2 Şubat 2013 Cumartesi

VAPURDA GÖKKUŞAĞI VARDI…


Bir vapur seyahatinde yaşanan ve insanın içini sımsıcak yapan dakikalar bu yazımda sizlerle paylaşmak istediğim... soğuk ve yağmurlu bir gün. Tam bir kış havası. Ama yağmur öyle böyle yağmıyor, hani şemsiye yetmez derler ya öylesine hızlı. Hal böyle olunca şemsiyeniz olsa bile paçalarınızın, botlarınızın ve üstünüzün ıslanmasına engel olamıyorsunuz. Şemsiyeyi tutan parmak uçlarınız donmuş adeta, hiç bir şey hissetmiyor ıslaklıktan başka.

Yaşamın aslında ne kadar kısa ve anlamsız olduğunu anladığımız günlerden bir tanesiydi. Acının, gözyaşlarının paylaşıldıkça azalacağı ümidiyle yapılan bir kısa yolculuktu belki de benimkisi. Hani sözlerin yetersiz kaldığı, gözyaşlarının göz diplerinde toplandığı; ama her şeye rağmen metanetle arkadaşlara destek verildiği o iç burkan anlardan birisi. Hani sarılırsınız arkadaşınıza sımsıkı ve işte o anda her şey susar yürekler konuşur ya bir tek, işte öyle bir an.

Ve  sonrasında yağmur altında bir koşu, vapurla eve dönme telaşı. Kaçan vapuru ayakta beklerken, üşüyen parmak uçlarındaki hissizlik. İşte tüm bu olumsuzluklar içinde birden karşınızda beliren bir tablo. İşte ben size bu kasvetin içindeki gökkuşağından söz edeceğim. Her şeyin nasıl kocaman bir tebessüme dönüştüğünden…

Vapurda çıkış kapısına yakın bir yerde oturuyorum, bir an önce inebilmek adına. 

Birden gözlerim hemen yanımda ayakta duran üç gence takılıyor. Üç tane pırıl pırıl üniversite öğrencisi, belli ki bir hazırlık peşindeler. Oldukça mahcup bir edayla her biri kendi müzik aletini çıkarıyor, akortlarını yapıyor ve aralarında kısık sesle bir şeyler konuşuyorlar. Derken müziğin o insanın içine dolan ritmi başlıyor. Ne soğuk, ne ıslanmak, ne eve bir an önce dönme telaşı. Her şey süt liman olmuş müzikte eriyor adeta. Gençlerden bir tanesi gitar, diğeri keman çalıyor ve üçüncüsü ise oturduğu tahta sandıkla ritm tutuyor ve beraberce şarkı söylüyorlar.

Vapurda oturan herkes kendi dünyasından, daldığı düşüncelerden bir anda başını kaldırıyor ve o sese odaklanıyor.

Gençler utana sıkıla hazırlık yapmışlar ve birazda çekingen müziğe başlamışlardı ama dünyamıza öyle güzel dokunuyorlar ki… üçü de son derece kibar, efendi, saygılı.  Yol boyu tam iki şarkı söylüyorlar. Tebessüm etmeyenlerin bile yüzlerinde tatlı bir tebessüm beliriyor o anlarda.

Sonunda yolculuğumuz bitiyor ve gençler yine utana sıkıla aletlerini toparlarken; içlerinden bir tanesi sırt çantasını açarak aramızda geziniyor. Hiç rahatsız etmeden, sadece göz ucuyla bakarak… başı önünde, yanakları kırmızı ve yüzünde masum bir tebessümle. Belli ki utanıyor. Ama öyle tatlılar ki… ekmek paralarını kazanıyorlar aslında. Üniversiteyi okurken ailelerine yük olmamak adına; kendi ayakları üstünde durmak adına uğraş veriyorlar. Sevdikleri bir işi yaparak, ama  utanmanın o zarif çizgisini yüzlerinde taşıyarak.

Alkışlarımıza bile defalarca teşekkür edip ayrılırlarken aramızdan, yüzümüzde hala tebessümlerimiz bakiydi. Yolları şansları açık olsun her birinin. Bizi tebessüm ettirdikleri kadar çok tebessüm olsun hayatlarının her anında.

Hayat böyle bir şeydi işte. Bir yanda acı, keder, gözyaşı derken bir süre sonra gökkuşağının o pembe tonlarına bakabiliyor insan. Önemli olan ise o dokunuşların hazzını sonuna kadar yaşayabilmekte saklı. Çünkü hiçbir şey kalıcı değil bu dünyada. Hayatın getirdiklerine karşı direnmenin, güzellikleri kucaklamanın ve ANları fark etmenin güzelliğinde geçsin tüm ömrümüz. Ve bizi TEBESSÜM ettirecek her neden, hiç ummadığımız anlarda içimizi SIMSICAK yapsın diyorum ben tüm kalbimle.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

19.01.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...