Deepak Chopra’nın
kitabını okurken rastladığım bu soruyu çok sevdim. Ve daha o anda bunun
üzerinde düşünmemiz, paylaşmamız gerektiğine karar verdim.
İlk cevabı ben vereyim
mi?
Evet aklımı seviyorum. Aklımı
kullanmak bana göre beyin hücrelerimi hep canlı tutmak gibi. Elbette beslemek
kaydıyla. Okuyarak, yeni bilgilerin o engin denizinde kaybolarak.
Kelime olarak bize Arapça’dan
gelmiş. Düşünme, anlama ve kavrama gücü demek.
Yani aklımız sayesinde; kavramların
ve kelimelerin anlamlarını biliyor, kıyaslıyor, inceliyor, anlıyor ve aralarında
bağlantı kuruyoruz.
Aklın felsefik tanımları
ise hayli karışık. Çünkü her düşünce adamı kendince yorumlamış.
Bunlardan bir tanesi,
her satırı ile yüreğimize damla damla düşen Mevlana.
Bakış açısı ve bütünde
geldiği nokta öyle güzel ki.
Aklımızı kalpten, sevgiden ve aşktan ayrı düşünmemiş
hiç. Satırlarında aşk daha ön planda gibi görünse de, akla gereken önemi
vermiş. Onun bir rehber, hepimizin başvurduğu bir kaynak olduğunu savunmuş.
Bizleri aşka hazırlayan sınırları belirleyen, o alanda hareket etmemizi
sağlayan bir aşama olarak vurgulamış. Akılla aşk arasında güçlü bir köprü kurabildiğimiz
ölçüde; yaşamın hakkını vereceğimizi belirtmiş. Hayata bakışı ve yaşam şekliyle
de bunu birebir uygulamış. Öyle değil mi?
Onun torunları olarak
bizlere düşen de bunu kendi yaşantımızda uyarlamaya çalışmak. Kendimizi
geliştirmenin, hayata zarafetle ışıltılar katabilmenin yollarını bulmak.
BİRden BÜTÜNe üzerimize
düşeni yapmak.
Pek çok yazı okuduk bu
konuda. Pek çok yazı yazıp, paylaştık beraberce. Gerçekten de aklımız,
kalbimiz, gönül gözümüzün beslediği ruhumuzla öyle güzel bir bütünüz ki
hepimiz.
Her birine ayrı itina
göstermemiz, kendimizi her yönümüzle sevmemiz ve duygularımızla barışık olmamız
gerekiyor.
Böylece hayatın anlamı
anlam kazanıyor.
ANLAR güzelleşiyor.
Şükürlerimiz katlanarak
artıyor.
Aklımız bizleri diğer
canlılardan ayıran özelliğimiz ayrıca. Ama o içindeki korkular, endişeler olmasa.
Her adımımızda bizi daha mantıklı hareket etmemiz için uyarıp durmasa. Tüm
bunlar elbette özgürlüğümüzü kısıtlayan etkenler. Yeri geliyor hayallerimize
sekte vuruyor. Yine de attığımız adımlarda aklımıza danışmadan edemiyoruz.
Yapılacak en değerli
hareket ise; aklımızı gönül gözümüzle ve ruhumuzla beslememiz gerçeğini
unutmamak. Bir anlamda kalbimizden yayılan o güzel ışıltıyla aklımızı parlatmak.
O zaman kendi yolumuzda özgür ve doğru adımlarla yürümenin keyfine varıyoruz.
Deepak Chopra kitabında;
çoğu kişinin aklını sevmediğini belirtmiş. Nedeni ise aklımızın içinde
kendimizi tutsak gibi hissetmemiz. Korkularımız, öfke ve kızgınlıklarımız,
bozulan ruh halimiz, negatif düşüncelerimiz yüzünden. Hepsi aklımızın bir ucunu
çekiştiriyor adeta. Serbestçe hareket etmek istiyoruz ama zorlanıyoruz.
Dolayısıyla huzuru ararken ondan uzaklaştıkça uzaklaşıyoruz
Peki şimdi soralım
kendimize.
Aklımızı neden serbest
bırakamıyoruz?
Tek bir cevabı var
aslında.
Unutamadığımız
geçmişimiz.
Farkında bile değiliz
belki de; geçmişin anılarıyla kendimizi nasıl tutsak ettiğimizin. Uzmanlar,
öncelikle bunu anlamamız gerektiğini belirtiyor. Çünkü tüm o içsel
tepkilerimiz, endişe, kaygı, korku ve negatif hallerimiz bundan kaynaklı
birikimler.
Mutlaka bir yerlerde göz
ardı ettiğimiz, yok saydığımız ya da ertelediğimiz izler çıkacak. Ve her geçen
günle beraber kendimize kurduğumuz kapanı sağlamlaştırdığımızı göreceğiz. Aklımız
da işte onların arasında tutsak. (devamı çok ilginç notlarla 2/2’de)
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
15.07.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder