Daha çocukluktan başlıyor üstelik bu kaygılarımız. Hayatımızın belki de en güzel yıllarında, okul sıralarındayken telaşlanıyoruz geleceğimiz konusunda. Elbette giderek zorlaşan yaşam standartları bunun en büyük etkeni. Daha iyi bir okul, daha kaliteli bir üniversite, daha keyifli ve dolgun maaşlı bir iş, daha geniş bir ev, daha mutlu bir yaşam, daha lüks bir araba,daha, daha… Hiç kesintisiz, üstelik geçen yıllarla beraber üzerine yenilerini ekleyerek önümüzde uzanıp gidiyor. Ama o kaygılardan hiç kurtulamıyoruz.
Üniversiteyi kazanmak yıllar boyu en büyük karabasanımız olurken, üniversiteye girdikten sonra acaba iyi bir iş bulabilecek miyim kaygısına düşeriz bir anda. Evlenince mutluluğu yakalayamama kaygısı içimizi kavururken ve mutlu olmayı beklerken; bir de bakarız ki çocuk sahibi olamama endişesi kapımızın önünde. Çocuklarımız olunca ise onları daha iyi yetiştirebilme endişesi hayat boyu peşimizi bırakmaz. Sonuçta kaygı ve endişelerimiz hep bizim ardımız sıra yürür ve bizimle beraber büyür.
Üstelik kaygılarımızın boyutları da zaman içinde farklılıklar gösterir. Kapsamı ne kadar genişse ve bizim yapımız endişelenmeye ne kadar meyilliyse o oranda genişler. Hatta yeri gelir korkularımızla birleşir ve bizi adeta esir alır.
Bazılarımızın sağlıkla ilgili kaygıları ön plandadır, hastalık derecesinde kendimizi dinleyip en küçük ağrıları bile büyük hastalıklara yorarız. Bir kısmımız gelecekte yalnız ve çaresiz kalmaktan korkarız, ömrümüzün son yıllarında bir başkasına muhtaç olmaktan. Bir çoğumuz işimizle ilgili kaygılar taşırız, gün gelip işsiz kalma, sorumluluklarımızı yeterince yerine getirememe endişesini sıkça yaşarız. Öte yandan sevdiklerimizi kaybetme, onların hastalanması ya da kötü felaketlerle karşılaşma olasılığı en büyük kaygılardan bir tanesi olarak hepimizin içini yakar.
Anne baba olunca kaygılarımız farklılıklar göstermeye başlar. Çocuklarımızla ilgili endişelerimiz bir anda ilk sıraya yerleşir. Onların okulu, sağlığı, başarısı, mutluluğu kısacası geleceği için endişeleniriz. Attıkları her adım verdikleri her karar içimizi titretir. Hep bir acaba mı? deriz ister istemez. Çünkü onlar için her şeyin en iyisini yapmak isteriz. Sevgimiz, dürtülerimiz bazen aşırıya kaçsa da ömrümüzün sonuna kadar devam eder kaygılarımız. Çocuklarımız birer yetişkin olduktan sonra bile bitmez, tersine artar. Bu kez evliliğini, torunlarımızı, mutluluğunu da kaygılarımıza ekleriz.
Gelecek kaygısını derinden hissedenler arasında engelli ailelerini de unutmamak gerekli. Pek çok şeyin yarım yamalak yapıldığı ülkemizde; yeterli sağlık kontrollerini yaptıramadıkları, düzeyli ve uygun eğitim veren okullar bulamadıkları için dişe diş mücadele verirken; gelecekte çocuklarına ne olacağını bilememek onların en büyük kabusudur çünkü.
Aslında hepimiz yapı itibarı ile kaygı sahibi olmaya meyilliyiz sanırım; endişelenmek, yaşamı adeta yaşayamadan bir kenara koyup sürekli bu düşüncelerle boğuşmak bizi yorsa da tercih ettiğimiz ilk yol oluyor nedense. Çünkü diğer durumda endişe ve korkularla savaşmak, mücadeleye her an hazır olmak; bir yandan hayatın rutin koşturmacasına ayak uydururken diğer yandan verilecek bu savaşta asla pes etmemek gerekiyor. Ve ne yazık ki, her zaman kendimizi bu mücadeleye hazır bulamayabiliyoruz.
Gerçek olan ise düşüncelerimizi istersek pozitife doğru yönlendirebileceğimiz. Kendimize daha sakin, daha duru bir yaşam hediye edebileceğimiz. Çünkü kaygılar, endişeler arttıkça, bizim gündelik yaşamımızı etkiler hale geldikçe, kısacası ipin ucunu kaçırınca bir kapana sıkışıp kalmamız an meselesidir. Sonra gelsin panik ataklar, gelsin depresyonlar. Yok hayır. Bunlarla hiç tanışmadan yaşamak sadece bizim elimizde, düşüncelerimizde.
Tamam biliyorum, tamamen yok edemeyiz kaygı ve endişelerimizi belki ama hafifletebiliriz. Zaman zaman hatırlamanın hiçbir zararı yok, ama her an o düşüncelerle iç içe yaşamak, işte bu olmamalı.
Giderek zorlaşan şartlar, giderek ağırlaşan yaşam şekli hepimizi fazlası ile geriyor; ama biz yeterince esnek olabilirsek eğer, tüm olası gerginliklerden en az hasarla kurtulabiliriz. Bunun içinde pozitif olmaya çalışmak, bir olaya her zaman iyi yönü ile bakmaya gayret göstermek ilk şart olmalı bence. Bu meziyete doğuştan sahip olanlar kadar şanslı değilseniz bile önemi yok. Tekrarlarla, kendi kendinize telkin ederek başarmanız ve zaman içinde giderek artan bir iyimserlik içine girerek kaygılardan kurtulmanız mümkün.
Daha bilimsel bir deyişle “bilinçli farkındalığı” yakalamak gerekiyor galiba. Yani düşünce, duygu ve fiziksel durumumuzun daha çok farkında olmaya çalışmak.
Uzmanların belirttiğine göre; bunu başarmak, ilişkilerimizde yapıcılık, bakış açımızda iyimserlik, duygularımıza keyif ve çoşku katar. Güven duymamızı, endişe ve kuşkulardan kurtulmamızı kolaylaştırır. Eğer bilinçli farkındalığı gelişmiş birisi olmayı başarırsak sağlığımız, huzurumuz, belleğimiz ve zihinsel dinginliğimiz daha iyi durumda olacak demektir. Daha kaliteli bir hayat için ruh huzuruna mutlaka ihtiyacımız olduğunu, bunun için gerilim ve endişelerden elimizden geldiğince uzaklaşmamız gerektiğini unutmayalım ne olur.
Hayat kısacık bir zaman dilimi, geldik gidiyoruz, ne zaman nerede belli değil ama bu son kaçınılmaz; o halde bize düşen hayatın hakkını vererek yaşamak olsun mu? Olsun elbette, hem de sonuna kadar.
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
06.02.2007