Bakış
açımızı, kendimizi ve hayatı sevmemizi, farkındalığımızı yakalamak adına yapacaklarımızı
anlatan bir dolu cümle…
Hemen
her gün karşımızda.
Bir
kısmı kısa, net, anlaşılır.
Bir
kısmı uzun, ağdalı ve karmakarışık.
Okuyoruz,
hatta anlamak için defalarca okuyoruz bazen; ama bilmek ayrı elbette, bunu hayat
geçirmek an be an uygulamak ise apayrı.
Yazılanları
başarmak içinse hep denemek gerekiyor. Yeri
geldiğinde kendimizi zorlayarak, yılmadan, bir an bile pes etmeyi düşünmeden. Çünkü
bir süre sonra alışkanlık haline geldiğini görüyoruz. İnsan yapısı her türlü
koşula ve şarta uyum sağlamaya meyilli; biz bile farkında olmadan nelere alışıyoruz
aslında bir düşünsenize.
ARINMAK…
en önemlisi; arınıp tüm negatif ve olumsuz duygulardan kurtulmak. Ama
bilinçaltımızın bize oynadığı oyunlara yenilmeden, onu alt etmenin metotlarını
kullanarak. Bunun için de hep iyi ve olumlu duygulara sahip olmayı denemek;
kolay mı elbette değil. Hele hele hayat bu denli zorlarken bizleri. Her yeni
gün her şeye yeni baştan başladığımıza göre; yapılacak ilk iş sabahları
kendimize gülümsemek ve o günün gerçekten çok güzel geçeceğine kendimizi bir çocuk
saflığında inandırmak. Hatta olmuş ve biz çok güzel anlar geçirmişiz gibi mutlu
olmak önceden, yaşamadan; hani ‘’mış’’ gibi yapmak. Bence ilk adımımız bu
olmalı.
AFFETMEK,
herkesi ve yaşananları… evet zor ama imkansız değil. Affetmediğimiz zaman kendi
kendimizi yiyip bitiriyoruz aslında ve zararı sadece kendimize oluyor. Hatta
çoğu zaman o affetmediğimiz kişi ya da kişiler bundan habersiz kalıyor. O
halde bu eziyeti kendimize neden yapıyoruz? Neden beynimizin içinde sürekli
aynı olayları çevirip duruyor ve kendimize acı çektiriyoruz ki? Bence değmiyor,
affedip hafiflemek varken.
Kendimizi bir varoluşun mucizesi kabul etmek ve her şeyden önce kendimizi SEVMEK. Kendi bedenimizi, görüntümüzü, eksikliklerimizi ve fazlalıklarımızı her şeyimizi kabul edip sevmek. Ne kadar önemli. İkili ilişkilerde özellikle. Pek çok evlilik bu yüzden bitmiyor mu? Hep kapalı konular bunlar, hep utanılan ve dile getirilemeyen mahrem sayılan noktalar. Sırasında eşler bile kendi aralarında açık açık konuşamıyor pek çok şeyi. Neyi nasıl istediğini anlatamıyor o en sevdiği kişiye, o en yakınına.
Sonuç mutsuzluk, hüzün, doyumsuzluk, çareyi
dışarıda arama belki de, yanlış yollara sapma… bakar mısınız insanın kendi
bedenini sevip kabullenmesinden ya da kabullenmemesinden nerelere geliyoruz bir
anda. Ama maalesef hepsi yaşanan gerçekler.
İnsanın
kendine olan güveninin oluşmasını sağlayan ilk adım oysa ki bedenimizi,
kendimizi sevmek. Duruşumuzla, sözcüklerimizle bu güveni yansıtmak, bir anlamda
içimizdeki sevgi dolu ışığı açığa çıkarmak.
Bu
güzel ilk adımla etrafımızdaki her şeye sevgi ve saygıyla yaklaşmak… sonuçta
İÇİMİZDEKİ SEVGİYLE HAYATA GÜLÜMSEMEK . Getirisi ise gerek ikili ilişkilerde
olsun, gerekse çevremizde ışığı hep
parlayan ve mutlu olduğu için hep aranan kişi olabilmek (ne kadar önemli ve ne
kadar güzel; hep yapabilmek lazım; ne kadarını yapıyoruz, ne kadarını es geçip
hemen unutuyoruz aslında; öyle değil mi?)
Bu
arada okuduğum pek çok NLP yazısı içinden benim en sevdiğim paragraflardan
birisini sizlerle paylaşmak yerinde olur diye düşünüyorum:
‘’Paylaşılan sevgilerin sunabileceği
olanakları bir hayal edin. Dokunmanıza bile gerek kalmaz. Birbirinizin
gözlerinin içine bakmak zihin ve ruhun gereksinimlerini karşılamaya yeter.
Sevginizle beslendiği için beden doyuma zaten erişmiştir. Kendi sevginizle dolu
olduğunuz için, artık yalnız
değilsinizdir. Yüzünüzü nereye çevirirseniz çevirin, sevgiyle dolarsınız.’’
SEVGİ…
benim olmazsa olmazım. Bu nedenle hep yazılarımı ‘sevgiyle kalın’ diye
sonlandırıyorum. Sevgi gerçekten de içten geliyor ve yine ben sevginin
söylenmesinden, PAYLAŞILMASINDAN yanayım. Çünkü paylaşıldıkça ÇOĞALDIĞINI
biliyorum, öyle hissediyorum. Sevgiyle her kapının açıldığını, en sert
kalplerin bile yumuşacık olduğunu hepimiz biliyoruz aslında ama, sevgimizi
söylemekten hep kaçınıyoruz nedense. Sanki sevdiğimizi söylersek eskirmiş gibi,
bence ne kadar yanlış. Tam tersine söyledikçe güçlenir, kalıcı olur, silinmesi
zorlaşır. Ben sevgimi söylemeden duramıyorum ve öyle keyif alıyorum ki … Hani
içimde sanki taşan bir şeyler var, söyledikçe de içime yeniden doluyor gibi…
Yine
çok önemli bir duygu hali ŞÜKRETMEK! Her şeye karşı içimizdeki o şükretme
duygusunu çoğaltmak. Elimizdeki minicik duygulara yenilerini eklemek ve
çoğaldığını gördükçe aslında ne kadar zengin olduğumuzu fark etmek. Hayatın o
naif anlarındaki minik detayları yakalayıp mutlulukla şükrettiğimizde sahip
olduklarımızın çokluğu karşısında şaşırmamak elde mi? Ve bu sahiplenme duygumuz
bizi daha da çoğaltacak, öyle değil mi? Yine bir yazıda okumuştum, şükretmek
insan beyninin sağ yarısını harekete geçiriyor ve bize gücümüzü hatırlatıyor.
Beynimiz müthiş çözümler üretirken, enerjimizin de artmasına neden oluyor ki…
bizim istediğimiz de bu değil mi zaten bilinçaltımızı yenmek adına. Aslında bir
de sahip olamadığımız şeylere şükredebilsek o zaman daha yüce mertebelere
erişenlerin (sufiler gibi) ruh haline yaklaşmak söz konusu ama; elbette bu en
zor olanı. İnsanın tevekkülde olması galiba, mütevazilikle boyun eğip o en zor haline
bile şükretmeyi akıl etmek…
Pişmanlıklar,
keşke’lerle geçecek zamanımız yok bizim. Yerine iyi ki diyeceğimiz ve şükür
hanemize bir artı daha katacağımız nedenlerimiz olmalı. Her yeni güne yepyeni
bir hediye gibi bakmak, sahiplenmek ve o umutla başlamak… sevgiyle tebessümle
karşılamak ve o sevgiyi etrafımıza da bulaştırmak…
Ego
ile mücadelede duygu ve düşünceleri serbest bırakmak; hani deyim yerindeyse akışına
bırakmak, zorlamamak. Bir süre sonra düşüncelerimizi kontrol edebildiğimiz
noktayı yakalayınca (ki kabul ediyorum bu da kolay değil); duyguları da kontrol
edebiliyoruz. İç güdüyü aşmak ve zihni susturmak, konsantre olmak… en zoru da bu
galiba. Düşüncelerimiz duygularımızı, duygularımız davranışlarımızı,
davranışlarımız da hayatımıza yön veriyor bunu biliyoruz hepimiz. O halde ilk çıkış
noktası: düşüncelerin olumlu olması. Bunun içinde kendimizle hep barışık
olmamız gerekiyor.
Pekiyi ama insan hep neşeli olabilir mi? Elbette olamıyoruz
ve bir an mutluyken, sakinken; bir an geliyor her şeye kızıyor içimiz,
mutsuzluk, karamsarlık kaplayabiliyor hatta.
İşte o anları HEMEN fark edebilmek gerekli, fark edip hemen en keyif
aldığımız konuyu düşünmeye geçmek. Hani öyle uzunca dalıp gitmemek belki de,
hüznün içimizi sarmasına izin vermemek. Ne kadar kısa yoldan geçirirsek o denli
iyi.
Egoya
hizmet eden 4 davranış modelinden söz ediliyor.
Onaylanma
(kabul edilme) isteği, ….... hepimiz de var maalesef,
Yönlendirme
(kontrol etme) isteği, …… çoğu kişi yapıyor evet,
Güvence
isteği,
…… mutsuz evlilikler bile
bu yüzden devam etmiyor mu? Dayak şiddet gibi en kötü davranışlar bile bu
yüzden sessizce kabulleniliyor.
Önemsenme
duygusunun tatmin isteği,… bu
da hepimiz de var.
Bence
egomuzu kendimiz yönlendireceğiz, yoksa onun doyumsuz olduğu bir gerçek,
üstelik aldıkça daha da büyüyor öyle değil mi?
ARINMAK,
AFFETMEK,
OLUMLU
DÜŞÜNMEK,
ÖNCE
KENDİMİZİ SEVMEK,
HER
YENİ GÜNE TEBESSÜMLE ve UMUTLA BAŞLAMAK,
ŞÜKRETMEK ve
ŞÜKRETTİKÇE ZENGİNLEŞMEK.
ŞÜKRETTİKÇE ZENGİNLEŞMEK.
Umuyorum
ki deneyimlerimizle ve çabalarımızla biz de burada sözü geçenlerin bir kısmını
uygular hale geliriz, hatta geldik bile diyelim ve gelin beraberce olmuş gibi
yapalım. Kazandıklarımıza bir artı daha katmak ve SEVGİYLE HAYATA SIMSIKI
SARILMAK adına.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
01.07.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder