Bir toplumun en güzel bileşkesini ve
ilerlemesini de böylesi insanların çokluğu yaratmaz mı? Bunun içinse tek bir
yol var:
Çalışmak, çalışmak, çalışmak… yılmadan,
pes etmeden ve başaracağına inanarak. O toplumun refahını sağlayacak,
mutluluğunu devam ettirecek ekonomiyi canlı ve ayakta tutacak olan en önemli
etken bu değil mi sizce de?
Sadece çalışmak olmadığı gibi sadece
inanmakta yeterli değil elbette başarıyı yakalamak için. Ama hangisi daha
önemli ya da hangisi daha önce doğmuştur diye düşünecek olursak; bence bunun
cevabı yok gibi. Çünkü ikisi birbirini tamamlıyor, dengeliyor ve değerine değer
katıyor.
Geçmişten günümüze dinsel tarihin içindeki
gelişmeler tek tek incelendiğinde; insanların inançlarını yeri geldiğinde
kendi istedikleri gibi yönlendirdikleri görülüyor. Farklı kültürler,
farklı coğrafyalar ve farklı inanışlar… aslında hepsi sonunda tek bir ortak
payda da buluşuyor olsa da. Üstelik savaşlarla baskılarla kendi inançlarını
dünyaya yaymaya çalışarak. İnsanların içlerindeki boşluğu doldurmak, huzuru
yakalamak adına hep bir şeylere inanmaları gerekliliğini esas alarak…
Sonuçta inanarak ve çalışarak elde
edilen pozitif gelişmelerin, insandaki ahlaki disiplini oluşturduğu gerçeğinden
yola çıkarsak; bunun ekonomiye olan olumlu katkılarından söz edebiliriz. Ama
önce insanın hasletlerine, içsel yapısına ve davranışlarına bakmak lazım.
Kendine karşı samimi olmak ne kadar
önemli, çünkü kendine samimi olan bir insan etrafındaki herkese samimi duygularla yaklaşır. Ve o samimiyetin
güzel getirisi ilişkilere olumlu olarak yansır; bu güzellik karşılıklı tüm alış
verişlerde hissedilir.
Başkalarının söylediği ya da baskıladığı
gibi değil, kendi içsel sesi ile hareket eden ve geceleri vicdanı ile baş başa
kaldığında, hiç pişmanlık duymayan insanlar haline geldiğimizde;
yakalayacağımız başarı bizleri hep bir üst noktaya taşınacaktır. Ben buna
eminim.
Ticaret yapmak, ekonominin canlanması ve
ayakta kalması açısından ilk şart neredeyse. Ama bunu yaparken doğruluktan
şaşmamak ve elde ettiği kazancın etkisiyle şımarmamak da önemli. Çünkü ekonomi
ve ticaretin tek göstergesi olan para işin içine girdiğinde; insanlar tüm güzel
hasletlerini unutabiliyor nedense.
Para o denli tatlı olduğu için mi; insan
yapısı gereği çok doyumsuz olduğu için mi; yoksa yeterince ahlaki ve içsel
disipline sahip olamadığı için mi?
Geçmişte de günümüzde de parayı bulup
şımaran, tabiri yerindeyse ‘ne oldum delisi’ olan nice insan var maalesef.
Üstelik bu disiplinin eksikliği sonucu paranın getirdiği sahte gücün etkisi ile
başları dönenler; bir süre sonra bu kazancı artırmak adına, her türlü uygunsuz
koşulu denemekten, başkalarının canlarını yakacaklarını bildikleri halde
vazgeçmeden bunu sürdürmekten de geri durmuyorlar. Ne acıdır ki teknolojinin
ilerlemesi ile bu yollar daha da aleni yapılır hale gelmiş durumda.
‘’Kalbi tanımak aydınlanmanın başlangıcıdır.
Tabiatı tanımak aydınlanmanın özüdür, kalbe ulaşmaksa aydınlanmanın ta
kendisidir." Ishida Baiga’ya ait olan bu söze Sn Cahit Büyükkanber’in
‘’Ahlaki Disiplinlerin ekonomik anlayışa katkıları ve zenginleşme’’ isimli
yazısında rastladım ve ben de çok beğendim. (Zaten bu yazıda oradan edinilen
esinlenme ile ortaya çıktı. Bu anlamda desteğini her zaman hissettiren Sn. Cahit
BÜYÜKKANBER’e çok teşekkür ediyorum.)
Bu mükemmel söze benim naçizane eklemek
istediğim ise; kalbi tanımanın ve ona ulaşmanın tek yolunun sadece SEVGİDEN
geçiyor olması. Sizce de öyle değil mi?
Böylece hem manevi anlamda çoğalmanın
hazzını yaşıyor insan; hem de yürüdüğü yolun ışık hareleri ile aydınlandığına
şahit oluyor.
Hayatta bundan daha güzel bir içsel durum olabilir mi? (devamı 2/2 de)
Hayatta bundan daha güzel bir içsel durum olabilir mi? (devamı 2/2 de)
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
16.07.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder