Aslında hayatımızı
yaşarken hiçbir ANımız sıradan değil. Eğer bunu keşfedersek, bakış açımız
tamamen değişecek ve algılarımız açılacak… Bunun için öncelikle FARKINDALIĞIMIZI
artırmamız gerekiyor. Farkındalığımız arttıkça anlayışımız, olaylara bakış
açımız artacak ve algılamamız kolaylaşacak. Kısacası, farkındalığımız
bilincimizi artırırken; bilincimiz dört bir yanımızı tarayan algılarımızı
artıran basamakları oluşturacak.
Pekiyi farkındalık ne
demek? Farkındalık; fark edebilmek yani bakmanın yanında görebilmek demek. Farkındalık;
yapılan işle bütünleşmek, araya başka duygu ve düşüncelerin girmesine izin
vermeden o ANda kalıp, sadece o işe odaklanmak demek. Elbette her birimizin baktığı, bakarken gördüğü ve
fark ettikleri; yani farkındalıkları başka başka şeyler olabiliyor. Bu durum biraz
kişilerin yaşam tarzıyla, biraz da beyin yapıları ve kendilerini
geliştirmeleriyle alakalı olarak değişiyor.
Farkındalık yaşarken,
kendi dışımızda olan olaylar her ne ise onlara yargılamadan yaklaşabiliyoruz.
Her şeyi daha net ve olduğu gibi görüyoruz çünkü. İşte bu nedenle de ANları
kucaklamamız kolaylaşıyor.
‘’Hayat nefes aldığın ANların
toplamı değil, nefes kesen ANların bütünüdür ‘’ diyor Oscar Wilde. Katılmamak
elde değil.
Hayat her haliyle
yaşamaya değerken, bin bir güzellik dört bir yanımızı sarıp sarmalamışken;
bizim onları yok saymamız bence kendimize yapacağımız en büyük haksızlık; öyle
değil mi? Üstelik neden mutlu olamıyorum, neden çok şansızım diye düşünüp duran
ve böyle yaptıkça olumsuz duyguların etrafımızı bir bulut misali sarmasına izin
verenler yine bizleriz. Ve en kolayına kaçıp başkalarını suçlayan, her şeyi
kadere yükleyenler de. Halbuki pek çok şey elimizin altında, çevremizde,
dünyamızda. Bizlere düşen ise sadece FARK etmek, ANları yakalamak o kadar.
Sonrasında o mis gibi çilek kokusunu duymamak, o eşsiz lezzeti tatmamak olmaz.
İşte en büyük ödülümüz de onlar aslında.
Pekiyi ANları nasıl
yakalayacağız? Zaman bu denli hızla akıp giderken nasıl farkında olacağız? İşte
kilit nokta burada. Bunun ipuçlarını yakalamak için konunun uzmanlarına kulak
verelim ve adım adım uygulamaya çalışalım istiyorum bu yazımla, her zaman
olduğu gibi beraberce.
Anı yakalayabilmek için,
öncelikle düşünce eylemimizi gözden geçirmemiz gerekiyor. Bir başka deyişle;
kendi iç sesimize kulak verip, ne dediğini duymak ve bundan da önemlisi onu önemsemek…
Aslında hepimizin
kafasında sürekli konuşan bir iç ses var, bazen fark etmediğimiz, bazen de
susturmaya çabaladığımız. İşte bu sesi dinleyip, tarafsız ve önyargısız bir
şekilde ne dediğine bakmamız lazım öncelikle. Uzmanların tabirleri ile; bir
anlamda düşünce akışımızı dışardan bir başkası gibi gözlemleyip, durdurmaya
çalışmamız gerekli. Ve bunu yaparken kendimizi zorlamamak da oldukça önemli. Önerildiği
kadar kolay olmadığını biliyorum, ama her şey bizim elimizde. Çünkü insan
isterse gerçekten ve yüreğini koyarsa başarmaması için bir neden yok diye
düşünüyorum. Ve bizler her şeyi yapabilecek kadar güçlü ve cesuruz aslında.
Yeter ki bunun farkında olalım. Kendimize güven duyalım. Üstelik ilk
denemelerde başarmıyorsak, başarana kadar denemek ve vazgeçmemek de her daim
ilkemiz olsun.
Bu noktada ‘%100 DÜŞÜNCE
GÜCÜ’ isimli ünlü bir kitaptan söz etmek istiyorum sizlere. Yazarı Amerikalı Jack
Ensign ADDINGTON; kendisi eski bir hukukçu ama, aynı zamanda ruhsal bilimler
üzerine eğitim görmüş ve kendini geliştirmiş bir yazar. Bu kitapta her şeyin
düşüncede başladığı vurgulanıyor. Düşünce; hem yönetici, hem üreticidir deniyor.
Hepimizin bildiği gibi, içimizdeki bilinçli düşüncenin yanında bir de
bilinçatımız var. İşte kitapta; hayatın erkek boyutu içimizdeki BİLİNÇLİ
düşünce, dişi boyutu ise BİLİNÇALTIndan gelen yaratıcı düşünce olarak
açıklanıyor. Bilinçaltı bedensel fonksiyonlarımızı otomatik olarak yürütüyor.
Yani bilinç emir veren, bilinçaltı ise uygulan taraf.
İşte hepimiz, gereksiz
sınırlandırmalarla, kendimiz için koyduğumuz kural ve yasaklarla aslında kendi
mutsuzluğumuzu yaratıyoruz farkında olmadan. Oysa ki bilinçli olarak
düşündüğümüz her şey bilinçaltımızı etkiliyor ve kalpten isteme derecesine
bağlı olarak da eyleme geçiyor. Kalpten desteklenmeyenler ise sadece hayallerde
kalıyor. Kısacası hayatımızı ve
geleceğimizi düşüncelerle yaratmak bizim elimizde. Düşünceler, duygulara onlar da
hayata bakışımıza etki ediyor.
Bir de negatif
düşünceler var ki; bunlara Otomatik Negatif Düşünceler (OND) deniyor.
İngilizce’de kısaltması karınca anlamına gelen ANT (Automatic Negative Thought)
olduğu için; kafamızın içindeki bu tarz olumsuz düşünceler karıncalara
benzetiliyor.
Bunlarla başa çıkmak psikolojimiz açısından son derece önemli.
Çünkü bazıları ’kırmızı karınca’ olarak adlandırılan ve ’zehirleyen’ bu olumsuz
düşünceler yeri geldiğinde hayatımızı karartabiliyor. Psikologlar, bu olumsuz
düşüncelerin sağlığın ve cildin bozulmasına, kilo almaya ve acıya neden
olabileceğini düşünüyor.
Bu konu üzerinde yıllardır
çalışan Amerikalı ünlü psikiyatr ve pozitif düşünmenin kitabını yazan Doktor
Daniel Amen; yaptığı çalışmalarla, olumsuz düşünceleri olumlu düşüncelere
dönüştürerek yaşamlarımızı daha iyi hale getirebileceğimizi ortaya koyuyor.
Meşhur kitabı ‘Beyninizi Değiştirin, Vücudunuzu Değiştirin’ de karıncaları ele
alıyor. Bazılarının üstesinden gelinebiliceğini belirtirken; olumsuz
düşüncelerin tüm düşünce yapısını ele geçirmesi anlamına gelen karınca
istilasına karşı dikkatli olunması gerektiğini önemle vurguluyor. Kitabında
basit bir takım tekniklerle, bu düşüncelerin beyni yemesine ve işgal etmesine
engel olabileceğini ve bir daha geri gelmemelerinin sağlanabileceğini söylüyor.
‘’Kendinizle kafanızda oluşan olumsuz düşüncelere kulak vermemek için anlaşın.
Bunu yaparsanız düşünceleriniz olumlu davranışlara yansıyacaktır. Vücudunuz
aklınızı takip eder. Başka şansı yoktur" diyor.
Yapmak istediklerimiz,
hedeflerimiz her ne ise öncelikle şimdi, beklemeden ilk adımı atmalı, kendimize
duyduğumuz güveni asla kaybetmeden; yaratıcılığımızı kullanarak, olaylara daha
geniş bir bakış açısıyla bakmayı alışkanlık haline getirerek, problemler
karşısında çözüm odaklı düşünerek, olumsuz düşüncelerimize kulaklarımızı
tıkayarak ve kendi zamanımızın efendisi olarak başarıyı kucaklayabiliriz. O
halde ne duruyoruz, ŞİMDİ tam zamanı... (devamı 2/2 ‘ de)
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
21.02.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder