21 Ağustos 2010 Cumartesi

MASUM DARBELERİN DERİN İZLERİ



Çocuklarımız… onlar bizim her şeyimiz; hayattaki yaşama sebebimiz, tadımız, tuzumuz, neşemiz, gönül salıncağımız. Onlar söz konusu olduğunda sevginin sınırları yok oluyor adeta; o denli yoğun o denli vazgeçilmez ve tükenmez. Başka hiçbir şey kalbimizi çocuklarımız gibi titretmiyor; başka hiçbir şey bize onlarla geçen bir dakikanın tadını yaşatamıyor. Onlarla başlayan hayatımız onlarsız olmuyor, olamıyor.

Ne gariptir ki çocuklarımız kaç yaşına gelirlerse gelsinler gözümüzde hep küçük, hep bebek kalıyor bir türlü büyümüyorlar. Üstelik çocuklarımıza sahip olduğumuz andan itibaren bizimle bütünleşen koruma içgüdümüz de hep bizimle beraber ve hep hazır olda. Zaman geliyor bize nefes dahi aldırmıyor; çocuklarımız için aslan kesiliyoruz hemen her şeye karşı hatta bazen çocuklarımıza bile.

Bir yanda kalbimize çöreklenen endişeler, korkular ve kaygılar… bir yanda kırılmasından deliler gibi korktuğumuz gencecik bir kalp ve gençliğinin tüm enerjisi ile yapmak istedikleri, tecrübelere karşı olan vurdumduymazlıkları, tatlı sert diretmeleri, attıkları her adımın doğru olduğuna inanan o masum inatçılıkları… Arada kalırız ister istemez. Duygularımız, kalbimiz ondan yanadır. Gençliğinin tüm çılgınlıklarını yapsın, hayatın tadını doyasıya alsın isteriz; ama öte yandan bunca yıllık bilgi birikimimiz, tecrübelerimiz, aklımız kulağımıza sürekli olabilecekleri fısıldar. Nedense hep olumsuzdur bu fısıltılar. Öyle ki yavrumuzu olası tehlikelerden koruyamayacak olmanın endişesi doldurur bir anda içimizi karabasan gibi. Ve isteklerine karşı tavır koymaya, vereceğimiz izinleri kısıtlamaya çalışırız elimizde olmadan. Sadece iç güdüsel olarak…

Sonuçta yavrumuz kendisini yeterince anlayamadığımızı, hatta hatta sevmediğimizi bile düşünür. Öyle ya, yoksa neden izin vermeyelim ki…

Ah…bir bilse, ah… bir kerecik bile olsa kendisini bizim yerimize koyup düşünebilse…anlayacaktır bizi ama maalesef gencecik yaşındayken bizim yerimize geçmesi , bizim gibi düşünmesi mümkün değildir.

Biz yavrumuzun en yakın arkadaşı olmaya çalışırken birdenbire karşı cephelerde savaşmaya başladığımızı fark ederiz. İşte tam o noktada başlar masum darbelerin derin izleri… ”Çok vurma ruhum acıyor yavrum”  bile diyemezsiniz. Gerçi az ya da çok fark etmez sonuçta, çünkü her bir darbe içimizi boydan boya titretirken, yüreğimiz öylesine sızlar ki tarifi zordur.

İnsanın bunca tecrübeden, bunca yıllık bilgi birikiminden ve yaşadıklarından sonra, sevdiği hem de canından çok sevdiği yavrusu, canı, kanı tarafından; tıpkı bir heykel sanatçısının eserine şekil verirken kullandığı çekicin vurucu ve kesin darbeleri ile taşı yontması gibi; sürekli bir yerlerinden görünmeyen parçalarını koparmasıdır insanın içini acıtan. Birebir yaşarken, o acı zehri yudum yudum içip yine de hiçbir şey olmamış gibi davranabilmek zordur çünkü. Anlatması kelimelere dökmesi ise en az yaşamak kadar iç acıtır, gözleri nemlendirir ve sabır diler fısıltıyla karışık dudaklar sessiz sessiz; sabır daha çok sabır.

Yavrunuzu kırmadan, gönlünü yaparak ona doğruları göstermek, bazı şeylerin neden yapılamayacağını anlatmak, sınırlarını belirlemek, itirazlarını hep alttan alarak karşılamak, tüm bunları yaparken onu canınızdan çok sevdiğinizi göstermek ve onun en yakın arkadaşı olmaya çalışmak ne kadar da zor. Sonuçta sizde farkında olmadan yavrunuzun elindeki çekiç ile yontuluyorsunuz işte. Canınız öyle acıyor, bir yerleriniz öylesine sızlıyor ki…ama olsun hepsine katlanmak zorundasınız, çünkü siz annesiniz, çünkü siz babasınız, çünkü siz yavrunuzdan sorumlusunuz ve yavrunuzun sizi anlamasını beklemeden onun yaşına inip siz onu anlamaya çalışacaksınız. Fedakarlıksa sonuna kadar yapacaksınız, acıysa sonuna kadar katlanacaksınız. Sonuçta takdir edilmeyi beklemeden, tüm ruhunuzla tüm bedeninizle o çekiç darbelerine cesurca göğüs gereceksiniz.

Hep büyüklerimizden duyduğumuz ve kendimize asla konduramadığımız o nesil farkını ne kadar kültürlü, ne kadar genç ve hoşgörülü olursak olalım bizler de maalesef çocuklarımızla yaşıyoruz. Bunu kabul etmiyoruz gerçi ama çocuklarımızla karşılıklı ilişkilerimizde, onlarla birebir yaşadığımız birtakım olaylarda birdenbire burun buruna geliyoruz galiba. Yani bir başka deyişle nesil farkına yenik düşüyoruz ister istemez. Oysaki bizler geride kalmamak, yavrularımızın hızına ayak uydurmak adına çaba gösteriyoruz; koşuyoruz yılmadan.

Peki ya sonuç? Sonuç mu? Yine de eksik kalan bir şeyler oluyor işte. Belki hayat koşusunda yavrularımız bizlerden daha hızlı koştukları belki de bizler onların hızına bir türlü ayak uyduramadığımız için.

Ama sebep her ne olursa olsun gerçeklerle yüzleştiğinizde, yavrunuzun elindeki o masum çekicin kesici darbelerini ruhunuzda her duyumsadığınızda sevginizi düşünün. Yavrunuzla aranızdaki o yoğun sevgiyi… Geceleri yatağındaki masum uyuyuşunu gözlerinizin önüne getirin ve bir sonraki vurucu darbeye kendinizi hazırlayın.

Gerçi her defasında, hatta kendinizi en hazır hissettiğiniz anlarda bile yine de içinizin acımasına engel olamayacaksınız belki ama olsun, hayat böyle bir şey değil mi zaten. Sürprizlere her an gebe, mutluluklar ise ancak yaşanan acıların ardından doğuyor. Doğduğunda ise her yanı ışıltıları ile kaplıyor. Sizin doğan güneşiniz de her şeyi ile mükemmel yetiştirdiğiniz ve gurur duyduğunuz yavrunuz olacak. Daha ne olsun?

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ
4.4.2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...