Aslında hepimiz daha doğarken dünyanın en güzel ödülü ile ödüllendiriliyoruz, çünkü ilk nefes aldığımız andan itibaren kucağımıza adına “yaşam” denen eşsiz bir armağan bırakılıyor. Şanslı olan bir kısmımız çok erken yaşlarında bu güzelliğin farkına varıyor ve hayatını dolu dolu, hakkını vererek, nefes aldığı her saniyenin kıymetini bilerek yaşıyor. Bir kısmımız yarı yaşlarında fark edebiliyor hayatın aslında ıskalanmaması gerektiğini; bir diğer kısmımız ise ancak sona yaklaştığımızda. Oysaki bir yaşam yaratmak, o yaşama hakkını vermek, paha biçilemez değerdeki armağanımızı en güzel şekliyle değerlendirmek bizim elimizde. Tıpkı bir sanatçının tüm maharetini ortaya koyarak, emek harcayarak bir eseri yoktan var etmesi ve sonunda onunla haklı olarak gurur duyması gibi; bizimde gurur duyacağımız bir hayatı oluşturmamız adına bir yaşam sanatçısı edasıyla çalışmamız gerekmiyor mu sizce?
Gerçek bir yaşam sanatçısı olabilmenin gizli anahtarı ise ünlü yazar Robin Sharma’nın “Ferrarisini Satan Bilge” romanında söz ettiği gibi “geçmişin tutsağı olmayı bırakıp, geleceğin mimarı olabilmek lazım “ gerçeğinde saklı galiba. Bir başka deyişle yaşarken, nefes alırken dünü dünde bırakmayı becerebilmeli, bugünün keyfine bakmalı, yarının daha güzel olması adına yatırım yapmalıdır insan. Çünkü yarınımız, ancak bugüne atacağımız özenli tohumlarla mis kokulu bir çiçeğe dönüşür.
Zamana karşı yarışırken, geçen zamanın acımasızlığına karşı direnirken yapacağımız en önemli şey ise; hayatı sevmek, ona sıkı sıkıya sarılmak ve nefes alabildiğimiz her dakikanın keyfine varmaya çalışmak olmalıdır. Yine aynı kitaptan oldukça manidar şu cümleye dikkatinizi çekmek isterim. “Kimse saat ve takvimin; gözlerini yaşamın her anının bir mucize ve bir gizem olduğu gerçeğine kör etmesine izin vermemelidir.”
Biliyorum ki tüm bunları başarmak, satırlara döküldüğü kadar kolay değil. Çünkü hayatımızın hemen her evresinde; yaşadığımız olayların hemen ardından, dünle bugünün karşı karşıya gelmesine ve aralarında bitmek bilmeyen bir çekişmenin, hatta bir süre sonra acımasız bir savaşın başlamasına engel olanlarımızın sayısı o kadar ki az ki…
Böylesi bir savaşta maalesef dün her zaman acımasızdır ve her defasında bugünü yenerek, eskiliğine ve yıpranmışlığına bakmadan tüm azameti ile onun tahtına oturur. Hiç vakit geçirmeden dağarcığındaki geçmiş anıları, unutulmaya yüz tutmuş hüzünleri sihirli tozuna bulayıp yaymaya başlar. Ardından da tüm ihtişamı ile davuluna en hızlı darbeleri indirir. Vurduğu her bir tokmak darbesi ile öyle titreşimler yaratır ki; pişmanlıklarımız, keşkelerimiz öteye beriye savrulup sihirli tozdan nasibini de alarak etrafımızı sarmaya, düşüncelerimizi ele geçirmeye başlar. Peşinden de endişeler, kaygılar, mutsuzluklar, kendi iç dünyamızda yıkıma yol açan korkular gelir ve ruhumuz biz fark etmeden, edemeden yavaş yavaş zehirlenir.
Dünü unutmadıkça, ruhumuzu o toz yığınından temizlemedikçe, ortaya çıkan acı hatıraları bir sandığa kaldırmadıkça yapacak bir şey yoktur. Artık sahnenin tek hakimi dündür. Bugün karşısında öyle güçsüz kalmıştır ki, gelmesiyle gitmesi bir olur. Yüzünü şöyle bir gösterir, ama içindeki güzellikleri, çoşkuyu ve mutluluğu sergileyemeden bir kenarda büzülüp dünün yaptıklarını izler. Oysaki içindeki güzellikleri bir gösterebilse, umutlarının gerçekleşebileceğine bir inandırabilse insanlar çok daha mutlu, çok daha dingin olacaklar kuşkusuz. Ama başaramaz, tüm çabalar boşunadır. Yarın ise yerine bir başka yarını bırakıp bugünün peşinden gelirken, hiç fark edilmeden dünün yanına katılacağı için üzgündür. Çünkü hemen önündeki bugün yenilmiş, sahibine bir şey yapamadan, onu dünün elinden kurtaramadan, güzelliklerini, umudunu, heyecanını veremeden dün oluvermiştir. İşte bu yüzden yarın aynı akibeti yaşayacak, yaşattıracak olmanın verdiği korku ve üzüntü içinde hep biraz çekingen, hep biraz mahçuptur.
Peki ya ertesi, ya bir sonraki gün? Eğer bir an önce tüm bunlara dur demezseniz vay halinize. Yarını hiç tanımadan, bugünü hiç yaşayamadan mutluluğunuzun farkına varamadan geçmişin izleri arasında yok olur gider en güzel yıllarınız.
Sonra, sonra bir gün bakarsınız ki kum saatiniz yarılanmış, sona yaklaşmışsınız bile. İşte ancak o zaman kum tanelerini elinizde tutmayı, kayıp geçmeden yakalamayı, hatta geri almayı istersiniz ama nafile.
Peki yazık değil mi size? Yaşayabileceğiniz onca güzellik, onca heyecan varken hiç birini tadamadan bu dünyadaki rolünüzü bitirmenize. Aslında dünü dünde bırakabilseydiniz, bugünü daha gelmeden heyecanla, umutla beklemeyi becerebilseydiniz; yarınlar size kucak açacaktı. Yaşayıp bitirdiğiniz her mutlu günse dün olduğunda güzel hatıralarla size gülümseyecek, içinizi ısıtacaktı her hatırladığınızda. Keşke yerine iyi ki yapmışım diyerek sizde göz kırpacaktınız tüm dünlerinize belli belirsiz.
Hayat koşusunda özgürce koşmayı seçin her zaman; yanınıza dünü, dünle ilgili hatıraları almadan. Bırakın kollarınız boş kalsın. Boş kalsın ki bugüne heyecanla sarılmasını bilin. Ne kadar zor şartlarda yaşarsanız yaşayın yine de yarına umutla bakanlardan olun. Geçmişinizden pişmanlık duyacağınıza onu bir yol göstericisi olarak kabul edin. Zor olsa da en azından deneyin.
Yaşamın tamamen sizin yaptığınız seçimlerle şekil aldığını ve isterseniz çok iyi bir sanatçı olacağınız gerçeğini de asla unutmayın. Dünün bugünle yaptığı savaşta hep bugüne destek olun, olun ki yarınlarınız size umutlarınızı en güzel şekliyle yaşamanızın sebebi olsun.
Son söz olarak ELVEDA DÜN, MERHABA BUGÜN ve gelecek tüm YARINLAR… Siz de bana katılır mısınız?
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
23.10.2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder