Büyük umutlarla çıkılan ikili yolculuk, her iki taraf içinde dayanma sınırlarını zorlamaya başladığında, arada çocuk olsa bile boşanma kaçınılmaz oluyor. Çünkü bireyler kırılmış umutlarında, yorgun gönüllerinde bu beraberliğe artık devam edemeyeceklerini anlıyor. Bitmiş bir şeyleri bir arada tutmak, yitirilen değerleri tekrar eski yerine koymak çoğu zaman yeterli olamıyor. Kavganın, tartışmaların, karşılıklı suçlamaların, hatta hatta şiddetin ve tacizin devreye girdiği, saygının ayaklar altına alındığı o son çizgide eşler yollarını ayırıyor.
Boşanmalar ve bitmek bilmeyen kavgalarla sürdürülmeye çalışılan mutsuz evlilikler ise gençlerimizi bizlerin tahmin ettiğinden çok daha fazla etkiliyor. Onların gelecekle ilgili kaygılarını artırıyor, mutlu evlilik ve beraberliklerin de yaşandığı gerçeğine olan inançlarını zayıflatıyor.
Elbette kimse ayrılmak, tartışmalarla dolu mutsuz bir hayatı sürdürmek için evlenmiyor ama; duygularından karşısındaki insandan emin olmadan da böyle bir adım atılmamalı diye düşünüyorum ben. Çünkü sonunda her iki taraf da zorlanıyor bu beraberlikte.
İnsanlar bir ilişkiye başladıklarında karşılarındaki kişide kendilerinden bir şeyler bulduğunu hisseder çoğu zaman. Bir elmanın yarısı, bir yarımın bütünü gibi algılar; ruh eşini, ruh ikizini bulduğuna inanır hatta. Ondan etkilenmesine neden olan pek çok şey güzel gelir ilk başlarda. Ama sonra yavaş yavaş onu kendi görmek istediği hale getirmeye başlar farkına varmadan.
Peki, ne olur da ilk başta cazip ve çekici gelen değerler artık istenmez ve onların yerine kendi isteklerimiz devreye girmeye başlar? Hani o bizim ruh ikizimizdi, bizim diğer yarımızdı, yoksa hepsi yalan, her şey bir aldatmaca mıydı?
Elbette ki hayır. İlk başlarda onu kendi görmek istediğimiz gibi görmüştük belki de, o ilk heyecan ve çoşkuyla tüm özelliklerini kusursuz sanmıştık. Ama heyecan dalgasının ilk vurgunu geçip dingin sulara vardığımızda her şeyi daha net gördüğümüz için yavaş yavaş farklı özellikler dikkatimizi çekmeye başlar. İşte o noktada biz, bize ters gelen bazı özellikleri değiştirmek isteriz. Zaman içinde bu değişim isteği karşı taraftan kabul gördükçe artar, bir süre sonra nedensiz dayatmalar haline gelir. Biz ruh ikizimizi bulduk derken, onu zamanla kendi kafamızda yarattığımız model haline getirmeye çalışırken işler sarpa sarar. Üstelik karşı taraf bu isteklere artık hayır demekte karşı çıkmaktadır. İşte tartışmalar, küskünlükler, kırgınlıklar da bu dönemde başlar. Adeta tanıyamaz oluruz karşımızdaki kişiyi, değişmiştir hem de çok. Peki ama değişmesini biz istemedik mi, hatta bu nedenle zaman zaman zorlamadık mı? Evet değişti belki ama biz aslında böyle olsun istemedik değil mi?
Tam bu noktada duyguları dantel gibi işleyen yazar Ahmet Altan’ın “Gece Yarısı Şarkıları” isimli denemesinden bir alıntı yapmak istiyorum. Kitabın “Bir İnsan Yapmak” bölümünde Ahmet Altan şöyle diyor.
“Kimse tanımaz sevdiğini, sevdiğinden bir küçük kil parçası alıp ona kendi toprağını ekleyerek büyük bir heykel yapar. Yaptığı heykel kendisine benzer. Oynar bir zaman yaptığı heykelle. Onunla konuşur. Heykeli değil, aslında kendi sesini dinler. Kendi duymak istediğini duyar. Sonra heykel başını çevirir, muhakkak her heykel bir gün başını çevirir. Yüzü görünür. Gördüğü yüz, görmek istediği yüz değildir. Ve insanlar hayal kırıklıkları yaşarlar. Ve kendileri bir heykel yaparken, kendilerinin de heykellerinin yapıldığını bilmezler. “
Oysa ki ilişkinin en başında karşımızdaki kişiyi olduğu gibi kabul etmeyi başarsaydık tüm bunlar olmayacaktı emin olun. Eşlerin birbirinden farklı olması onları tamamlar aslında. Benden bir tane var zaten, neden bir ikincisi daha olsun ki…Herkes nevi şahsına münhasırdır, herkesi bir başkasından ayıran öyle güzel özellikler, değerler vardır ki. Önemli olan onu koruyabilmek ve bir bütün olamaya çalışırken farklı özelliklerle bu ilişkiyi renklendirmektir. Hem değişiklik daha güzel değil mi? Yeknesak, her şeyin tıpatıp birbirine benzediği kusursuz bir ilişki, hep aynı istekler, hep aynı şeyleri düşünüyor olmak bir zaman sonra insanı sıkmaz mı?
Karşınızda sizi her an şaşırtan bir insanın olması, hayatınızı süprizlerle donatır, daha çekici hale getirir, öyle değil mi? Aradaki sıcaklığın oluşmasını, karşınızdaki kişiye yakınlaşmanızı sağlayan da bu değişik özelliklerdir aslında.
Elbette beraberliklerde karşılıklı anlayış olmalıdır, elbette önce saygı çerçevesinde yaklaşılmalıdır, sevgi olmazsa olmazdır ilişkilerde ama, tüm bunlar karşımızdaki kişiyi istediğimiz şekle sokmamızı gerektirmez ki.
Örneğin siz sakin, az konuşan birisiyseniz, partnerinizin daha heyecanlı, konuşkan birisi olması daha güzel değil midir? Siz bir türlü planlı, programlı yaşayamazken, karşınızda sizi ve yaşantınızı çekip çeviren düzene sokan bir partnerle yaşamanız daha zevkli olmaz mı? Ya da ne bileyim, siz olaylara hep karamsar yaklaşırken, yarısı boş bir bardağa dolu diye haykıran bir eş nelere bedeldir düşünsenize. Ondan öğreneceğiniz şeyler vardır, zamanla sizde o yarısı boş bardağa dolu demeyi öğrenirsiniz, hiç kuşkunuz olmasın bundan. Böylelikle hem yaşamınız daha renkli olacak, hem ilişkiniz her daim heyecanla sürecektir. Birlikteliğin rengi ve armonisi her şeyi kuvvetlendirecektir.
Tamam kabul ediyorum, bu heyecanın, bu renkliliğin yanında, ayrı görüşler, ayrı bakış açıları hatta ayrı değer yargısı zaman zaman tartışmayı da getirir ama saygı tüm bunların üstesinden gelir. Çünkü ayrı şahsiyet, ayrı fikir ve karakterler birlikteliğe öyle güzel zemin hazırlarlar, ilişkiye öyle özel efektler yansıtırlar ki, ufak tefek anlaşmazlıkların bu kuvvetli ilişkide lafı bile olmaz. Temel sağlamdır asla yıkılmaz.
Birbirini gerçekten seven ve saygı duyan insanların tartışmaları da birbirlerini incitmeyecek ölçüde olur zaten merak etmeyin. Şartlar gereği çok derin ve hassas konularda sarsılmalar olsa bile ilişkideki o asalet, saygının zırhına bürünerek her iki tarafı da korur.
Yeri gelip sessiz kalma hakkınızı kullanarak o sessizliğiniz ve naifliğinizle çok şey anlatabilirsiniz eşinize. Ve merak etmeyin siz asaletinizi koruduğunuz müddetçe anlaşılmanız çok daha kolay olacaktır. Eşiniz sizin o şık mazeretlerinizi gülümseyerek karşılayacaktır.
En kötü şartla sizi yine de anlamadıysa, o naifliğinizi hiçe sayıp size farklı anlamlar yüklemeye çalıştıysa da canı sağ olsun. Gün gelip yollarınızı ayırdığınızda; başka insanlar tanışıp karşılaştırmalar yaptığında ya da yalnız bir başına kalıp olayları daha net yorumladığında sizi o zarafetinizle hatırlayacak ve belki de haksızlık yaptığını düşünecektir, merak etmeyin.
Sözlerimi yine Ahmet Altan’ın bir başka güzel kitabından iki anlamlı cümleyle bitirmek istiyorum. “Ve Kırar Göğsüne Bastırırken” isimli denemesinden bu kez.
“Ve kırıyoruz göğsümüze bastırırken sevdiğimiz her şeyi. Ve kırdığımız sevgilerden duvarlar örüyoruz hayatla aramıza.”
Ne kadar doğru değil mi? Her şeyden çok severken, göğsümüze sımsıkı bastırırken kırmak, incitmek, yersiz yere kıskanmak, değiştirmeye çalışmak, duygularını hiçe saymak ve mutlu giden ilişkileri yok yere mutsuzluğa çevirmek….
Dilerim sevgiler, sevgililer, eşler hiç kırılmasın; gençlerimizin gözünü korkutan evlilik kurumu mutluluğun temel taşı olsun el üstünde tutulsun; ilişkiler bir yün yumağı olup çözülmez hale gelmesin. Hayatınız hep en güzel sevgileri yine sizin kalbinizde yeşertsin.
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
16.02.2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder