2 Kasım 2016 Çarşamba

AZLA YETİNENLERE

Hayatın tatlı sürprizleri içindeki mini dokunuşları çok seviyorum. Tamamen şans eseri karşınıza çıkan bir film ismi, bir kitap önerisi ya da bir yardım çağrısı gibi. O anda silkinmemize vesile her biri. Bizi kendi derin düşüncelerimizden sıyırıyor. Daha önce hiç düşünmediğimiz bir noktaya parmak basıyor kimisi. Ya da hep içimizden geçirdiğimiz duygulara tercüman oluyor.

Uzun bir süredir AZla yetinmenin en büyük zenginlik olduğunu düşünenlerdenim.

Sadeliğe bayılıyorum.

Ne kadar AZ o kadar ÇOK benim için.

Çünkü sahip olduklarımız AZ olsa da paylaştıkça çoğaldığına inanıyorum.

Gözlemlerim, aza sahip olanların paylaşma dürtülerinin çok daha aktif olduğunu gösteriyor her defasında.

Oysa düz mantıkla düşününce çok şeye sahip olanların daha kolay vermeleri gerektiğini düşünürdüm eskiden. Ama maalesef bu düşüncem tersine çıktı her seferinde. İstisnalar olsa da.

İşte şimdi paylaşacağım konu da tam bununla ilgili. Karnını doyuran nice insanın, aç bir kişinin masum isteğine verdiği cevapla yüzleşeceğiz şimdi.

Herkesin hemen her gün gelip geçtiği caddelerden bir tanesindeyiz. Burası Amerika’nın New York şehri. Dünyanın her yerinde olduğu gibi, orada da sokakta yaşayan evsizler var. Normal ve lüks yaşayanların yanında.

Sıradan bir öğle yemeği zamanı. Çoğu çalışan ayaküstü bir kafede basit yemeklerle açlığını geçiştiriyor.

Belirtmem gerekir ki bu bir mizansen. İnsanların davranış ve tepkilerinin araştırıldığı bir sosyal deneyin tam ortasındayız.

Oyuna dahil olan iyi giyimli bir genç, bu kafelerde oturup pizzalarını yiyen kişilerin önünden geçiyor. Geçerken de oldukça aç olduğunu belirterek bir dilim pizza istiyor. 
Bir, iki derken sıralı masalar boyunca, pek çok kişiye soruyor. Hepsi bu isteğini ret ediyor. Bir kısmı kızgın bakışlar atıyor. Bir kısmı azarlıyor. Hatta bazıları oldukça kabalaşıyor. Sonuçta bir kafede yemek yiyebilecek düzeyde olan bu insanların hiç biri yemeğini paylaşmak istemiyor. Çoğumuz buna benzer olayları kendi dünyamızda da yaşıyoruz aslında. Öyle değil mi?

Mizansenin ikinci aşamasında bir başka oyuncu; bir paket pizza alıyor. İçinden bir dilimini çıkarıp yiyor. Kalanını kutusuyla beraber sokakta yaşayan bir evsize uzatıyor. Gönlünü kırmadan, usulca. Yeterince doyduğunu, eğer kabul ederse; elindeki pizza kutusunu kendisine vermek istediğini söylüyor.

Ahhh bu kalbi dokunuşlar. Vermek ve paylaşmak da bir sanat aslında. Verirken karşındakini yüceltebilmek ne kadar da önemli.

Sonuçta evsiz adam gülümseyerek pizza kutusunu alıyor. İçinden bir dilimini çıkarıp iştahla yemeye başlıyor. Belki de saatler süren açlığını; iri ve aceleci lokmalarla bastırırken; kutuyu kucağından hiç bırakmıyor.

Derken kafede oturanlardan bir türlü yiyecek yardımı alamayan ilk gencimiz yeniden ortaya çıkıyor. Evsiz adama yaklaşıyor. Bir dilim pizza istiyor.

O evsiz barksız adam, kutudan bir dilim pizza çıkarıp çocuğa veriyor. Hem de hiç düşünmeden. Pizzayı alan genç, adamın yanına, yere oturuyor. Pizzasını yerken konuşmaya çalışıyor. Kendisine yaptığı yardımdan dolayı teşekkür ediyor. Pizzasını bitiriyor. Kalkarken cebinden cüzdanını çıkarıp, bu güzel jesti için adama yüklüce bir miktar veriyor. O ANda evsiz ama kocaman kalbi olan adam; gözlerine hücum eden gözyaşlarını saklamaya çalışırken; çevreden utanarak ağlıyor.

İşte dakikalara sığdırılan yoğun duygular…

Elindeki pizzayı yarına da saklayıp, karnını doyurmayı garanti altına almayı düşünmeyen; bir evsiz var karşımızda. Hiçbir şeye sahip değil; kocaman kalbinden başka. Kaldı ki, düz mantıkla düşününce; onun elindekini paylaşmaması daha makul durmuyor mu sizce de?

Ama tam tersine şahit oluyoruz. Kendisine bir ikinci dilimi hemen düşünmeden alabilecek nice insan duyarsız kalıyor.

Peki neden?

İşte ben buna cevap bulamadım.

Daha çok şeye sahip olmak, giderek şişen egoyu da beraberinde getiriyor olsa gerek. Ve bir süre sonra egonun sesi daha gür çıkıyor. Hep BEN, hep BANA diye bağırıyor ulu orta.

Elbette nice istisnalar var. Elindekini cömertçe paylaşmaktan zevk alan insanlar onlar. Lafım onlara değil. Lafım maddiyatı önemseyenlere. Bencilce tüketenlere. Elindekiler bozulunca, artık hiçbir kıymeti kalmayınca, kırılıp dökülünce, sadece eskiyince vermeyi düşünenlere.

Ne olur açalım gönül gözümüzü.

Dolaplarda sakladığımız yığınla giysiye, kullanmadığımız onca eşyaya, kavanozlarda bayatlamaya mahkum nice gıdaya  muhtaç olan sayısız insan var etrafımızda.

Onların bir tebessümü dünyalara bedel.

Bu güzelliği yaşamaktan  ve yaşatmaktan neden kaçıyoruz ki?

Asıl mutluluk, asıl zenginlik bu KALBİ dokunuşlarda saklı. Arayıp bulanlara, gönülden verip, paylaşanlara selam olsun. İyi ki varsınız.

AZ olsun, ÖZ olsun. Yeter ki sevgi dolu kalbimizle gönül dünyamız kocaman olsun.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

12.09.2016












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...