İyilik
yapmak çok özel bir duygu.
Kalpten
kalbe adeta akan, ışıltılı bir yol.
Hani
hep mutlu olmayı bekliyoruz ya hayatımız boyunca. Ve asıl mutluluğun paylaşarak
kazanıldığını hep unutuyoruz ya. İşte iyilik yapmak bunun için biçilmiş kaftan.
Küçük ya da büyük olması, miktarı hiç önemli değil iyiliğin. Yeter ki içten ve samimi
olsun. Yeter ki tam o ihtiyaç anında sızlayan kalbe dokunsun. Ve elbette buram buram
sevgi kokarken zarifliğini yitirmesin.
İzlerken
gözyaşlarımı tutamadığım kısacık bir videodan hemen sonra, sözcüklere yükledim
duygularımı. Yine, yeniden, iyiliğin çoğalmasını dileyerek.
Yaşadığımız
dünya içinde her kime ne iyilik yapıyorsak, gün geliyor karşılığını fazlasıyla
alıyoruz. İşin bir de böylesi keyifli bir yönü var; başlangıçta hiç mi hiç
aklımıza gelmeyen.
Bu
hayat sahnesinde; hangimize nasıl bir rol biçildiğini ve ne yaşayacağımızı
hiçbirimiz bilemiyoruz. Öyle değil mi?
Bu
nedenle fırsatımız varken, şartlarımız zor dahi olsa; iyilik yapmanın o naif
çizgisinde gezinelim el ele. Hemen şimdi
aşağıdaki satırlarla. Ne dersiniz?
Yer
Japonya.
Bir
eczanenin hemen önündeyiz.
Eczacı
yaka paça tuttuğu küçük bir oğlan çocuğunu hırpalıyor. Bağırıyor. Belli ki
çocuk eczaneden izinsiz bir şeyler almış. İlaçları çocuğun elinden geri alırken,
onları neden çaldığını soruyor. Ancak öyle sert ve kızgın ki, çocuğun cevabını dinlemiyor.
Yaşanan
tatsız olayı lokantasından izleyen ve çocuğun o cılız cevabını duyan adam; bir
hamlede kadını durduruyor. Aralarına giriyor. İlaçları eczacının elinden alıyor.
Çocuğa yumuşak bir ses tonu ile annesinin hasta olup olmadığını soruyor.
Herkesin içinde yüzü kızaran ve korkan çocuk sadece başıyla onaylıyor. Bunun
üzerine adam eczacıya ilaç parasını ödüyor. Ardından lokantasında kendisine
yardım eden küçük kızına seslenerek; hasta anne için sebze çorbası koymasını
söylüyor.
Yardımsever
adamın uzattığı torbayı alan çocuk, mahcup bir edayla oradan uzaklaşıyor.
Aradan
günler, haftalar, yıllar derken tam 30 yıl geçiyor. Kızıyla beraber lokantasını
ayakta tutmaya çalışan baba; etrafındaki açlara elinden geldiğince yardım etmeye
devam ediyor. İçinde bulundukları hayat şartları onlar işçin de oldukça
zorlayıcı. Ama minicik yardımlardan hiç kaçınmıyor.
Ta
ki kapılarını sarsarak çalan o kötü bir dramla karşılaşana değin.
İşte
o gün; baba kalp krizi geçiriyor. Tezgahının başında çalışırken birden yere
yığılıyor. Kızı tarafından hemen hastaneye kaldırılıyor. Gerekli müdahaleler
yapılıyor ve hayata döndürülüyor.
Ellerinin
arasından kayıp giden babasını son anda yakalayan kız bu duruma doğru dürüst
sevinemiyor bile. Neden mi? Çünkü birden bire karşılarına çıkan hayli yüklü
miktardaki hastane masrafı gencecik dünyasını karartmaya yetiyor. Ne yapsa,
kiminle konuşsa nafile. Gerekli tutarı ne yazık ki bulamıyor.
Ellerindeki
tek mal varlıkları olan lokantayı acilen satışa çıkarıyor. Hemen satış
olmayacağını bildiğinden; babasını iyileştiren doktorla görüşmesi gerektiğini
düşünüyor. Çaresizlik kerpeteninin keskin kıskaçları canını fazlasıyla yakarken;
durumlarını utana sıkıla açıklıyor. Ve biliyor ki onları ancak bir mucize
kurtarabilir.
Bu
üzüntüyle hasta yatağında yatan babasına sarılıyor. Geceler boyu süren
uykusuzluk ve yorgunluk nedeniyle orada uykuya dalıyor. Uyandığında yatağın
üzerinde bir zarf buluyor. Merakla açıyor. Tüm hastane masraflarının 30 yıl
önceki; 3 paket ağrı kesici ve sebze çorbası karşılığında ödendiğini okuyor. Çok şaşırıyor.
Birisi,
tanımadığı birisi melek kanatlarını takmış ve kendilerine yardım elini
uzatmıştır besbelli. Kız o sevinçle babasına sarılıyor. Hayata yeniden güvenle
gülümsüyor.
Peki
bu yardımı kim yapıyor dersiniz?
Yıllar
yıllar önce; babasının lokanta önünde azardan kurtarıp, annesine ilaç ve çorba
yolladığı o küçük çocuk.
Büyümüş,
okumuş, mesleğini seçmiş. Babasının ameliyatını yapan ve tüm bakım masraflarını
üstlenen doktor olarak karşılarına çıkmış. Çocukluk çağında yaşadığı zor anı,
kendisine yardım eden o adamı ise hiç unutmamış. Ve öykümüz bu mutlu sonla
bitiyor.
O
halde diyoruz ki; VERMEK EN İYİ İLETİŞİM. Kalbe dokunmanın naif yollarından bir
tanesi.
İyilik
yapalım.
Verelim.
Paylaşalım.
Tebessümleri,
kucaklaşmaları. Yediğimiz kuru ekmek dahi olsa diğer yarısını. Giymeye kıyamadığımız
ama, dolapta saklarken çoktan unuttuğumuz o yün kazağı. Yavrularımızın oynamaktan
sıkılıp yüzüne bakmadığı oyuncakları. Okumadığı kitapları.
Verdikçe
zenginleşmenin keyfine varalım. Bırakalım iyiliklerimiz yıllara meydan okusun. İnanın
bana hayat böylesi güzelliklerle çok daha anlamlı.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
03.01.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder