Bu paragraf Amerikalı yazar,
düşünür ve çevreci Henry David Thoreau’ya ait. Okuduğumda oldukça etkiledi beni.
Gerçekten üzerinde birazcık düşündüğümüzde; MUHTEŞEM dünyamızdaki canlıların da
en az bizler kadar yaşama sıkı sıkıya tutunduklarını, yeri gelip direndiklerini;
ama hepsini doğanın o müthiş döngüsü içinde uyumla ve SABIRLA gerçekleştirdiklerini
fark ediyoruz. Öyle değil mi?
İşte bana bu
farkındalığı sağlayan ve deniz kaplumbağalarının o gizemli yaşam senfonisini
sizlerle paylaşmamı sağlayan; satırlarını severek okuduğum Plaj Evi kitabı
oldu. Her bölümün başında kaplumbağaların bilinmeyen yönlerine kısacık yer
verilmişti. Okurken aldığım notlar ve yaptığım araştırma sonucu edindiğim
bilgiler bu yazının kaynağını oluşturdu. Neden mi paylaşmak istedim? Çünkü
deniz kaplumbağalarının hayat hikayeleri, yaşama karşı verdikleri mücadele ve
azimleri hepimize ders olacak nitelikte. Dile kolay, neredeyse 200 milyon
yıldan beri dünyamızdaki varlıklarını bir şekilde koruyan kaplumbağalardan söz ediyoruz. Hadi gelin
beraberce onların büyülü, ama bir o kadar da zorlu dünyalarına masmavi bir dalış
yapalım.
Deniz kaplumbağası
Latince Caretta Caretta demek. Denizde 20 yıl hatta daha da uzun süre kalıp
ergenleştikten sonra; dişi deniz kaplumbağası yuva yapmak için doğduğu sahillere
geri dönüyor. Erkek olanları ise yavruyken girdiği denizden ölene kadar bir
daha hiç çıkmıyor. Ama anne olmak kolay mı? Yaklaşık 150 kilo ağırlığındaki
kızılımsı kahverengi kabuğunu yüzlerce bereketli yumurta ile dolduran anne
kaplumbağalar; yavruları uğruna önlerindeki kilometrelerce deniz yolunu hiç
durmadan kat ediyor. Onları doğdukları sahillere geri dönmeye iten sebep nedir
kesin olarak bilinmiyor. Tamamen içgüdüsel olabileceği gibi genlerinden
kaynaklanabileceği ve hatta bir takım kokulardan ya da seslerden etkilendikleri
bile düşünülüyor uzmanlar tarafından.
Sonunda hiç durmadan, aç
ve yorgun bir halde, tanıdığı sulara ulaşan deniz kaplumbağası; yuvasına uygun
yer ve zemin bulmak için beklemeye başlıyor. Bu dönemde hiç acele etmiyor. Yavaş
ve emin adımlarla ilerliyor. Ayın çekim gücü nedeniyle sular kabardığından, denizin
içinde bir süre oyalanıyor. Geldiği kıyının yavrularını bırakacağı en güvenli
yer olduğundan emin olana kadar sabır gösteriyor. Ancak işin henüz daha başında
olduğunu da biliyor. Çünkü bir sezon boyunca ortalama 4 kez kuluçkaya yatması
gerekiyor. Üstelik gücünün çoğunu yüzerek harcadığı halde ağzına bir lokma
koymadan; annelik içgüdüsüyle ‘önce yavrularım’ diyor.
Ve sonunda o büyülü AN
geliyor. Gecenin koyu karanlığında kıyıya çıkıyor. Adeta kocaman bir tank gibi,
iyice ağırlaşmış bedenini yavaş yavaş sahilin kuru bölgesine doğru çekiyor.
Ancak vardığı noktanın doğru yer olmadığını anlarsa, kumun içinde bir kök ya da
kayayla karşılaşır veya davetsiz bir misafirin varlığını hissederse;
yumurtalarını bırakmadan denize geri
dönüyor. Ta ki güvenli yeri bulana değin.
Anne kaplumbağa tüm
şartlardan emin olduğunda; zorlu kazı başlıyor. Bu ritüeli arka yüzgeçlerini
kullanarak yapıyor. Yaklaşık 45-55 cm. derinliğindeki yumurta yatağını hazırlamak
için; her iki yüzgecini sırayla kullanarak kumu bir kepçe gibi kazıyor.
Yaklaşık
bir saate yakın süren kazma işi sonrası, yumurtlamaya geçiyor. Bu ise
anneliğinin en özel anı. Hiç ara vermeden pinpon topu büyüklüğündeki
yumurtalarını yuva çukuruna bırakmaya başlıyor. Genelde bir seferde 2-4 yumurta
bırakarak yuvayı dolduruyor. Her yuvaya 80-150 arasında yumurta bırakıyor. Ve tüm
bunları yaparken gözlerinden yaşlar boşanıyor. Cefakar bir annenin gözyaşları bunlar.
Buram buram sevgi ve bağlılık kokuyor. Yaşayacağı durumu kabullenmiş. Kutsal görevi
bittiğinde; bir daha geri dönmemek üzere yuvadan ve yavrularından ayrılacak
olmasının sızısıyla ağlıyor anne kaplumbağa.
Gelin görün ki, bilim
adamları bu gözyaşlarını sadece gözlerin temizlenmesi ve vücudun tuz dengesinin
korunmasını sağlamak için üretildiğini açıklıyor. Dolayısıyla anne
kaplumbağanın; çalışırken tuzlu suların gözlerinden sel gibi akmasının nedeni
bu doğal beden dengesi. Ama kaplumbağa gözyaşlarını gören, bu muhteşem ritüeli
öğrenen bir kadınsa; içgüdüsel olarak onun yavruları için ağladığını bilir
bence.
Anne kaplumbağa ağlar;
çünkü yavrularını biraz sonra kaderleriyle baş başa bırakıp gideceğinin
farkındadır. Sadece bu mu? Yavrularını bekleyen onlarca tehlikeyi de bilir; tüm
yırtıcıları, hızlı deniz akıntılarını, göz kamaştıran tehlikeli ışıkları, karmaşık
deniz ağlarını. Üstelik her bir yavrusu eğer sağ kalırsa, tıpkı kendisi gibi yıllar
boyu tek başına yüzecektir.
İster kaplumbağa olsun,
ister başka bir canlı hangi anne yavrularının bu zor şartlarından endişe
edip gözyaşı dökmez ki? Doğanın
kanunları elbette… Doğmanın, doğurmanın, terk etmenin zamanları… Acımasız ama o
muhteşem denge için hepsi olmalı, yaşanmalı. Gözlerden sel gibi yaşlar aksa da
o akışa uyulmalı, sabırla, sevgiyle tıpkı anne kaplumbağanın yaptığı gibi (devamı
2/2’ de)
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
09.10.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder