Hayata bağlanmak, hayatı
dolu dolu yaşamak ne kadar da güzel…
Yaşamı sevmek, sevgiyle
tebessüm ederek hayallerin, arzuların peşinde koşabilmek…
Yaşarken tat alabilmek,
o tadın keyfine varmak bizim asıl zenginliğimiz bence. Ve insan hayata bağlı
olduğu oranda genç, hayata tebessümle bakabildiği oranda sevgi dolu. Üstelik
duyguları da hep kıpır kıpır…
İçimizdeki yaşama
sevincini, hayallerimizi yakalama ve başarıyı kucaklama arzusuna
dönüştürdüğümüz; o potansiyeli, o enerjiyi
hep aktif tuttuğumuz sürece mutluluk hep içimizde kalacak ve biz hep
daha genç olacağız. Çünkü ruhumuz o tazeliği, o çocuk sevincini hep koruyacak.
Üstelik başardıklarımız, yakaladığımız hayallerimiz ve olmasını istediğimiz pek
çok yeni hayallimiz; hayatımızı her geçen gün daha da zenginleştirecek.
Dış görünümde, beden
yaşında değildir gençlik. Hayata ne kadar bağlıysan o kadar gençsin aslında. Ve
hayattan ne kadar çabuk elini eteğini çekersen o kadar yaşlısın hem de hiç
olmadığın kadar. Yaşamı sevmek gerek önce genç olmak için, aşkla bakabilmek
gerek her şeye, aşkla ve tebessümle her şeye rağmen…
Hayatımızdaki
önceliklerin sırası, bunlar arasında kendimize ayırdıklarımız,
ertelediklerimiz, hiç kurmadığımız hatta kendimize o güne değin
yakıştıramadığımız hayallerimiz. Farkında olmadan insan kendi kendisinin önüne setler çekiyor bazen. Hayallerini bile kurarken
mantıklı mı diye bakıyor… Oysa ki hayal bu, adı üstünde ne kadar engin, ne
kadar uçsuz bucaksız olursa o kadar iyi. Bırakın sizi peşinden sürüklesin,
bırakın içinizdeki o çocuğun elinden tutup denizin engin maviliklerinde yol
almanızı sağlasın… Bunun kime ne zararı var ki, sizi hayata sımsıkı bağlamaktan
başka.
Elbette hepimiz yapacaklarımızı
belirlerken daha çok zamanımız olduğunu düşünüyoruz; ama kesin olan bir şey var
ki, o bize ölçülen zaman ne kadar hiç birimiz bilemiyoruz. Sadece sanki sonsuza
değin yaşayacakmışçasına hayallerimizi hep erteliyoruz. Öncelik sıramızı hep
sevdiklerimize ve sorumluluklarımıza ayırırken, kendimizi tabiri yerindeyse hiçe
sayıyoruz. Halbuki asıl olan kendimiz değil miyiz? Biz mutlu, biz istekli, biz
hayata bağlı olacağız ki; sevdiklerimize, yakınlarımıza, çevremize faydamız
dokunsun, yapacaklarımızı daha iyi daha kaliteli yapmak adına istek sahibi
olalım. Ama hayır. Biz tam tersine öncelikte onları başa alıyor, kendimizi
sonlara dahi koymuyor, adeta yok sayıyoruz. Sonra mutsuz, bezgin, bitkin,
umutsuz, hep aynı şeyleri yapan, hiç tebessüm etmeyen bireyler olup çıkıyoruz.
Ve o noktada bizden daha yaşlısı yok bu dünyada. Oysa ki belki daha yolun
yarısında bile değiliz. Önemli olan fark etmek. Kendimizi önemsemek ve o
noktada önceliği kendimize ayırmak. Bu
bencillik yapmak anlamında değil elbette. Sadece kendimizi düşünüp, sadece
kendimiz için yaşamak da değil. Sadece bizim yaşam hakkımızın da hakkını vermek
sözünü ettiğim.
İşte bunun kararını
verebilirsek, yaşımız kaç olursa olsun bizi kimse tutamaz. Hayal ettiğimiz, hep
yapmayı isteyip de ertelediğimiz her ne varsa tek tek yapabilmemiz mümkün.
Çünkü biz de, enerjimiz de buna hazırız.
Tarihe baktığımızda pek
çok ünlünün pek çok ünlü esere çok ileri yaşlarında imza attıklarını görmek
mümkün. Onlar hiç pes etmeden hayata inatla direnmişler. Örnek mi? O kadar çok
ki…
*Mimar Sinan ünlü
Süleymaniye Camii' ni tamamladığında 70 yaşındaydı.
*Ünlü İspanyol ressam
Pablo Picasso 90 yaşında en güzel eserlerini verdi.
*İsmet İnönü 53 yaşında
İngilizce öğrenmeye başladı, yine 50 yaşında viyolonsel çalmayı denedi.
*Alman edebiyatının ünlü
yazarlarından Geothe 'Dr.Faustus'u 80'inden sonra yazdı.
*Ünlü İtalyan besteci
Giuseppe Verdi, Otello'yu 73 yaşında
bitirdi.
*İngiliz düşünürü Thomas
Hobbes, 90'ını geçtiği halde kalemini elinden bırakmadı.
* Ünlü Fransız heykel
sanatçısı Auguste Rodin, en iyi eserlerini 70'inden sonra yaptı.
*Nobel barış ödülü
sahibi ünlü Alman doktor Albert Schweitzer, bir Afrika hastanesinde ameliyat
yaptığında 88 yaşındaydı.
* Don Counsilman, 58
yaşında Manş Denizi'ni geçen en yaşlı adam ünvanını aldı.
* İngiliz sinema
yönetmeni, oyuncu ve yazar Charlie Chaplin, 76 yaşında halen film yönetmenliği
yapıyordu.
*Fransız Edebiyatında
klasik geleneğin en saygın temsilcisi olan Anatole France yaşı 80 olduğu halde
hayattan kopmadı, eser yazmaya devam etti.
* Çağdaş İngiliz
romanının öncülerinden olarak kabul edilen Thomas Hardy, 88 yaşında iken, edebi
şaheserler vermeye devam ediyordu.
*İrlandalı ünlü oyun
yazarı George Bernard Shaw, piyeslerinden biri ilk defa sahnelendiğinde 94
yaşındaydı ve o yaşına değin umudunu kaybetmedi.
Bunlar tarih
sahnesindeki birkaç isim sadece. Onlar gibi olmamız mümkün olmasa bile, kendi
hayallerimizi yaratma ve yaşatma adına; yaşın o kadar da önemli olmadığını
göstermiyor mu hepsi? Bu yolda başarılı olmak için gelin Grammy ödülü sahibi,
İrlanda asıllı ABDli ünlü komedyen, oyuncu ve yazar George
Carlin'in tavsiyelerine kulak verelim.
‘’Yaş kilo boy gibi zorunlu
olmayan sayıları çöpe atın.’’ diyor ve devam ediyor ‘’Bırakın onları doktorunuz
düşünsün, bunun için ücret alıyor sizden.’’
‘’Sadece neşeli
arkadaşlarınız olsun. Çünkü tebessüm edemeyenler, surat asanlar sizi aşağı
çeker.’’
‘’Küçük şeylerden zevk almaya bakın.’’
‘’Sık sık, uzun uzun,
var gücünüzle gülün. Soluksuz kalıncaya kadar gülün.’’
‘’Gözyaşı olacaktır. Katlanın,
yas tutun, başka yaşantılara geçin.’’
‘’Sağlığınız kıymetini
bilin. İyiyse üzerine titreyin. Bozuksa düzeltin. Siz kendiniz
düzeltemiyorsanız yardım arayın.’’
‘’Vicdan azabından uzak
durun.’’
‘’Sevdiğiniz insanlara
onları sevdiğinizi söyleyin her fırsatta. Ve hiç unutmayın ki yaşam, aldığımız
soluklarla değil, soluk kesen anlarla ölçülür.’’
İşte tüm bunları yapabilmek
lazım, en azından denemek elden geldiğince. Hayatın o dalgalı ritmlerinde hem ruhen genç, hem özgür, hem de başarılı
olmak adına. Yani ünlü Fransız yazar Andre Maurois'in tabiriyle "İnsan her
gününü küçük bir ölmezlik haline getirmesini bilmelidir." Bırakalım hayallerimizle
zenginleştirdiğimiz dünyamızda her şeye rağmen en güzel eserimiz; yaşama
hakkını vermek, her ANın kıymetini bilmek ve tebessümlerimizle kazandıklarımız olsun.
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
23.01.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder