavüze uğrayanın daha çok suçlandığı toplumsal bir yara, ağır bir travma.
Bu ağır travmayı yaşayan insanlar söz konusu olayın ağırlığı altında ezilir yıllar boyu. Hayata, insanlara, hatta kendisine öfke duyar. Günler geceler boyu ağlar, ama kuruyan göz pınarları içindeki yangını dindiremez. Öfke ve isyanını bastıramaz. Yaşamak dahi anlamsız gelir. Kimselere inanamaz. İçlerindeki panik, korku ve güvensizlik tınıları hep onlarla beraberdir çünkü.
Tecavüze yeltenenler, bunu uygulamaya geçirip insanların hayatlarını karartanlar her zaman bir yabancı da olmuyor üstelik. Bazen çok yakın bir aile büyüğü, bazen bir amca, bazen bir kuzen, bazen yaşını başını almış bir dede, bazen bir kardeş ya da ağabey, hatta bazen de öz bir baba olabiliyor. Aynı yastığa baş koyulan ve bir hayat paylaşılan eşler de cabası.
Her kim olursa olsun, bu korkunç olayı uygulayanlar, uygulamaya yeltenenler bence insan olamazlar. İçlerindeki saldırı dürtüsü ve sapkınlıkla tüm insani duygularını kaybetmiş; sevgiden, merhametten, şefkatten, acıma hissinden yoksun kalmış olmaları tek ortak özellikleri olmalı.
Cahil ve eğitimsiz olmaları yanında iyi öğretim görmüş olanların var olması ise toplum olarak verilenlerin yetersizliğini açıklamaya yetiyor galiba. Erdem ve ahlak henüz çocukken verilmeye başlanırsa, aileden iyi bir eğitimle desteklenirse, çocuklarımızın vicdan sahibi olmalarının önemi üzerinde durulursa böylesi insanlar azalır, bu ağır travmanın boyutları küçülür diye umut ediyorum. Çünkü içinde utanma duygusu, merhamet ve acıma hissi olan erdemli hiçbir insanın böylesi suçlara kolay kolay yelteneceklerine inanmıyorum.
Daha insanca bir yaşama, daha güzel bir dünyaya merhaba demek adına hepimiz bir adım daha atalım, elimizden geleni yapalım. Tecavüze uğrayanları suçlamak yerine, en azından sevgimizle yanlarında olduğumuzu hissettirelim; manevi desteğimizi esirgemeyelim.
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
19.01.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder