Sınırlarımız.
Varsa farkında olalım
yeniden. Baskılar, zorlamalar nedeniyle aşılıp aşılmadığına bakalım. Darbe aldığı yerleri SEVGİMİZLE onaralım.
Hala yoksa, mutlaka
koyalım kendi özgür irademizle.
Peki sınırlar neden bu
kadar önemli?
Uzmanlar sınırlarımızın;
iyilikleri içeride, kötülükleri dışarıda tutmamıza yardımcı olduğunu
belirtiyor. İyileri geçirecek kadar SAYDAM, tehlikeleri ve baskıları uzak
tutacak kadar SAĞLAM olmasının üzerinde de ısrarla duruyor. Üstelik
‘hayır’ diyememenin aslında bir hastalık olduğunda hemfikirler.
Eğer daha mutlu ve özgür
olmak istiyor; kendi hayallerimizin de peşinden koşmayı gönlümüzden
geçiriyorsak bir şekilde bunu öğrenmeliyiz. Kaçış yok.
Kimseleri kırmayayım
incitmeyeyim derken o inci misali kalbimizin sırları dökülmesin ne olur.
Herkesi düşünmek,
duyarlı olmak çok güzel elbette.
Geniş bir açıdan bakmak,
empatiyle yaklaşmak da.
Ama fazlası sınırlarımız
için zararlı.
Karşımızdaki insanların
gerçekten iyi niyetli olup olmadıklarını anlamak kolay mı? Hele hele bu
zamanda. Sanallık almış yürümüşken. Niyetlerin gerçekten kötü olduğunu anladığımız
noktada iş işten geçmiş olmasın. O nedenle iç sesimize kulak vermek; ‘dur,
sınır çizgimi zorluyorsun’ dediği ANların farkında olmak gerek. Bu durum kendi
duygu ve düşüncelerimiz için de geçerli.
Evet herhangi bir isteği
ret ederken risk alıyoruz belki de. Ama herkesin aynı şekilde memnun olması mümkün
değil. Başkaları için kendimizi değişmeye zorlamak yerine, sınırlarımızla
hareket etmek en güzeli.
Bu önemli konuyu çocuklarımıza
da öğretmemiz gerekiyor aslında. Karşılaştıkları kişi ve olayların; iyi mi kötü
mü olduğunu ayırt edemeyecek kadar saf ve temiz onlar.
Anne baba olarak bunu dikkate
aldığımızı söylemek biraz fazla iyimserlik olur. Siz ne düşünüyorsunuz
bilemiyorum ama; bizler ne onların ‘hayır’ demesine izin verdik. Ne de onlara
karşı ‘hayır’ diyebildik.
Sevgimize sığındık.
Duygularımıza söz
geçiremedik.
Ama aslında iyilik yapmadık.
İlerde bizler gibi zorlanacaklar onlar da. Oysa ki nerede ‘hayır’
diyebileceklerini bilerek yetişmeleri öyle mühim ki. Elbette bu sadece sözlerle
de olmuyor. Unutmayalım ki rol modelleri bizleriz.
Diyelim ki; karşımıza
bir istek çıktı ve biz ret edemiyoruz. Zorlanıyoruz. Sonunda da sınır çizgimizi
aştığını bildiğimiz halde kabulleniyoruz. Kabul ettiğimiz isteğin ölçüsüne
göre; hiç yara almadan kurtulabiliriz. Boşa harcadığımız zamanımız olur en
fazla. Ya da tam tersi tüm hayatımız tam bir kabusa dönüşür. Yani durum
gerçekten çok ciddi olabilir.
O nedenle gelin; uzman
önerileriyle bir isteği ret edebilmenin ilk adımlarına bakalım.
*Dinlemesini bilmek. Karşımızdakine
önemli olduğunu hissettirmek.
*Her ne olursa olsun hep
net ve açık olmak.
*Naiflikten uzaklaşmamak.
*Eğer mümkünse düşünmek
için zaman yaratmak.
*Beden dilimizi devreye
sokmak.
*Gün içinde kaç kişiye
evet ya da hayır dediğimize dikkat etmek; bu arada iç sesimizden uzak
kalmamak.
*Açıklamalarımızı kısa
tutmak.
*Başka önerilerde
bulunmak.
Şimdi sıra ikinci
adımda. Artık ‘hayır’ demeyi ‘konforum
müsait değil’ diyebilmeyi günlük yaşantımıza sokmamız gerekiyor. Nasıl mı? İşte
yolları;
*Cümlemizin başına hayır
kelimesini yerleştirmek ve sevecen bir üslupla devamını getirmek.
*Kendimize bir ‘hayır
deme’ günü belirlemek. Ona sadık kalmak.
*Kendimizi motive etmek.
*Başlangıçta kendimizi
kötü hissetsek de devamda kararlı olmak.
*Zaman zaman bunu
tekrarlamak. Ta ki alışana değin.
Yazımın sonunda; zihin
ve beden tıbbının dünyadaki en tanınmış ve en büyük liderlerinden birisi olan,
Hint asıllı Dr. Deepak Chopra’ya yer vermek en güzeli.
‘’Her şeyi kontrol etmeye ve yönetmeye
çalışmaktan vazgeçin. Sürekli “alarmda”; olmanız gerektiğini söyleyen iç
sesinize kulak vermeyin. Yeni yollar denemesi için ruhunuza izin verin. Bir şey
için elinizden geleni yaptıktan sonrasını dert edinmeyin. Fırsatların karşınıza
kendiliğinden çıkmasına izin verin. Kendinize günlük hedefler çizin. Kendinizi
huzursuz hissettiğinizde içinizdeki barışın merkezine gidin. Sinirlenmenin boşa
giden enerjiden başka bir şey olmadığını unutmayın. Tek bir doğru yoktur. Olayları
algılama şeklinizi değiştirin. Kendinizi başkalarının yerine koyun. Böylece daha
zor incinir ve incitirsiniz.’’
Daha az incinmek,
hayatın renklerini kaçırmadan güzellikleri kucaklamak için; sadece okuyup
geçmek olmaz.
Birebir uygulamak adına;
bu öğrenilebilen ve öğretilebilen sosyal beceriyi kullanma zamanıdır şimdi.
Yaşantımıza yer yer gri bulutları sokan bu davranış bozukluğundan kurtulalım
tez elden. Kendi hayatımıza, zamanımıza saygıyla ve sevgiyle yaklaşırken
sınırlarımız hep saydam ve bir o kadar da sağlam olsun. Şimdi ‘konforum müsait
değil’ diyerek kaçma zamanımız olsun mu?
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
01.05.2014
Kaynaklar: http://www.psikonet.com;
http://yedikulepsikiyatrimerkezim.com;
http://www.aktuelpsikoloji.com;
http://indigodergisi.com.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder