Bir vapur seyahatinde
yaşanan ve insanın içini sımsıcak yapan dakikalar bu yazımda sizlerle paylaşmak
istediğim... soğuk ve yağmurlu bir gün. Tam bir kış havası. Ama yağmur öyle
böyle yağmıyor, hani şemsiye yetmez derler ya öylesine hızlı. Hal böyle olunca
şemsiyeniz olsa bile paçalarınızın, botlarınızın ve üstünüzün ıslanmasına engel
olamıyorsunuz. Şemsiyeyi tutan parmak uçlarınız donmuş adeta, hiç bir şey hissetmiyor
ıslaklıktan başka.
Yaşamın aslında ne kadar
kısa ve anlamsız olduğunu anladığımız günlerden bir tanesiydi. Acının,
gözyaşlarının paylaşıldıkça azalacağı ümidiyle yapılan bir kısa yolculuktu belki
de benimkisi. Hani sözlerin yetersiz kaldığı, gözyaşlarının göz diplerinde toplandığı; ama her şeye rağmen metanetle arkadaşlara destek verildiği o iç burkan anlardan
birisi. Hani sarılırsınız arkadaşınıza sımsıkı ve işte o anda her şey susar
yürekler konuşur ya bir tek, işte öyle bir an.
Ve sonrasında yağmur altında bir koşu, vapurla
eve dönme telaşı. Kaçan vapuru ayakta beklerken, üşüyen parmak uçlarındaki
hissizlik. İşte tüm bu olumsuzluklar içinde birden karşınızda beliren bir
tablo. İşte ben size bu kasvetin içindeki gökkuşağından söz edeceğim. Her şeyin
nasıl kocaman bir tebessüme dönüştüğünden…
Vapurda çıkış kapısına
yakın bir yerde oturuyorum, bir an önce inebilmek adına.
Birden gözlerim hemen
yanımda ayakta duran üç gence takılıyor. Üç tane pırıl pırıl üniversite
öğrencisi, belli ki bir hazırlık peşindeler. Oldukça mahcup bir edayla her biri kendi müzik aletini çıkarıyor, akortlarını yapıyor ve aralarında kısık sesle bir
şeyler konuşuyorlar. Derken müziğin o insanın içine dolan ritmi başlıyor. Ne soğuk,
ne ıslanmak, ne eve bir an önce dönme telaşı. Her şey süt liman olmuş müzikte
eriyor adeta. Gençlerden bir tanesi gitar, diğeri keman çalıyor ve üçüncüsü ise
oturduğu tahta sandıkla ritm tutuyor ve beraberce şarkı söylüyorlar.
Vapurda oturan herkes
kendi dünyasından, daldığı düşüncelerden bir anda başını kaldırıyor ve o sese
odaklanıyor.
Gençler utana sıkıla
hazırlık yapmışlar ve birazda çekingen müziğe başlamışlardı ama dünyamıza öyle
güzel dokunuyorlar ki… üçü de son derece kibar, efendi, saygılı. Yol boyu tam iki şarkı söylüyorlar. Tebessüm
etmeyenlerin bile yüzlerinde tatlı bir tebessüm beliriyor o anlarda.
Sonunda yolculuğumuz
bitiyor ve gençler yine utana sıkıla aletlerini toparlarken; içlerinden bir
tanesi sırt çantasını açarak aramızda geziniyor. Hiç rahatsız etmeden, sadece
göz ucuyla bakarak… başı önünde, yanakları kırmızı ve yüzünde masum bir
tebessümle. Belli ki utanıyor. Ama öyle tatlılar ki… ekmek paralarını
kazanıyorlar aslında. Üniversiteyi okurken ailelerine yük olmamak adına; kendi
ayakları üstünde durmak adına uğraş veriyorlar. Sevdikleri bir işi yaparak,
ama utanmanın o zarif çizgisini
yüzlerinde taşıyarak.
Alkışlarımıza bile
defalarca teşekkür edip ayrılırlarken aramızdan, yüzümüzde hala tebessümlerimiz
bakiydi. Yolları şansları açık olsun her birinin. Bizi tebessüm ettirdikleri
kadar çok tebessüm olsun hayatlarının her anında.
Hayat böyle bir şeydi
işte. Bir yanda acı, keder, gözyaşı derken bir süre sonra gökkuşağının o pembe
tonlarına bakabiliyor insan. Önemli olan ise o dokunuşların hazzını sonuna
kadar yaşayabilmekte saklı. Çünkü hiçbir şey kalıcı değil bu dünyada. Hayatın getirdiklerine
karşı direnmenin, güzellikleri kucaklamanın ve ANları fark etmenin güzelliğinde
geçsin tüm ömrümüz. Ve bizi TEBESSÜM ettirecek her neden, hiç ummadığımız anlarda
içimizi SIMSICAK yapsın diyorum ben tüm kalbimle.
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
19.01.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder