Tüm bunları pratikte
yaşamımıza sokabilmek adına gelin birkaç örnekleme yapalım.
Örneğin; sahilde, hemen
denizin kenarında yürüyüşe çıktınız. Dikkatinizi çekecek o kadar farklı
güzellikler var ki etrafınızda. Gökyüzünün renginden, bulutlardan; denizin
rengine, hareketine; martıların gökyüzündeki süzülüşünden, güneşin ışık
hüzmelerine; havanın mis gibi kokusundan, adımlarınızın ritmine; sizin gibi
yürüyüş yapanlardan , köpeklerini yürüyüşe çıkaranlara kadar pek çok detay.
İşte o anlarda tebessüm etmemek, şükretmemek, huzura balıklama dalmamak olmaz
diye düşünüyorum ben. Çünkü sizi kucaklayacak pek çok AN var etrafınızda. Oysa
ki bazıları ne yapıyor? Kafasında sorunları, asık yüz ifadesi ve tamamen
olumsuz düşünceler içinde sadece bir görevi yerine getirir gibi yürüyor ve
adeta huzurdan bucak bucak kaçıyor. Ne havanın, ne gökyüzünün, ne denizin ne de
etrafındakilerin farkında olabiliyor. Pekiyi neden? Çünkü ya geçmişte yaşıyorlar
ya da geleceğe kafa yormaktan, bugünü es geçiyor ve o güzelim anları yok sayıyorlar.
Gelin bir başka örneğe
geçelim; Merdiven çıkarken neler yaparız? Genelde kafamızda binlerce düşünceyle
boğuşur dururuz, öyle değil mi? Oysa ki etrafımızı değilse bile kendi hareketimize,
soluk alış verişimize odaklanmamız mümkün. Hatta hangi kaslarımız çalışıyor,
hangisi acıyor bunların farkında olmaya çalışabiliriz. Böylelikle diğer
düşünceleri kafamızdan uzaklaştırmış oluruz.
Örnekleri çoğaltmak
mümkün; çok sık yaptığımız bir şeyden, ellerimizi
yıkamaktan bahsedelim mi? Düşünsenize gün içinde ellerimizi kaç kez yıkıyoruz
ve bazen değil, çoğu kere ne zaman yıkayıp kuruladığımızı fark edemiyoruz bile.
Halbuki ellerimizi yıkarken suyun sesi, kullandığımız sabunun kokusu gibi
duygusal algılara dikkat edebiliriz. Hiç zor değil üstelik bunları yapmak.
Mühim olan yaptığımız her ne ise, onu rutinden çıkarmak, farkında olmak,
algılarımızla olan biteni taramayı alışkanlık haline getirmek aslında.
Diğer bir örnek için
araba kullanmayı ele alalım. Ve arabaya girip kapıyı kapattığımızda 1-2 sn.
duralım, hatta açık radyomuz varsa onu da kapatalım; nefesimizi dinleyip
emniyet kemerimizi öyle takalım, sonra radyomuzu açalım ve arabamızı çalıştıralım,
olmaz mı? Çok mu zor? Bence değil ve sadece 2-3 saniyemizi alacak o kadar. Ama
karşılığında, sessiz ve bir o kadar da güçlü bir duygunun farkına varacağız. O
sakinliği yakaladığımızda, yoldaki olumsuzluklardan daha az etkileniriz her
şeyden önce. Bir anda araba sürmek daha keyifli hale gelir, hatta kendimizi
dinlediğimiz müziğe eşlik ederken bulabiliriz; fark etmeden tebessümler bile yerleşebilir
yüzümüze. İşte o 1-2 saniyelik durup iç sesimize kulak vermemiz, bizi sakinliğe
davet etmiş; ondan sonraki anlarımızı daha keyifli hale getirmiştir çoktan.
Yapımız gereği büyürken,
kişisel ve kültürel koşullarımıza dayanan zihinsel bir imaj oluşturuyoruz diyor
uzmanlar. Buna hayalet benlik ya da ego deniyor. Tamamen zihinsel faaliyetlerden oluşuyor ve ancak
kesintisiz düşünmeyle başlıyor. Ego için ŞU AN önemli değil, çünkü egomuz sadece
geçmiş ve gelecekle ilgileniyor. Geçmişi daima canlı tutmak zorunda yoksa ‘’geçmişiniz
olmadan siz kimsiniz?’’ diyor içten içe. Varlığını sürdürmek için de sürekli
geleceği düşünüyor. Ve şunu söylüyor ‘’bir gün şu ya da bu gerçekleştiğinde ben
iyi mutlu ve huzurlu olacağım.’’ Oysa ANI yaşamak, gerçek özgürlüğün ve
mutluluğun anahtarı. Ama biz SÜREKLİ
DÜŞÜNÜNCE onu oluşturan ego ve zihinle dolu olduğumuzdan Anlar önümüzden akıp
geçiyor. Bu nedenle düşüncenin üzerine yükselmek, onu susturmak ve durdurmak
gerekiyor. Eğer bunu başarabilirsek; aynı zamanda zihnimizi, sadece
gerektiğinde çok daha odaklı ve etkili olarak kullanma şansına sahibiz. Böylece
yaratıcı çözümler bulma becerilerimiz artar.
Bu sayede zihnimizi pratik amaçlar için çok daha verimli kullanabiliriz.
Ayrıca bu durum
sağlığımızı olumlu anlamda etkiler. Nasıl mı? Nedenini anlamak için gelin
isterseniz, kısaca duygularımıza göz atalım ve duygularımız nasıl ortaya
çıkıyor bakalım. Zihnimizin iki farklı yönü var, birisi akılcı diğeri duygusal
zihin. Her ikisi birbiri ile uyum içinde çalışıyor. Duygularımız
yoğunlaştığında (olumlu ya da olumsuz olmasına bakılmaksızın) zihnimizin
duygusal yanı devreye giriyor ve akılcı yanı etkisiz bırakıyor. Özellikle
yaşamı tehlikeye sokan durumlarda, duygu ve sezgilerle hareket etmesi,
insanoğlunu diğer canlılardan ayıran ve ona üstünlük sağlayan bir özelliği.
Çünkü duygu, akılcı zihnin işleyişine katkıda bulunuyor; akılcı zihin de
duygusal verileri şekillendiriyor, bazen de reddediyor. Duygularımız ve düşüncelerimiz
birbirinin vazgeçilmezi aslında; sadece tutkular devreye girdiğinde bu denge
bozuluyor.
Duygusal zihnimiz, akılcı zihnimizden daha hızlı çalışıp, eyleme
geçiyor. Ancak akılcı ve duygusal zihnimiz arasındaki uyumda bir aksaklık
olduğunda, ilk tepki duygusal yönden verilmesi gerekirken akılcı yandan
veriliyor. Yani duyguyu fark etmek ve yaşamak yerine, akıldan geçen düşünceler
yoğunluk kazanıyor. Bu düşünceler duyguları, duygular da davranışı belirliyor.
İşte bu nedenle düşüncelerimizi fark ediyor olmamız büyük önem taşıyor.
- Düşünceler kontrol
edilebilir.
- Duygular düşüncelerin
sonucudur.
- Öyleyse duygular
kontrol edilebilir.
Pekiyi duygularımıza
nasıl sahip çıkmalıyız? Bunun tek yolu, yukarıda
belirttiğimiz gibi düşüncelerimizi keşfetmek ve onları kontrol altına almakla
mümkün. Düşüncelerimizi kontrol altına aldığımızda, duygularımızı da kontrol
altına almış oluyoruz ki, bu da hayatımızı kontrol altına almamızı sağlıyor.
Çünkü hayatı kontrol etmede en önemli unsurlardan biri duygularımız. Duygularımız,
bedenin zihinsel faaliyetlerimize gösterdiği tepkiler. Yani bir anlamda
zihnimizin bedenimizdeki yansıması. Ancak düşüncelerimiz çok yoğun olduğunda, tam
zamanımızı düşünmeye ayırdığımızda; duygularımızı ve bedenimizi dinleyecek
zamana ve sessizliğe sahip olamıyoruz. Böylece biriken ve çözümlenmemiş pek çok
duygu maalesef fiziksel düzeyde hastalık olarak karşımıza çıkıyor. Ve biz durup
dururken neden hasta olduğumuzu anlayamıyoruz bile.
Şimdi bir başka şey
deneyelim gelin beraberce… ŞU An da düşünmeyi durduralım. Dikkatimizi
bedenimize yöneltelim. Ve duygularımızla tekrar iletişime geçmeye, onları fark
etmeye çalışalım. Kaygılarımız varsa, hemen çözüm odaklı düşünüp onları yok
etmenin yollarını arayalım ve duygularımızın bedenimize olumsuz sinyaller göndermesine
mani olalım. Uzmanlar ‘’Şu anda içimde neler olup bitiyor?’’ diyerek
dikkatimizi içimize odaklamamız ve duygularımızı hissetmeye çalışmamız
gerektiğini söylüyor. Bu basit uygulamayla ‘içinizde bilinçsiz bulunan her şeyi
bilinçli hale getirebilirsiniz’ diye de ekliyorlar.
İşte ANI YAŞAMAK budur!
Eleanor Roosevelt’in
dediği gibi ‘’Dün geçmişte kaldı, yarını göreceğimiz meçhul, yaşadığımız gün
ise bize verilen en büyük ARMAĞAN.’’ Hemen şimdi ilk adımı atıp, uyanma zamanı
diyorum ben de bu güzel armağanı kucaklamak
adına.
Bugün ve içindeki Anlar bizim
kucaklamamızı bekliyorlar. Burnunuza çilek kokusu gelmedi mi hala? Bence
durmayın, pes etmeyin çilek kokusunu duymaya, o eşsiz lezzetini tatmaya devam diyorum.
Yenilikleri SEVGİYLE
AŞKLA ve TEBESSÜMLE kucakladığımız her AN, bize mutluluk olarak geri dönerken;
bunları paylaşarak çoğalacağımızı, ne kadar çok verirsek o kadar
zenginleşeceğimizi hiç unutmayalım, olmaz mı? Son söz olarak FARKINDALIK
rotamız, ANlar tebessümlerimiz olsun…
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
21.02.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder