Şimdi
gelin o meşum güne gidelim. Henüz 37 yaşındayken; beyninin sağ yarısını
kaybettiği o sabah saatlerine.
Sol
gözünde şiddetli bir ağrı ile uyanır. Olacaklardan habersizdir. Geçer umuduyla
yataktan kalkar. Egzersiz aletine çıkar. Kendisinde bir tuhaflık olduğunu
hisseder. Ama gelin görün ki onca mesleki bilgisine rağmen önemsemez.
Başının
ağrısı giderek artınca spordan vazgeçer. Oturma odasına doğru ilerlemek ister. Ama
o da nesi? Hareketlerine söz geçiremez. Giderek yavaşlar. Birden dengesini kaybeder.
Duvara yaslanıp kendisine neler olduğunu sorgulamaya başlar. Çünkü kısa
aralıklarla farklı anlar yaşamaya başlamıştır.
Bir
an gelir; kendisini çevreleyen muhteşem bir sessizliğe gömülür. Kendisini hiç
olmadığı kadar hafif hisseder. Adeta tarifi zor bir mutluluk enerjisi içindedir.
Ancak bir süre sonra, sol küresinden sesler gelir. Bu sesler ona bir sorun
yaşadığını hatırlatıp durur. Bir süre bu gel-git’ ler arasında bocalar.
Sol
küresinin uyarıları üzerine düşünürken; birden sağ kolunu hiç kullanamadığını fark
eder. İşte o zaman felç geçirdiğini anlar. Kendi deyimiyle; bir kadın bedeninde
artık minicik bir bebek gibidir.
İşte
o zor anlarında telefon ederek yardım çağırması gerektiğini düşünür. Ama nasıl?
Yalnızdır çünkü. Kendisini sürükleyerek çalışma odasına gider. Kartvizitini aramaya
başlar. Ama görüntü hafızası olmadığı için bulamaz.
Beyninin
arada berraklaştığı anları beklemelidir. O net anları yakaladığında; elindeki kartlara
tek tek bakar. Tüm kartları taraması 45 dakikasını almıştır. Bu arada beynindeki
kanama artarak devam eder.
Sayıların
anlamları yoktur artık onun için. Telefon numarası olarak gördükleri, sadece
kargacık burgacık şekillerden ibarettir o kadar. Yine de pes etmez. Ahizeyi
eline alır ve rakamları eşleştirmeye çalışır. Ancak numarayı çevirip
çevirmediğini de hatırlayamadığını görür. O yüzden felçli kolunu rakamların
üzerine tek tek taşıyarak adeta emekler.
Sonuçta
başarır. Telefonu işten bir arkadaşı açar. Ancak şimdi işi daha da zordur.
Çünkü o anda konuşamadığını, sadece garip sesler çıkardığını, üstelik konuşanları
da anlayamadığını fark eder. Çünkü ahizeden duyduğu seslerle, kendisinin
çıkardığı sesler bir köpek sesini andırır. Yine de pes etmez. Ta ki telefondaki arkadaşı durumunda bir gariplik
olduğunu anlayana değin.
Kısa
bir süre sonra evine gönderilen ambulansla hastaneye kaldırılır. Yolda kalan
son enerjisini de tükenir ve bayılır.
İkinci
bir yaşam şansı olacak kadar şanslı mıdır dersiniz?
Evet.
Beynindeki kanamadan iki buçuk hafta sonra geçirdiği büyük bir ameliyat ile
konuşma yetisini yeniden kazanır. Tamamen iyileşmesi ise 8 yılını alır.
Bu
ağır hastalık ve koma zamanlarında fark ettikleri ise ona tamamen farklı bir
hayat görüşü kazandırır. İnsanların istedikleri zaman sol yarı küreden gelen
sesleri susturup; sağ yarı küreye geçerek huzuru yakalayabilecekleri bizzat
deneyimlemiştir çünkü. Hatta o hasta halindeki sessizliğine Nirvana anları der.
Tüm bu yaşadıkları ona bir ders gibidir. Küçük bir farkındalıkla ve gayretle hayatımızın
nasıl muhteşem hale dönüştürebileceğini bizzat kanıtlar.
Sonuç
mu? Elimizdeki armağana sıkıca sarılalım. Ve nasıl bir insan olmak
istediğimizi, nasıl yaşayacağımızı seçelim. Seçimlerimizin arkasında duralım. İçimizdeki
güce, özümüze güvenelim.
Elimizden
geldiğince sol yarımızın hezeyanlarını susturalım. Sağ yarımızın huzur
seslerine ise kucak açalım. Hatta şımartalım.
BİRlikten
BİZ olmaya doğru kanatlanırken; içimizdeki sevgi ve huzuru etrafımızdakilere de
yayalım.
Tıpkı
Jill Bolte Taylor gibi. Kendisi iyileştikten sonra yazdığı kitaplarla, dünya
genelinde verdiği seminerlerle bunu başardı. Aldığı pek çok ödül bunun en
anlamlı kanıtları olsa gerek. Gayretlerine ve emeklerine sonsuz saygımla.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
14.01.2016
Kaynaklar:http://www.ted.com/talks/jill_bolte_taylor_s_powerful_stroke_of_insight?language=tr; http://www.pudra.com; https://en.wikipedia.org; http://www.magbloom.com.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder