2 Mart 2010 Salı

BEKLETİLMENİN O BİTMEYEN SANCISI


Karşılıklı ilişkilerimizi sürdürürken; bunu daha sağlıklı bir platforma taşımak, fikirlerimizi, duygu ve düşüncelerimizi yüz yüze tartışmak, diyaloglarımızı daha da zenginleştirmek adına bir araya gelme ihtiyacı hissederiz. Hayatın akışı içinde kimimiz sık sık, kimimiz seyrek ama sonuçta hepimiz randevulaşırız birileriyle; buluşacağımız gün ve saati belirlemek adına. İşte bu sebepten gerek iş hayatımızın gerekse özel yaşantımızın ayrılmaz bir parçasıdır randevular.

Peki, verdiğimiz randevuya sadık olmayı, verilen saatte orada bulunmayı yeterince önemsiyor muyuz dersiniz? Bence hayır.

İşte beklemek ve bekletilmek o aşamada devreye giriyor. Aşk, sevgi ve özlem dolu bekleyişler haricinde toplumsal bir yara olarak şekilleniyor.

Yaşam denen o sihirli dünyada bize bahşedilen o kıymetli hazineyi boşa harcamak, üstelik başkalarının da boşa harcamasına sebep olmak, bundan hiçbir pay sahibi olmamak, anlaşılmaz bir vurdumduymazlıkla bunu kendinde bir hak olarak görmek… Ne kadar yanlış.

Oysa ki hayatın ne kadar acımasızca ilerlediğinin hepimiz farkındayız. Zamanla adeta yarışırcasına hareket etmemiz, ardımıza dahi bakmadan koşturmamız bu sebepten değil mi? Tüm bunların bilincinde olup da kendimizin, ondan da önemlisi karşımızdaki kişilerin zamanlarını boşa harcamalarına sebep olmak niye?

Siz çok geniş birisi olabilirsiniz, hiçbir şeyi kafaya takmıyor olabilirsiniz, sadece kendinizi düşünüyor da olabilirsiniz ama, tüm bunlar insanların kişilik haklarını görmezden gelmenize sebep olmamalı.

İnsanlara ve onların yaşamlarına saygıyla yaklaşabilmek gerekirken bunu hiçe saymak; gerekçesi her ne olursa olsun bekletmek; haber vermeyi küçük bir özür dilemeyi dahi düşünememek, daha doğrusu gerekliliğine inanmamak; her duruma hazır mazeretlerle aslında kendisinin haklı olduğunu ısrarla savunmak…

Elbette bu bir disiplin ve eğitim meselesi. Yurt dışına çıktığınızda yabancılarla irtibatlar kurarken onların dakikliğine hayran olmamak elde mi? Onlar sistemlerini öyle güzel oturtmuşlar ki; insanlarından başlayarak her türlü iletişim araçlarından toplu taşıma araçlarına kadar her şey düzenin güzel bir parçası olmuş. Her şey tabiri yerindeyse takır takır işliyor.

Çünkü onlar bu konuyu önemsiyorlar ve onlar için verilen randevuya geç kalmak büyük bir saygısızlık. Bu nedenle randevularına geç kalanlarla muhatap olmuyor, görüşmüyorlar. Gerekçeniz her ne olursa olsun sizi kabul etmiyorlar.

Peki ya bizler? Ne kadar acıdır ki bizler hep geç kalırız randevularımıza, hep bekletiriz, üstelik özür dilemeyi aklımıza dahi getirmeyiz. Bu biraz bizim bencilliğimizle, biraz alışkanlıklarımızla biraz da aldığımız eğitim ile alakalı bence.

Başkalarını bekletmemeyi, onların zamanlarını çalmamayı henüz küçükken çocuklarımıza öğretmemiz çok önemli. Ve tabii ki öğretirken onlara yaptığımız davranışlarla doğru örnek olmalıyız. Kimseyi bekletmemek için çaba harcadığımızı, bekletme durumunda kaldığımızda ne kadar üzüldüğümüzü ve hemen akabinde özür dilediğimizi gören çocuklarımız ilerde bizi aynen taklit edeceklerdir. Daha çocukken bu alışkanlığı onlara kazandırırsak; aramanın haber vermenin önemini, her şeyden önce karşımızdaki kişiye bir saygı göstergesi olduğunu öğretirsek ne mutlu bizlere. En azından ileride bizlerle ve çevreleri ile olan irtibatlarında da aynı özeni koruyacaklarından hiç şüpheniz olmasın.

İnsanlarla diyaloğumuzda küçük bir detay gibi görünse de aslında bu konu oldukça önemli. Çünkü ben ilişkilerde en temel dayanağın saygı olduğuna inanıyorum ve bu özen korunmadığı müddetçe hiçbir şeyin sağlıklı bir platforma oturtulamayacağını biliyorum.

Çoğu insan gibi beklemeyi, sebebi ne olursa olsun bekletilmeyi ben de sevmiyorum. Ve çok küçük yaşlarımdan itibaren karşımdaki insanları bekletmemek adına çaba gösteriyorum. İstanbul gibi çok yoğun bir şehirde yaşadığım halde bu özenimi hiç kaybetmiyorum. Hatta bu amaçla saatlerimi hep bir beş dakika ileriye ayarlı tutuyorum. Gerek iş hayatımda olsun, gerekse özel hayatımda olsun buna önem veriyorum. Ve doğal olarak karşımdaki insanlardan da bunu bekliyorum. Aynı özeni görünce seviniyor, o özensizliğe tanık olunca üzülüyorum. Çünkü her defasında karşımda bana mazeretini beyan eden ve nedense kendince hep haklı olan birisi ile muhatap olmak istemiyorum.

Bir şekilde verilen randevuya geç kalındığında yapılacak şey o kadar basit ki aslında. Üstelik modern çağın tüm olanaklarına sahipken bunu yapmıyor olmak anlaşılır gibi değil. Gecikeceğinizi anladığınız anda arayıp karşı tarafa haber vermek, ne kadar gecikeceğinizi bildirmek, özür dilemek ve o insanların zamanlarını boşa harcamamak… işte tüm yapılacaklar bu kadar. Sadece bir iki dakikanızı alır, fazlasını değil.

Ama yok, maalesef bizde bu alışkanlık yok. İnsanları bekletmeyi o kadar olağan bir şey gibi kabul ediyoruz ki. Örneğin, evinizde herhangi bir cihazınız bozulmuştur ve siz servisle irtibat kurup gelecekleri günü, saati belirlersiniz. Tüm işlerinizi o verilen randevuya göre ayarlarsınız ama ne gelen olur ne de giden. Üstelik arayıp gecikeceklerini ya da o gün için gelemeyeceklerini haber dahi vermezler. Siz arasınız ama o bildik o ezberlenen bahaneler hiç bitmez, üstelik bir de arayıp sorduğunuz için azar işitmekten beter hale gelirsiniz. Ya da bir toplantınız vardır ve yine siz tüm gününüzü o randevuya göre ayarlamışsınızdır. Kalkıp gidersiniz, o da ne? Toplantı iptal edilmiştir. Ama sizi arayıp haber verme nezaketi akıllarına dahi gelmemiştir.

Bu ve benzeri o kadar çok örnekle karşılaşıyoruz ki hayatımızda hepsi film olacak cinsten komikliklerle dolu. Hani ağlanacak halimize gülmemiz gibi. Ama işin temelinde ciddiyetsizlik ve saygısızlık yatıyor tümüyle. Bunun biraz toleranslı ya da hoş görülü olmamızla hiç ilgisi yok; çünkü bu özverinin sonu gelmiyor ve sürekli tekrarlanıyor.

Söz verilen bir yere vaktinde hatta vaktinden önce gitmek çok güzeldir aslında. Gereksiz yere telaş yapmazsınız çünkü; iyi bir planlama yaptıktan sonra ayıracağınız o beş on dakika size huzur verir. Etrafı rahatça gözlemleme, insanları izleme şansı yakalarsınız o kısacık anlarda. Ama dinginliğiniz randevuda verilen sözlerin tutulmaması ile bozulmaya başlar. Beklenilen her beş dakika adeta bir saat misali uzar. İyi niyetinizin suistimal edildiğini düşünürsünüz; bunu hak etmediğinizi birde. Boşa harcadığınız zaman üzülürsünüz, içten içe kızarsınız. Anlayış ve hoşgörü ile yaklaşımınızın sınırlarını her defasında aşan bu insanlara ne diyeceğinizi bilemezsiniz, çünkü verilen cevapları ezberlemişsinizdir.

Sözlerimi Aziz Nesin’in “Beklemek” adlı şiirinden küçük bir alıntıyla bitirmek istiyorum ve randevularına hep geç kalanları biraz daha özenli olmaya davet ediyorum. Tabii dikkate alırlarsa…

“ Yaşamın en zor yanı beklemek
   Hiçbirimiz beklemedik doğmayı,
   Doğduğumuzdan beri beklediğimiz
   Ölmek. “

Sevgiyle kalın.

Belgin Eryavuz
20.01.2007

1 yorum:

  1. BEKLETİLMEK,

    BELGİN ABLA ÇOOK TEŞEKKÜRLER BU YAZINIZ İÇİN. BEN SÖYLEYECEK SÖZ BULAMIYORUM. SİZ HERŞEYİ AÇIK VE GÜZEL BİR DİLLE ANLATMIŞSINIZ..

    İNSANLAR BİRBİRLERİYLE BULUŞMAK İÇİN RANDEVU ALIRLAR. ŞU GÜN ŞU SAATTE ŞURADA DİYE.. SİZ O DENİLEN YERE GİDER VE BEKLERSİNİZ. SİZ HEYCANLI HEYCANLI O DENEN YERE ERKEN GELİRSSİNİZ, O KİŞİYİ BEKTELMEMEK İÇİN. 10 DAKİKA GEÇİYOR HENÜZ YOK, 20 DAKİKA GEÇİYOR YİNE YOK. 45 DAK. YOK, VE DE 1 SAAT DOLUYOR YİNE YOK. ARTIK SİZ BEKLEMEKTEN SIKILIYORSUNUZ.

    BİR DAHA BEKLETİLMEMEK DİLEĞİYLE...

    SEVGİLERİMLE,

    MURAT ARSLAN

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...