Düşünsenize aşk
gerçekten de bir SANAT. Hayatın o gizemli yokuşlarını tırmanırken bizi bir anda
gökkuşağı ile buluşturan; içinde her rengi barındıran ve albenisi ile insanın
aklını başından alan bir deli ruh hali adeta.
Kısacası AŞK başlı
başına GİZEM dolu bir ruh yolculuğu.
Çalkantılı, inişli,
çıkışlı, yakıcı, yeri gelip insanı serseme çeviren bir yolculuk…
‘’ AŞK, uçurumdan düşmek gibi bir şey, işte bu
yüzden sevgiliye ‘YAR’ denir. ‘’ diyor
Mevlana. İşte bu denli tehlikeli bir
yolculuk aslında ama herkes tatmak, yaşamak için can atıyor, sonunda üzülmek
olsa bile aşk adına yaşayacaklarını özlem ve merakla bekliyor, öyle değil mi?
Kim yeterince
tanımlayabilmiş ki aşkı ?
Bakın Elif Şafak aşk
için ne demiş? ‘’Gizemli, sıra dışı,
neredeyse tılsımlı, ama aynı zamanda doğa üstü, akıl dışı, hatta ürpertici.’’
Gerçekten de bir tür deli ruh hali belki de.
‘’Pekiyi aşk kalpte mi
beyinde mi yaşanır?’’ diye sorsak kendimize, cevabımız ne olurdu acaba, hiç
düşündünüz mü?
Hepimizin bildiğinin
tersine vücuttaki yansıması kalpte olduğu halde; AŞK beyinde başlıyor, beyinde
gelişiyor ve beyinde bitiyor aslında; uzmanlar böyle söylüyorlar.
Ancak kalbin elektrik akımının (EKG), beyinde
oluşan elektrik akımından (EEG) altmış kez daha kuvvetli olduğunu belirten
uzmanlar; yine kalbin manyetik alanının
ise beyninkinden beş bin kez daha kuvvetli olduğu konusunda hemfikirler.
Gerçekten de inançlarımızı
duygularımızla desteklediğimiz zaman, yaydığımız enerji çok daha büyük. Bu
enerji bir şekilde evrene yayılıyor ve Rezonans Kanunu esasına göre, evrendeki
aynı titreşimdeki enerjileri arıyor. Benzerini bulunca kendine çekiyor.
Yani
gerçekten inandığımız her şey gerçekleşiyor. Özellikle kalbimiz huzurlu ve
mutlu duygularla doluyken, isteklerimizi kucaklamamız çok daha kolay. Ancak üzgün ya da depresif durumlarda istediğimiz
şeyin gerçekleşmesi, kalbimizden
yaydığımız hüzünlü duyguların altında eziliyor. Bu nedenle bir şey dilerken
bazı noktalara dikkat edilmesi gerekiyor. Uzmanlar bunları şöyle sıralıyor;
*Ne dilersek dileyelim,
bunu mantık seviyesinden kalp seviyesine taşımalıyız.
*İsteklerimizin
gerçekleşebilmesi için önce kendimizi mutlu bir ruh haline sokmalıyız.
*Ve olacağına kesinlikle
tüm kalbimizle inanmalıyız.
Yapılan bilimsel
araştırmalar aşkın, beynin kimyasını değiştirdiğini; kan, omurilik ve beyin
sıvılarında obsesif hastalıklara benzer değişikliklerin olduğunu ortaya çıkarmış.
Yani aşk adeta uyuşturucu etkisi yapıyor
insanda.
Bu doğrultuda bir grup
kadınlı erkekli denek teste tabi tutulmuş. Önce sevdikleri kişilerin; ardından da arkadaşlarının fotoğrafları
gösterilerek, kan akışları izlenmiş. Araştırma sonucunda aşkın, kişilerdeki
muhakeme yeteneğini yitirmesine sebep olduğu ortaya çıkmış. Hani zaman zaman
söylediğimiz ‘‘Aşkın gözü kördür’’ sözü de buradan geliyor sanırım.
Bir de aşkın türleri var elbet söz
etmeden geçmek olmaz… Örneğin yıllar sonra geriye dönüp baktığınızda
hatırladığınız o İLK AŞK vardır hani; daha masum, belki daha mesafeli ama bir
zamanlar tutkusu ile buram buram iç yakan. Ve YILDIRIM AŞKI; duyguların şimşek
olup gözlerden çaktığı, sağanak yağmur olup birden bire kalplere yağdığı o hız
ekseni. Ya da PLATONİK AŞK; siz onun için dünyaları yakacakken onun bundan
habersiz olma hali, erişememenin verdiği o yakıcı deli his. Ve elbette YASAK AŞK; her ne kadar kabul görmese de yaşanan bir gerçek, tutkuların mantığa söz
geçirmediği anlar silsilesi belki de; bile bile rüzgara kaptırıp kendini koşmak,
sonunu bilemeden hem de delicesine… ama hepsinden öte GERÇEK AŞK var ki; onu
yaşayanlar bence dünyanın en şanslı kişileri, karşılıklı, tutkulu, ama saygı
dolu, sonu sevgiyle devam eden ömürlük aşk bence en güzeli.
Tıpkı Sunay Akın’ın dediği gibi;
‘’Tenine dokunabilmek mi? Haşa!
Gözüm göz menziline girsin yeter.
Hadi düş düşlerime tutmayana ‘AŞK’ olsun!!! ‘’
Yunan Mitolojisinde AŞKın yolu ise
nergis çiçekleriyle süslenirken, aslında bir kişilik bozukluğu olan narsizm ile
tanıştırır bizleri; nasıl mı? Gelin
beraberce bu mitolojik öyküye kulak verelim…
‘’Çok güzel bir peri kızı olan Ekho,
kendine aşık olanların aşkını hep karşılıksız bırakırken; günlerden bir gün bir
avcıyla karşılaşır. İsmi Narkissos olan bu yakışıklı avcıya ilk görüşte aşık olur.
Ancak bu kez kendisi aşkına karşılık bulamaz. Bu durumu kabullenemeyen Ekho,
yaşadığı kara sevdayla günden güne içine kapanır ve yemeden içmeden kesilir.
Rivayet bu ya, öldüğünde kemikleri kayaya, sesi ise bu kayalardaki yankılara
yani ‘eko’ya dönüşür. Ancak bu durum Olimpus dağındaki Tanrıları kızdırır ve
Narkissos’u cezalandırmak isterler. Cezası bir hayli ilginçtir aslında. Bir av
dönüşü susayan avcımız su içmek için eğildiğinde, suda yansıyan görüntüsüne
aşık olur. Yemeden içmeden kesilerek ve suda kendisini seyrederek ömrünü
tüketir. Ve rivayete göre kış gibi soğuk vücudu, kışın gözdesi sarı beyaz
nergis çiçeklerine dönüşür.’’
İşte kendilerinden başka kimseyi düşünmeyen,
ilgi odağı olmayı seven ve bunu göremediklerinde içten içe eriyen kişilere de
bu yüzden avcı Narkissos’dan esinlenerek ‘narsist’ denmiş. Ancak uzmanların
söylediği ve unutulmaması gerekli en önemli nokta narsistlerin gerçek aşkı
yaşayamadıkları üzerine. Bu nedenle siz siz olun; ilk bakışta çok çekici gelen, sempatik ve
karizmatik gibi görünen narsistlerden uzak durun derim ben. Çünkü aşkı
yaşayayım derken, sonrasında kin ve intikam gibi olumsuz davranışlarla boğuşmak
zorunda kalabilirsiniz. ( devamı 2/2 de)
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
07.02.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder