Biraz hayal zamanı
şimdi. Pembe bir malikane ve otoparkında yine aynı renkten Cadillac marka
sayısız araba. ‘’Yok artık!’’ dediğinizi duyar gibiyim. Hepsi gerçek bunların.
Üstelik bununla da yetinmemiş öykümüzün kahramanı.
Bu görkemli malikanenin
içi; banyosundan, yatak odasına kadar hemen her şey yine pembenin tonlarına
bürünmüş adeta. Uçuk pembe aynalar, pembe bir banyo, pembe küvet, şeker pembesi
makyaj kutuları, aklınıza gelebilecek her eşya pembe. Ve elbette dile kolay;
tam 37 ülkede sattığı kendi ürünlerinin ambalaj ve kutuları da.
Çalışanlarına teşvik
amacıyla hediye ettiği Cadillac marka arabalar ne renk dersiniz? Evet onlar da pembe.
Ve işte bu sebeplerden dolayı, ‘’Pembeli Kadın’’ lakabı onun ayrılmaz bir
parçası olmuş yıllarca.
Seksenli yaşlarına değin
çalışmış. İşini ve personelini hiç yalnız bırakmamış. Şirketinin satış hacmini
yükselten her personele istisnasız birer pembe Cadillac marka araba hediye etmesi
ise en büyük mutluluğu olmuş. Dikkatinizi çekerim kendisi de aynı renk ve aynı markadaki
arabayı kullanırken.
Senede iki kere olmak
kaydıyla, personelini en kaliteli şık restoranlarda ağırlamış. Şehir dışında kaldıkları
otelleri en lüks olanından seçmiş. Otellerine gidiş gelişlerini limuzinle
yapmalarına olanak tanımış. Kendilerini önemli ve değerli hissetmeleri için
uğraşmış durmuş. Kendi yaşamındaki imkanların TAMAMINI onlar için de cömertçe
kullanırken, bir an olsun aksini düşünmemiş.
Ve bakın bu gönlü zengin
pembeli kadın; henüz ilk iş hayatında nasıl bir travma yaşamış?
Günlerden bir gün,
çalıştığı şirkette satış müdürü ile tokalaşmak için uzun bir kuyruk oluşmuş. O
da herkes gibi heyecanla sıranın kendisine gelmesini bekliyormuş. Ancak müdürü
o yokmuş gibi davranarak, tokalaşmadan geçmiş önünden. İşte o genç yaşında bu
duruma hayli içerleyen Mary, içini acıtan bu dersi hiç unutmamış. Ne kadar
meşgul olursa olsun, karşısındaki kişiyi önemsemekten de asla vaz geçmemiş.
Bir diğer anısı daha var
ki hayli manidar. Genç bir iş kadını olduğu yıllarda; tam da doğum gününde;
biriktirdiği parasıyla kendisine siyah beyaz Ford bir araba almak istemiş. Artık
hurdaya çıkan eski arabasıyla galeriye gitmiş. Hem bu sebepten hem de kadın
olduğu için satıcıdan yeterince ilgi görememiş. Öğle tatili zamanı gelince de
satıcı onu bırakıp yemeğe gitmiş. Bir saat beklemeyi göze alan Mary, zaman
geçirmek için tam karşıdaki bir başka galeriye uğramış. Diğerinin aksine son
derece nazik bir satıcıyla karşılaşmış. Sadece bakıp çıkacağını, istediği
arabanın tam karşı galeride olduğunu söylediği halde satıcı peşini bırakmamış.
Sohbet sırasında doğum günü olduğunu öğrenen genç bir düzine kırmızı gülle
kendisine jest yapmış. Ve sonuçta ne olmuş dersiniz? Bu yakın ilgiden gözleri
nemlenen Mary, o çok istediği siyah Ford yerine sarı renkli Mercury bir araba
satın almış.
İnsanlarla iyi iletişim
kurmanın, işini severek yapıp önemsemenin geri dönüşü de bu kadar güzel oluyor
işte.
Servetiyle dünyanın en
önde gelen iş adamlarından birisi olan John Rockefeller de buna değer
verenlerden. İnsanlarla iyi iletişim
kurmayı başaran personeline en yüksek maaşı ödemeyi felsefesi haline getirmiş.
Çünkü enerjisi ve morali yüksek insanların; verimliliği otomatikman
artırdıklarını düşünmüş her daim.
İşte aynı misyonla
davranmayı ilke edinen Mary, insanların takdir edilecek yönlerini bulmaya ve
ödüllendirerek onların da bunu fark etmesi için özen göstermiş hep. Kendisine sevgi
ve saygı duyan personeli ile beraber başarı
yollarını pembeye boyamayı ise hiç unutmamış.
Hepimiz iş hayatının
zorluklarıyla az mücadele etmedik, hala da ediyoruz. İlk basamaklardan başladık
çoğumuz. Adım adım yükseliyoruz hedeflerimiz doğrultusunda. Ancak konum ve
statü değiştirdiğimizde; insani değerlerimizi unutabiliyoruz. Hatta itiraf
edelim acımasız davranabiliyoruz çalışanlarımıza karşı. Sanki eskiden o yollardan
kendimiz geçmemişçesine. Öyle değil mi?
Oysa, iş hayatı
hepimizin ailelerimizden bile daha fazla zaman ayırdığımız bir zaman dilimi. İş
yerimiz adeta ikinci evimiz gibi. İş arkadaşlarımız, müdür ve yöneticilerimizle
neredeyse tüm gün beraber oluyoruz. İşin stresli ortamında elimizden gelenin en
iyisini yapmaya çalışıyoruz.
Beklediğimiz ise sadece
minicik bir övgü ya da takdir. Yani kendimizi değerli hissettirecek, bir
sonraki adımımızda daha güvenli olmamızı sağlayacak ufacık belirtiler. Yeri
geliyor, bunlar olmadığı gibi; hakaret ve saygısızlıkla dahi
karşılaşabiliyoruz. Bu moral bozukluğu ise yaptığımız işe, sesimize,
hareketlerimize ister istemez yansıyor. Diğer çalışanları da negatif olarak
etkiliyor haliyle. Zaman içinde bunlar birikiyor. Artık ayaklarımız sabahları
işe gitmez oluyor. İşlerimizi heyecan ve istekle yapamıyor, zorlanıyoruz.
Bu nedenle işverenlerin,
müdürlerin, patronların personeline yaklaşımı son derece önemli. İş verimini ve
başarı ivmesini yüksek tutmak adına. Zamanı en iyi şekilde değerlendiren; işine
zevkle sarılan personele sahip firmaların önünde hiçbir engel tutunamaz. İyi ve
kötü zamanlarda tek yürek olarak çalışmayı başarabilirler çünkü. Ben buna
inanıyorum.
Pembe dokunuşlarda
bulunanlardan olalım her daim. Sevgiyi, saygıyı zarafetle harmanlayıp bir
ressam edasıyla dokunalım hayatlara. Bir tebessümün binlercesine giden en güzel
yol olduğunu unutmadan.
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
13.09.2014
Kaynaklar: http://en.wikipedia.org/wiki/Mary_Kay_Ash; http://www.marykay.com; http://www.thefamouspeople.com;
GERÇEK YAŞAM ÖYKÜLERİ (yazar: Ayşe Şen).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder