Nefes alıyoruz.
Yaşıyoruz.
Düşünüyoruz.
Hissediyoruz.
Hayata geçiriyoruz.
Ancak tümünü bilinç dışı olarak
yapıyoruz.
Buna sebep olan da tamamen karanlık
bir kutunun içindeki beynimiz. Bizi dinlemiyor. Gizli bir şekilde başına buyruk
çalışıyor. Zihnimize sürekli oyunlar oynuyor. Kendisine gelen sinyaller
kesilmediği sürece; bu sinyallerin NEREDEN geldiği ile ilgilenmiyor. Ve iş
sunuma geldiğinde kendi gösterisine yine kendisi karar veriyor.
Bu muhteşem organizasyonu bize
sunarken tebdil-i kıyafet ‘incognito’ yapıyor. İşine karışılmasını istemiyor.
Hadi gelin bu durumu kendimizden
örneklerle pekiştirelim. Sizler de mutlaka dikkat etmişsinizdir.
Uyumlu, güzel dans eden bir çiftiz
diyelim. Ne zaman, müziği ve ahengi bırakıp ayak hareketlerimize dikkat edersek
ayaklarımız birbirine dolanmaz mı?
Her akşam güzel sunumlar yaptığımız
masamıza ve yemeklerimize fazladan kafa yorduğumuz da ise olanlar olur adeta.
Tam da istediğimiz gibi şeyler yaratamayız. Bir şeyler eksik kalır, lezzet bile
tam kıvamını bulmaz sanki.
Bir yandan salata yaparken, diğer
yandan cep telefonumuzla nasıl konuştuğumuzu düşünmeyelim bile. Anında parmak
ucumuz bıçaktan nasibini almaz mı?
İşte bunların hepsi ayrıntıları merak
etmemizden, kafa yorup bu gizliliği kurcalamamızdan kaynaklanıyor aslında.
Yaptığımız her ne olursa olsun;
işlemlerimizin verimliliği düşüyor. Çünkü bizim muhteşem beynimiz tebdil-İ
kıyafet yaparak, bizleri rutine bağlıyor. Bir anlamda dile gelip ‘ben tıkır
tıkır işliyorum, karışma’ diyor.
Peki bu rutinleşmenin bize zararı var
mı? Konunun uzmanları; işler otomatikleştikçe, eylemlerimizin özüne, bilinç
düzeyinde erişme olanağımızın o ölçüde azaldığını belirtiyor.
Aslında bu önemli durum, uzuvlarını
kaybedenlere kocaman bir hediye
niteliğinde.
Böylece yaşama yeniden tutunmaları, hayallerine ulaşmaları
sağlanabiliyor. Nasıl mı? Özellikle bir duyusunu kaybeden engelliler üzerinde
yapılan araştırmalar; beynin bir duyunun yerine yenisini koyabildiğini
göstermiş.
Everest dağının
zirvesine tırmanan ve 13 yaşında gözlerini kaybeden dağcı Eric Weihenmayer bunun için çarpıcı bir örnek. Çünkü dilindeki
levhadan beynine gönderilen sinyallerle görmeyi ve hedefine varmayı başarmış.
Aynı teknikle
dalgıçların bulanık sularda; askerlerin zifiri karanlıkta 360 derecelik görüşe
sahip olması sağlanmış.
Üç yaşındayken görme
yeteneğini kaybeden, yine de dünyanın en iyi iniş kayakçısı olan Mike May’ın
yaşam öyküsü ise daha farklı. Çok uzun yıllar gözleriyle değil sadece beyin sinyalleriyle
görüp yaşamaya alışmış. Bir güzel tesadüf sonucu, geçirdiği başarılı ameliyatla
gözlerini yeniden kazandığında ise ne olmuş biliyor musunuz? Yıllardır sadece
sinyallere duyarlı beyni gözleriyle nasıl göreceğini bilememiş. Mike ise yılmamış. Yeniden kazandığı gözleriyle görebilmesi
için beynine görmeyi yeniden öğretmiş.
Nasıl güzel mucizeler
bunlar. Öyle değil mi? Karanlıktaki beynimiz zihnimizle kendi ışığını kendi
kurguluyor ve yaratıyor.
Bu demek oluyor ki; her
birimiz beynimizle MUHTEŞEM şeyler başarabiliriz. Yeter ki isteyelim, deneyelim
ve çalışalım. (devamı 3/3 ‘ de)
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
30.03.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder