2 Mart 2013 Cumartesi

FARKINDALIK rotamız, ANlar TEBESSÜMLERİMİZ olsun (2/2)

Eğer düşüncelerimizi fark edip yeri geldiğinde susturabilirsek; bunu başardığımız anda yepyeni bir şeyin farkında olacağız. Sessizlikle beraber içimizi huzur ve dinginlik kaplayacak. Kendimizi çok daha rahat hissedeceğiz ve etrafımıza daha farklı gözlerle bakacağız. Daha önce görmediklerimizi, detaylarında saklı güzellikleri keşfettikçe içimizdeki huzur katlanarak artacak ve kendimizi çok daha mutlu hissedeceğiz.

Tüm bunları pratikte yaşamımıza sokabilmek adına gelin birkaç örnekleme yapalım.

Örneğin; sahilde, hemen denizin kenarında yürüyüşe çıktınız. Dikkatinizi çekecek o kadar farklı güzellikler var ki etrafınızda. Gökyüzünün renginden, bulutlardan; denizin rengine, hareketine; martıların gökyüzündeki süzülüşünden, güneşin ışık hüzmelerine; havanın mis gibi kokusundan, adımlarınızın ritmine; sizin gibi yürüyüş yapanlardan , köpeklerini yürüyüşe çıkaranlara kadar pek çok detay. İşte o anlarda tebessüm etmemek, şükretmemek, huzura balıklama dalmamak olmaz diye düşünüyorum ben. Çünkü sizi kucaklayacak pek çok AN var etrafınızda. Oysa ki bazıları ne yapıyor? Kafasında sorunları, asık yüz ifadesi ve tamamen olumsuz düşünceler içinde sadece bir görevi yerine getirir gibi yürüyor ve adeta huzurdan bucak bucak kaçıyor. Ne havanın, ne gökyüzünün, ne denizin ne de etrafındakilerin farkında olabiliyor. Pekiyi neden? Çünkü ya geçmişte yaşıyorlar ya da geleceğe kafa yormaktan, bugünü es geçiyor ve o güzelim anları yok sayıyorlar.

Gelin bir başka örneğe geçelim; Merdiven çıkarken neler yaparız? Genelde kafamızda binlerce düşünceyle boğuşur dururuz, öyle değil mi? Oysa ki etrafımızı değilse bile kendi hareketimize, soluk alış verişimize odaklanmamız mümkün. Hatta hangi kaslarımız çalışıyor, hangisi acıyor bunların farkında olmaya çalışabiliriz. Böylelikle diğer düşünceleri kafamızdan uzaklaştırmış oluruz.

Örnekleri çoğaltmak mümkün;  çok sık yaptığımız bir şeyden, ellerimizi yıkamaktan bahsedelim mi? Düşünsenize gün içinde ellerimizi kaç kez yıkıyoruz ve bazen değil, çoğu kere ne zaman yıkayıp kuruladığımızı fark edemiyoruz bile. Halbuki ellerimizi yıkarken suyun sesi, kullandığımız sabunun kokusu gibi duygusal algılara dikkat edebiliriz. Hiç zor değil üstelik bunları yapmak. Mühim olan yaptığımız her ne ise, onu rutinden çıkarmak, farkında olmak, algılarımızla olan biteni taramayı alışkanlık haline getirmek aslında.

Diğer bir örnek için araba kullanmayı ele alalım. Ve arabaya girip kapıyı kapattığımızda 1-2 sn. duralım, hatta açık radyomuz varsa onu da kapatalım; nefesimizi dinleyip emniyet kemerimizi öyle takalım, sonra radyomuzu açalım ve arabamızı çalıştıralım, olmaz mı? Çok mu zor? Bence değil ve sadece 2-3 saniyemizi alacak o kadar. Ama karşılığında, sessiz ve bir o kadar da güçlü bir duygunun farkına varacağız. O sakinliği yakaladığımızda, yoldaki olumsuzluklardan daha az etkileniriz her şeyden önce. Bir anda araba sürmek daha keyifli hale gelir, hatta kendimizi dinlediğimiz müziğe eşlik ederken bulabiliriz; fark etmeden tebessümler bile yerleşebilir yüzümüze. İşte o 1-2 saniyelik durup iç sesimize kulak vermemiz, bizi sakinliğe davet etmiş; ondan sonraki anlarımızı daha keyifli hale getirmiştir çoktan.

Hayatımızın akışı içinde pek çok örnek bulmak mümkün elbette. Önemli olan bu örneklerdeki başarı sayımız. Pekiyi bunu nasıl anlayacağız? Eğer rahat nefes alıp veriyorsak, yüzümüz hafiften tebessüm ediyorsa, içimiz huzurluysa ve daha önce bakarken görmediğimiz detayları fark ettiğimizi hissediyorsak doğru yoldayız demektir. Yani geçmişi ve geleceği değil, BUGÜNÜ düşünmenin keyfiyle zihnimizi susturmayı başarmış oluyoruz.

Yapımız gereği büyürken, kişisel ve kültürel koşullarımıza dayanan zihinsel bir imaj oluşturuyoruz diyor uzmanlar. Buna hayalet benlik ya da ego deniyor.  Tamamen zihinsel faaliyetlerden oluşuyor ve ancak kesintisiz düşünmeyle başlıyor. Ego için ŞU AN önemli değil, çünkü egomuz sadece geçmiş ve gelecekle ilgileniyor. Geçmişi daima canlı tutmak zorunda yoksa ‘’geçmişiniz olmadan siz kimsiniz?’’ diyor içten içe. Varlığını sürdürmek için de sürekli geleceği düşünüyor. Ve şunu söylüyor ‘’bir gün şu ya da bu gerçekleştiğinde ben iyi mutlu ve huzurlu olacağım.’’ Oysa ANI yaşamak, gerçek özgürlüğün ve mutluluğun anahtarı.  Ama biz SÜREKLİ DÜŞÜNÜNCE onu oluşturan ego ve zihinle dolu olduğumuzdan Anlar önümüzden akıp geçiyor. Bu nedenle düşüncenin üzerine yükselmek, onu susturmak ve durdurmak gerekiyor. Eğer bunu başarabilirsek; aynı zamanda zihnimizi, sadece gerektiğinde çok daha odaklı ve etkili olarak kullanma şansına sahibiz. Böylece yaratıcı çözümler bulma becerilerimiz artar.  Bu sayede zihnimizi pratik amaçlar için çok daha verimli kullanabiliriz.

Ayrıca bu durum sağlığımızı olumlu anlamda etkiler. Nasıl mı? Nedenini anlamak için gelin isterseniz, kısaca duygularımıza göz atalım ve duygularımız nasıl ortaya çıkıyor bakalım. Zihnimizin iki farklı yönü var, birisi akılcı diğeri duygusal zihin. Her ikisi birbiri ile uyum içinde çalışıyor. Duygularımız yoğunlaştığında (olumlu ya da olumsuz olmasına bakılmaksızın) zihnimizin duygusal yanı devreye giriyor ve akılcı yanı etkisiz bırakıyor. Özellikle yaşamı tehlikeye sokan durumlarda, duygu ve sezgilerle hareket etmesi, insanoğlunu diğer canlılardan ayıran ve ona üstünlük sağlayan bir özelliği. Çünkü duygu, akılcı zihnin işleyişine katkıda bulunuyor; akılcı zihin de duygusal verileri şekillendiriyor, bazen de reddediyor. Duygularımız ve düşüncelerimiz birbirinin vazgeçilmezi aslında; sadece tutkular devreye girdiğinde bu denge bozuluyor. 

Duygusal zihnimiz, akılcı zihnimizden daha hızlı çalışıp, eyleme geçiyor. Ancak akılcı ve duygusal zihnimiz arasındaki uyumda bir aksaklık olduğunda, ilk tepki duygusal yönden verilmesi gerekirken akılcı yandan veriliyor. Yani duyguyu fark etmek ve yaşamak yerine, akıldan geçen düşünceler yoğunluk kazanıyor. Bu düşünceler duyguları, duygular da davranışı belirliyor. İşte bu nedenle düşüncelerimizi fark ediyor olmamız büyük önem taşıyor.  

Duygularımız seçtiğimiz tepkiler olduğuna göre; duygularımıza hakim olduğumuz, sahip çıktığımız sürece mantık dışı tepkiler de göstermiyoruz. Uzmanlar ‘’duygu ve düşünceleri kontrol altına almak kişinin elinde olan bir şeydir’’ diyor ve ekliyor.

- Düşünceler kontrol edilebilir.
- Duygular düşüncelerin sonucudur.
- Öyleyse duygular kontrol edilebilir.

Pekiyi duygularımıza nasıl  sahip çıkmalıyız? Bunun tek yolu, yukarıda belirttiğimiz gibi düşüncelerimizi keşfetmek ve onları kontrol altına almakla mümkün. Düşüncelerimizi kontrol altına aldığımızda, duygularımızı da kontrol altına almış oluyoruz ki, bu da hayatımızı kontrol altına almamızı sağlıyor. Çünkü hayatı kontrol etmede en önemli unsurlardan biri duygularımız. Duygularımız, bedenin zihinsel faaliyetlerimize gösterdiği tepkiler. Yani bir anlamda zihnimizin bedenimizdeki yansıması. Ancak düşüncelerimiz çok yoğun olduğunda, tam zamanımızı düşünmeye ayırdığımızda; duygularımızı ve bedenimizi dinleyecek zamana ve sessizliğe sahip olamıyoruz. Böylece biriken ve çözümlenmemiş pek çok duygu maalesef fiziksel düzeyde hastalık olarak karşımıza çıkıyor. Ve biz durup dururken neden hasta olduğumuzu anlayamıyoruz bile.

Şimdi bir başka şey deneyelim gelin beraberce… ŞU An da düşünmeyi durduralım. Dikkatimizi bedenimize yöneltelim. Ve duygularımızla tekrar iletişime geçmeye, onları fark etmeye çalışalım. Kaygılarımız varsa, hemen çözüm odaklı düşünüp onları yok etmenin yollarını arayalım ve duygularımızın bedenimize olumsuz sinyaller göndermesine mani olalım. Uzmanlar ‘’Şu anda içimde neler olup bitiyor?’’ diyerek dikkatimizi içimize odaklamamız ve duygularımızı hissetmeye çalışmamız gerektiğini söylüyor. Bu basit uygulamayla ‘içinizde bilinçsiz bulunan her şeyi bilinçli hale getirebilirsiniz’ diye de ekliyorlar.

Buraya kadar zihninizi kontrol etmeyi ve duygularımızı çözümlemeyi öğrendik. Bu sayede gerçekten önemli olan güzellik, sevgi, yaratıcılık, sevinç ve iç huzurunu yaşayabiliriz artık.

İşte ANI YAŞAMAK budur!

Eleanor Roosevelt’in dediği gibi ‘’Dün geçmişte kaldı, yarını göreceğimiz meçhul, yaşadığımız gün ise bize verilen en büyük ARMAĞAN.’’ Hemen şimdi ilk adımı atıp, uyanma zamanı diyorum ben de bu güzel armağanı kucaklamak  adına.

Bugün ve içindeki Anlar bizim kucaklamamızı bekliyorlar. Burnunuza çilek kokusu gelmedi mi hala? Bence durmayın, pes etmeyin çilek kokusunu duymaya, o eşsiz lezzetini tatmaya devam diyorum.

Yenilikleri SEVGİYLE AŞKLA ve TEBESSÜMLE kucakladığımız her AN, bize mutluluk olarak geri dönerken; bunları paylaşarak çoğalacağımızı, ne kadar çok verirsek o kadar zenginleşeceğimizi hiç unutmayalım, olmaz mı? Son söz olarak FARKINDALIK rotamız, ANlar tebessümlerimiz olsun…

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

21.02.2013


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...