10 Mart 2016 Perşembe

İYİLİK YILLARA MEYDAN OKUYOR

İyilik yapmak üzerine, zor durumda olanları o sıkıntının içinden çekip çıkarmak üzerine o kadar yazı yazdım. Gelin görün ki yine de doyamadığımı hissediyorum. Çünkü iyiliğin o titreşimli dalgalarının yıllara meydan okuduğunu çok iyi biliyorum. Çünkü dünyamızın böylesi güzelliklere ihtiyacı olduğunun farkındayım.

İyilik yapmak çok özel bir duygu.

Kalpten kalbe adeta akan, ışıltılı bir yol.

Hani hep mutlu olmayı bekliyoruz ya hayatımız boyunca. Ve asıl mutluluğun paylaşarak kazanıldığını hep unutuyoruz ya. İşte iyilik yapmak bunun için biçilmiş kaftan. Küçük ya da büyük olması, miktarı hiç önemli değil iyiliğin. Yeter ki içten ve samimi olsun. Yeter ki tam o ihtiyaç anında sızlayan kalbe dokunsun. Ve elbette buram buram sevgi kokarken zarifliğini yitirmesin.

İzlerken gözyaşlarımı tutamadığım kısacık bir videodan hemen sonra, sözcüklere yükledim duygularımı. Yine, yeniden, iyiliğin çoğalmasını dileyerek.

Yaşadığımız dünya içinde her kime ne iyilik yapıyorsak, gün geliyor karşılığını fazlasıyla alıyoruz. İşin bir de böylesi keyifli bir yönü var; başlangıçta hiç mi hiç aklımıza gelmeyen.

Bu hayat sahnesinde; hangimize nasıl bir rol biçildiğini ve ne yaşayacağımızı hiçbirimiz bilemiyoruz. Öyle değil mi?

Bu nedenle fırsatımız varken, şartlarımız zor dahi olsa; iyilik yapmanın o naif çizgisinde gezinelim el ele.  Hemen şimdi aşağıdaki satırlarla. Ne dersiniz?

Yer Japonya.

Bir eczanenin hemen önündeyiz.

Eczacı yaka paça tuttuğu küçük bir oğlan çocuğunu hırpalıyor. Bağırıyor. Belli ki çocuk eczaneden izinsiz bir şeyler almış. İlaçları çocuğun elinden geri alırken, onları neden çaldığını soruyor. Ancak öyle sert ve kızgın ki, çocuğun cevabını dinlemiyor.

Yaşanan tatsız olayı lokantasından izleyen ve çocuğun o cılız cevabını duyan adam; bir hamlede kadını durduruyor. Aralarına giriyor. İlaçları eczacının elinden alıyor. 

Çocuğa yumuşak bir ses tonu ile annesinin hasta olup olmadığını soruyor. Herkesin içinde yüzü kızaran ve korkan çocuk sadece başıyla onaylıyor. Bunun üzerine adam eczacıya ilaç parasını ödüyor. Ardından lokantasında kendisine yardım eden küçük kızına seslenerek; hasta anne için sebze çorbası koymasını söylüyor.

Yardımsever adamın uzattığı torbayı alan çocuk, mahcup bir edayla oradan uzaklaşıyor.

Aradan günler, haftalar, yıllar derken tam 30 yıl geçiyor. Kızıyla beraber lokantasını ayakta tutmaya çalışan baba; etrafındaki açlara elinden geldiğince yardım etmeye devam ediyor. İçinde bulundukları hayat şartları onlar işçin de oldukça zorlayıcı. Ama minicik yardımlardan hiç kaçınmıyor.

Ta ki kapılarını sarsarak çalan o kötü bir dramla karşılaşana değin.   

İşte o gün; baba kalp krizi geçiriyor. Tezgahının başında çalışırken birden yere yığılıyor. Kızı tarafından hemen hastaneye kaldırılıyor. Gerekli müdahaleler yapılıyor ve hayata döndürülüyor.

Ellerinin arasından kayıp giden babasını son anda yakalayan kız bu duruma doğru dürüst sevinemiyor bile. Neden mi? Çünkü birden bire karşılarına çıkan hayli yüklü miktardaki hastane masrafı gencecik dünyasını karartmaya yetiyor. Ne yapsa, kiminle konuşsa nafile. Gerekli tutarı ne yazık ki bulamıyor.  

Ellerindeki tek mal varlıkları olan lokantayı acilen satışa çıkarıyor. Hemen satış olmayacağını bildiğinden; babasını iyileştiren doktorla görüşmesi gerektiğini düşünüyor. Çaresizlik kerpeteninin keskin kıskaçları canını fazlasıyla yakarken; durumlarını utana sıkıla açıklıyor. Ve biliyor ki onları ancak bir mucize kurtarabilir.

Bu üzüntüyle hasta yatağında yatan babasına sarılıyor. Geceler boyu süren uykusuzluk ve yorgunluk nedeniyle orada uykuya dalıyor. Uyandığında yatağın üzerinde bir zarf buluyor. Merakla açıyor. Tüm hastane masraflarının 30 yıl önceki; 3 paket ağrı kesici ve sebze çorbası karşılığında ödendiğini okuyor.  Çok şaşırıyor.

Birisi, tanımadığı birisi melek kanatlarını takmış ve kendilerine yardım elini uzatmıştır besbelli. Kız o sevinçle babasına sarılıyor. Hayata yeniden güvenle gülümsüyor.

Peki bu yardımı kim yapıyor dersiniz?

Yıllar yıllar önce; babasının lokanta önünde azardan kurtarıp, annesine ilaç ve çorba yolladığı o küçük çocuk.

Büyümüş, okumuş, mesleğini seçmiş. Babasının ameliyatını yapan ve tüm bakım masraflarını üstlenen doktor olarak karşılarına çıkmış. Çocukluk çağında yaşadığı zor anı, kendisine yardım eden o adamı ise hiç unutmamış. Ve öykümüz bu mutlu sonla bitiyor.

O halde diyoruz ki; VERMEK EN İYİ İLETİŞİM. Kalbe dokunmanın naif yollarından bir tanesi.

İyilik yapalım.

Verelim.

Paylaşalım.

Tebessümleri, kucaklaşmaları. Yediğimiz kuru ekmek dahi olsa diğer yarısını. Giymeye kıyamadığımız ama, dolapta saklarken çoktan unuttuğumuz o yün kazağı. Yavrularımızın oynamaktan sıkılıp yüzüne bakmadığı oyuncakları. Okumadığı kitapları.

Verdikçe zenginleşmenin keyfine varalım. Bırakalım iyiliklerimiz yıllara meydan okusun. İnanın bana hayat böylesi güzelliklerle çok daha anlamlı.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

03.01.2016



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...