Yıl
1827.
Yer
Almanya-Brandenburg.
Bir
erkek çocuk dünyaya ‘merhaba’ der. Çocuğa KARL DETROIT ismi verilir. Babası bir
müzik öğretmenidir.
Ancak
aile içinde süre gelen kavgalar ve huzursuzluk; Karl Detroit’in bir Fransız yetimhanesine
verilmesine sebep olur.
Ne
kadar acıdır ki, anne babası hayattadır. Her ikisi de sağlıklıdır. Ancak
çocuklarına fayda yerine zarar verirler. İşte öykümüz bu küçük çocuğun yetimhanedeki
zorlu günleriyle başlar. Ve bu gerçek hayat hikayesi acılarla, mücadele ile şekil
alırken; pek çok kalbe dokunarak geçer.
Kahramanımız
12 yaşına geldiğinde, bir gece yarısı, arkadaşları uykudayken yetimhanenin 1. katında
bulunan yatakhanenin penceresini açar. Birbirine düğümlemeye çalıştığı yatak çarşaflarını
aşağıya sarkıtır. Minicik yüreğindeki korkusunu cesareti ile bastırarak;
yetimhaneden kaçar.
Doğruca
Hamburg şehrine gelir. O yıllarda Hamburg büyük bir liman kentidir. Dünyanın
dört bir yanına giden büyük gemilerle doludur. Bizim küçük kahramanımız bir
gemide miço olarak iş bulur ve doğduğu ülkeyi terk eder.
3-3,5
ay süren yolculuğu sırasında; neredeyse tüm Akdeniz limanlarını dolaşır. Ve bir
bahar sabahı Marmara Denizinden İstanbul’a giriş yapar.
Gemi
İstanbul’a gelince, Karl Detroit kimseye görünmeden gemiden atlar. Minicik
kulaçları ile yüzmeye başlar. Nereye mi? Gemiden İstanbul’a bakarken gördüğü ve
çok sevdiği KIZ KULESİ’ne.
Yetimhaneden
İstanbul’a uzanan yolculukta son durak bu beyaz kule olur.
Minicik
bir çocuk için, özellikle o yıllarda, o zor şartlar altında ne yaman bir
yolculuk.
Öyle
değil mi? Ne büyük bir karar ve cesaret.
Ancak
İstanbul’un en güzel simgelerinden bir tanesi olan Kız Kulesi; o yıllarda
yasaklı bir kuledir. Çünkü lepra (cüzzam) hastalarını toplumdan soyutlamak için
kullanılır. Bulaşıcı ve tehlikeli olduğu bilinen bu hastalıkta; deri ve iskelet
sistemi hayli yıpranır. Dolayısı ile bu hastalığa yakalananların görüntüleri herkesi
korkutacak kadar kötü olduğundan böyle bir yol tercih edilir.
Düşünsenize,
onca zorluk, onca tehlikeli yolculuk ve sonunda cüzzamhanede biten bir
yolculuk.
12
yaşında o minicik kulaçlarına azminin son damlalarını inatla ekleyen çocuk;
yorgun bir halde Kız Kulesinin kayalıklarına tutunur. Başını denizden çıkarır
ve cüzzamlı hastalarla burun buruna gelir. Elbette çok korkar ancak, kulenin
bekçisi tarafından kurtarılır.
Bu
arada durumu fark eden Almanlar, Osmanlılardan çocuğu geri ister. İki ülke
arasındaki bu minik diplomatik sorun, Sadrazam Ali Paşa tarafından ustaca
çözülür. 6 dil bilen, şiirler yazan, son derece entelektüel, aydın bir paşadır
kendisi. Gemiden kaçan, Kız Kulesi’ne kadar yüzen bu azimli çocuk ilgisini
çeker. Mutlaka bir derdi olduğunu düşünerek onu huzuruna çağırır.
Karl
Detroit başından geçenleri tek tek anlatır. Yetimhanede yediği dayaklardan,
kaçış gününe, gemideki miçoluğundan Kız Kulesi’ne kadar. Çocuğu sessizce
dinleyen Paşa, onca liman şehri arasında neden İstanbul’u seçtiğini sorar. Aldığı
yanıt kısadır. Minicik parmaklarını pencereden ileriye doğru uzatır. O beyaz
kuleyi çok sevdiğini söyler Karl Detroit.
Sunay Akın'ın tabiri ile; sanki
bu kule onun denize düşen oyuncağıdır.
Sadrazam
Ali Paşa çocuğun öyküsünden etkilenir. Oğlu olarak nüfusuna alır. Ona ‘Mehmet
Ali’ ismini verir.
Askeri
bir okula yollar. Çok iyi bir eğitim alması için elinden geleni yapar. (devamı
2/3’te)
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
10.10.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder