Ne
kadar önemli böyle bir cümleyi dile getirebilmek ve gerçekten inanmak. Başlığı
okuyunca, içinizden çok zor, hatta imkansız olduğunu düşündünüz biliyorum. Ama
inanın ki ruhumuzu hafifletmek mümkün. Ve o tüy misali ruhumuzla; yaşam
senfonisine ayak uydurarak dans etmek olağanüstü bir duygu.
Yaşayabilenlere
ne mutlu.
Sayıları
az belki ama, neden bizler de onlar arasında olmayalım ki? Hepimizin tek bir
amacı var. Yaşamdan tat almak. O halde bunun için çabalamak gerekli.
‘’Güzellikleri fark etmek için kişisel yükleri
bırakmak gerekir.’’ diyor bir solukta okuduğum ŞİMDİNİN GÜCÜ kitabının yazarı Eckhart
Tolle.
Kişisel
yükler mi?
Hepimizde
o kadar çok var ki. Sırtlanmışız taşıyoruz yıllardır. Üstelik yorulmamıza
rağmen üstüne yenilerini eklemekten kaçınmıyoruz.
Haksız
mıyım? Kendimize yaptığımız bu eziyeti inanın bir başkası yapmıyor bize.
Günlerimizi
bir karabasan çeviren endişelerimizden tutun da; korkularımıza, hırs,
yargılama, anlayışsızlık, suçlama ve hatta sabırsızlığımıza kadar. Hepsini var
eden, yaşatan bizleriz.
O
halde neden kurtulmuyor, hepsini atıp bir an önce hafiflemiyoruz? Zaman alsa da
başlamak gerek bir yerlerden. Adım adım. Varsın yavaş olsun ne önemi var?
Maksat, verdiğimiz kararın arkasında cesaretle ve azimle durmak değil mi?
Tüm
bu yüklerden arınırken eğer gerekiyorsa kendimizi affedelim. Ruhumuzu
fazlasıyla zorladığımız için bir de kocaman özür dileyelim. Her gün bir
öncekinden daha hafif uyandığımızda içimiz yaşama sevinciyle dolacak. Gelip
geçici değil; kalıcı bir huzur ve dinginlik ruhumuzu merhem misali iyileştirecek.
Bu
aralar elimde bir roman var. İsmi ‘Sevginin Bağladıkları’. Marie Bostwick
imzalı. Tam konumuza uygun aşağıdaki cümle.
‘’Sahip
olduğumuz her şey aslında bir şekilde bize sahip oluyor. ‘’
Özgürlüğümüzü
nasıl kaybettiğimizi bundan güzel özetlemek mümkün mü? İnsanoğluyuz. Açgözlü ve
doyumsuzuz. Ne aldıklarımız yetiyor, ne yediklerimiz, ne giydiklerimiz. Hep
daha fazlasının peşindeyiz. Bir olmasın iki olsun. İki yetmez üç olsun
istiyoruz. Hep geleceğe yatırımlardayız. Maddi olarak ne kadar çok şeyimiz
varsa o kadar zengin hissediyoruz kendimizi. Bir o kadar güçlü.
Ne
büyük yanılgı. Ne büyük kandırmaca.
Maddiyat
bugün varsa belki yarın yok. Bugün yoksa belki yarın kat kat fazlasıyla var.
Zenginlik bu değil ki. Tam tersine ağırlaştırıyor her bir fazlalık bizi. Sahip
olduklarımızı kaybetme korkusu, endişesi ekleniyor fazladan heybemize.
Huzurumuz kaçıyor geceleri; ya yarın daha fazla kazanamazsak diye. Ya da
elimizdekileri kaybedersek diye.
Sağlığımız
yerindeyse, karnımızı ve en kıymetlilerimizi bir lokma ekmekle de olsa
doyurabiliyorsak; varsın bazı şeyler eksik olsun. Tek bir kazak giyelim. Geçmiş
senelerden kalma beremizi takalım. Ucu delik eldivenimizi onarıp anılarımızı
yad edip gülümseyelim yeter ki. Şükrederek. İçimizde sevgi, anlayış ve saygı
olsun; yaşama ve içindekilere karşı. İşte en büyük zenginliğimiz bu.
Ben
çocukluğumdan beri hep az eşyadan hoşlandım. Şimdi evimde de olabildiğince az
eşya var. İhtiyacım olan herhangi bir şeyi alacağım zaman bile öyle çok
düşünüyorum ki. ‘’Gerçekten ihtiyacım var mı?’’ diye. ‘’İdare edebilir miyim?’’
diye.
Ve itiraf edeyim ben bu halimi çok seviyorum. Varlığı da gördüm, yokluğu
da. Ve en güzel erdemin elimdekilere şükretmek olduğuna tüm kalbimle inandım.
Giyimde,
kullanımda, yaşamda sadeliğin zarafete açılan en güzel pencere olduğunu
düşünüyorum. İlişkilerde, arkadaş ve dostluklarda ise yapmacıksız, net, sadece
SEVGİ ve SAYGI olsun. Yeter de artar bile hayatı cennet kılmaya. (devamı 2/2’de)
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
26.01.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder