Hayata karşı bir boş vermişlik sanki. Boğazıma gelip oturmuş bir yumruk misali. Sevgi yok, hiçbir şey yok yanımda. Hepsi kavanozlarda, ağızları sımsıkı kapalı, beklemede…
İsyan etmek istiyorum her şeye, minicik bir olumsuzlukla dalgalara karışmış bir dal parçası gibiyim evrende. Öylesine çaresiz, öylesine başıboş. Bedenimin gücü yok olmuş sanki. Sürüklenip gidiyorum duygularımın ırmağında, yüzüm gözüm yaralar içinde. Tutunmak istiyorum bir şeylere, kurtulmak istiyorum bu çaresizliğimden. Ama nafile…
Göz yaşlarım akıyor yanaklarıma yağmur misali durmadan. Her bir damlada rahatlamam gerekirken yok işte olmuyor. Ağlamak da beni ve yaralı yüreğimi avutmuyor.
Karanlık bir tüneldeyim sanki. Göz gözü görmüyor. Ruhumun karanlıklarını aydınlatacak bir ışık arıyorum yüreğimde kalan minicik son umudumla. Her şeye evet her şeye rağmen ışığı görebileceğimi düşlüyorum, bu karabasandan kurtulacağımı. Aydınlık, pırıl pırıl bir gökyüzünde o azgın dalgalardan kurtulmuş olmayı hayal ediyorum. Biraz güçlenip kavanoz kapaklarını açmayı, sevgiyle harmanlanmış hayatı içime çekmeyi istiyorum.
Bir anda sessizliğin içinde bir ses duyuyorum belli belirsiz. Kopkoyu tünelin içinde bir yerlerde beliren bir ışığı haber veriyor sanki. Başlarda cılız olsa da giderek kuvvetlenen bir ışık bu. Size hayatı ve yaşamayı sevmeniz gerektiğini anlatan. Yaşamın ne denli kıymetli olduğunu, geçirilen her saniyenin, nefes alınan her anın güzelliklerle dolu olduğunun fark etmeniz gerektiğini hatırlatan.
Evet sanırım başarıyorum, şimdi evet şimdi güneşi hissediyorum, bedenimi sarıveren sıcaklığını. O yok olma duygusundan, o boş vermişlikten kurtuluyorum yavaş yavaş.
İçimdeki umut büyüyor sessizce. İsyanımı yatıştırıyor tıpkı bir annenin okşayan elleri misali şefkatle. Gereksiz tüm bu çırpınışım biliyorum, o kadar sıradan bir olayla bu denli huzursuzlaşmam, sanki tüm dünyam yıkılmış gibi davranmam ne kadar yanlış aslında. Üstelik dünyada bu kadar acı, keder ve göz yaşı varken. Benim bu sebepsiz dalgalanmamın, bu isyanımın, bu hayatı kapkara görmelerimin adı yok aslında.
İşin en kötüsü ise bunun farkında olmak, bilerek yanlışlığın içinde sürüklenmek ve onu sürdürmek. Ama insanın duygularına söz geçirmesi ne kadar zormuş, her defasında yeniden anlıyorum. O kadar narin, o kadar hassas ve naif ki duygularımız. Ele alınmaya korkulan, ancak uzaktan hayranlıkla izlenen bir porselen vazo misali. Bir kez darbe alıp kırıldı mı, tamiri imkansız olan. Önemli olan onu sapasağlam hayatta tutabilmek, öyle değil mi?
Böylesi anlarda yapılacak en akıllıca şey, sanırım sevgiyi hatırlamak. Tıpkı Paolo Coelho’nun Hac romanında söz ettiği gibi “ Sevginin enerjisini kavanoza koyup bekletmek yerine özgürce akmasına izin vermek”
Önce kalbimize, sonra da etrafımızdaki herkese ulaşmasını beklemek. İşte o zaman içimizdeki isyandan eser kalmayacaktır inanın bana. Gökyüzü her zaman mavi görmesini bilenlere elbette.
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
20.06.2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder